30 Aralık 2011 Cuma
9. Bölüme Dair
Beyaz camın gördüğü, birbirine yakışan ve mutlu sonu hak eden bir çift...
Gel-gitleri, dile dökülememiş yoğun duyguları var. Zıtlar, biri sevgiyle büyümüş diğeri öfke ve intikam duygularıyla yoğrulmuş. Birbirlerini mıknatıs gibi çekiyorlar. Henüz itiraf etmeseler de bir bütün olabilmek için birbirlerine ihtiyaçları var.
albizzia / 2 Ocak 2008
23 Aralık 2011 Cuma
8. Bölüme Dair
Asi'nin izlenme grafiğinin istikrarlı yükselişinin sürdüğünü gözlemlediğimiz bu bölümde, yine geçmişten gelen bir mesajla duyurmaya çalışılım 8. Bölüm'e Dair'i...
Eldeki verilere bakarsak bence bu reytingler olağanüstü. Dizi ile ilgili hemen hiç reklam yapılmıyor. Doğru dürüst ne bir röportaj yapıldı, ne de diziyi tanıtım amaçlı bir şeyler yayınlandı. Hikayede sansasyonel, polemik yaratıcı, entrikalara dayalı hiçbir şey yok. Buna rağmen alınan sonuçlar gerçekten çok iyi. Demek ki insanları derinden etkileyen bir yanı var yapımın. Bence oyuncuların da büyük etkisi var bu sonuçlarda. Ya da hepimiz ağırdan akan, duyguları daha on plana çıkaran, yormayan, yıpratmayan hikayeleri özlemişiz. Arka fondaki pastoral güzellikleri de unutmadan.
denizim_ 15 Aralık 2007, dizifilm.com
21 Aralık 2011 Çarşamba
asi-demir.com Twitter'da...
Sevgili Dostlar,
Teknolojiye biraz daha yaklaşabilmek umuduyla yeni bir adım attık. Artık bizi twitter'dan da takip edebileceksiniz. asi-demir.com, Asi Güncel ve Sohbet Köşesi duyurularını twitter adresimizden de paylaşacağız...
https://twitter.com/#!/asidemirdotcom
Keyifli twit'ler hepinize...
Teknolojiye biraz daha yaklaşabilmek umuduyla yeni bir adım attık. Artık bizi twitter'dan da takip edebileceksiniz. asi-demir.com, Asi Güncel ve Sohbet Köşesi duyurularını twitter adresimizden de paylaşacağız...
https://twitter.com/#!/asidemirdotcom
Keyifli twit'ler hepinize...
20 Aralık 2011 Salı
Mutluluktan söz edilmiş...
Mutluluktan söz edilmiş...
Bende bugün ilk kez Selvi Boylum Al Yazmalım'ı izleyen arkadaşıma eşlik ederken ve o ağlarken ben aslında filmin sonunda gülümsüyordum... Mutluluk kelimesini o anda düşündüm... Asya gözleri yağmurlar içinde, sevdiği adamı ağlayan bakışlarıyla arkasında bırakıp sadakate giderken aslında bana kalırsa o an acı da çekse, ayakları kan toplasa da mutluluğa yürüyordu... İlyas'a dönseydi belki de başka savaşlar içinde bulacaktı kendini, belki başka bir kadın girecekti gene araya... İçinde bir hayal biriktirmek, hayal kırıklığına uğramaktan daha iyi aslında... Mutluluk illaki tutkuyla bağlandığın adamla değil de, bazen çocuğunun babası olabilen sana patırtısız ve sessiz aslında basit olmayan 'basit' bir hayat sunabilen bir adamın yanında da olabilir. Ve gene de derim ki bazen çok ama çok sevmek de her zaman huzur getirmez...
Asya... Kısacık sessiz anlarda aklına İlyas'ı getirecek belki de... Onun siyah o koyu koyu bakışlarını, içten gülümseyişlerini, ona dokunuşunu, sesini ve kahkahasını... Birlikte yapamadıklarına içerleyecek. Yüreği burkulacak, özlem dolacak içinin her tarafını. Sonra oğlunun bir 'anne' deyişi, Cemşit'in manavdan eli poşetlerle gülümseyerek gelişi, hüznünü rafa kaldırmasını öğretecek ona. Ve o da gülecek onlarla, içtenlikle.
Mutluluk anlayışı Asya için değişmiş olacak çünkü...
Asya yorulmuştu çünkü, bekleyen, sabreden, ihanete uğrayan, susandı çünkü... Bütün bu yıpranmalara rağmen aşkı için yüreğinde verdiği bütün savaşlar sonucunda ruhu harap düşmüştü. Ve tutku dolu bir kucaklaşma yerine, huzurlu bakan iki çift gözü mutluluk olarak anlamıştı. Yetinmeyi öğrenmiş ve aslında daha da fazlasını istese de kaldıramayacağını bilmişti.
Yani gene bana kalırsa mutluluk dediğimiz şey değişken bir kavram. Bu değişiklik yaştan başlayan sonra hayattan aldığın darbelerle devam edebilen sebeplerden besleniyor.
Biliyorum ki Asya ve İlyas'lar çok var... Ve Cemşit'ler de elbette... Bu durumda kim için zor?
Asya için mi? Yüreği hala geride kalandayken, önüne bakmaya çalışan Asya için mi?
İlyas için mi? Hataları yüzünden bir aileyi, Asya'nın güzel yüzünü kaybeden, onun gidişine boyun eğen ama içerlenen ve imrenen İlyas için mi?
Ve Cemşit için mi? Yanındaki kadının hep aynı adama aşık olacağını bilen Cemşit için mi?
Herhalde hepsi için zor...
Ve mutluluk demişken...
Asi ve Demir düşüyor bu anda zihnime... Ve Asya ve İlyas ile birleştiriyorum onların hikayesini.
Eğer Asya sevgiye yenik düşseydi... İlyas'a işte tam da böyle sarılırdı diyorum ben.
Asi ve Demir'in hep sarılışlarını severim ben. Bir de ayrılırken o son bakışları. Niyeyse her ikisi de yüreğimi cız ettirir.
Ama işte bu sarılışın bende apayrı bir yeri vardır hani. Bırakın yüreğimi cız ettirmek... cayır cayır yakmıştır. Aslında bir 'oh, kavuştum' diyen bir sarılıştır bu sarılış ama nedense ilk izlediğimde gözlerim dolmuştu... Hala da öyledir bendeki etkisi...
Bir daha görememek, bir daha sarılamamak, bir da koklayamamak, bir daha gülememek beraber... bir daha bakamamak gözlerinin içine, bir daha doyasıya öpememek... ve gittikçe unutmak yüzünün şeklini... gittikçe uzaklaşması sesinin tınısı... Bütün bu ihtimallerin tükenişiydi o sarılma.
İkisinin de ağlamaktan daha büyük bir şey ifade eden o hüzün dolu yüzlerine elleriyle dokunuşları, burunları birbirlerine çarparken Asi'nin dağılan saç tellerinin gene Demir'in yüzüne yapışması, birbirlerine 'çok korktum ' diyen bakışları, Asi'nin eli Demir'in boynunda gezerken Demir'in ,Demir'in Asi'nin kokusunda kendini boğması... Her biri üzerine çok söz söylerim aslında... Uzunca... Bir kavuşmadan çok bir ayrılığı anlatırım nedense... Dedim ya çok dokunmuştu bana bu sahne.
İki insan bu kadar mı güzel sarılır diyen de bir sahnedir hani! Geriye sarıp sarıp ısrarla yüreği cız ettirme isteğidir.
İşte İlyas ve Asya böyle sarılırlardı herhalde... Bu kadar can alıcı ve yürekten, kopmamaya yeminli, sarılırken bile söz veren.
Demir'in yolu Antakya'ya düşmeseydi o beş yıl sonunda... Ne farkları kalacaklardı ki Asya ve İlyas'tan?
Belki çok yıllar sonra karşılaşacaklardı. Her şey çok ama çok geç olduğunda.
Demir 'gitme' diye bakacak, Asi gidecekti gözleri, yüzü acıdan bitap düşüp ,adımlarını toprağa zor atarak.
Ve Demir içinden 'Elveda Asi'm... Benim Mağrur Sevgilim... Elveda... Bitmemiş Türküm benim...' diyecekti.
Senaristlerimiz (kızsak da etsek de vaktinde) ve hatta çok ama çok sevdiğim Cevdet Mercan'da... Küçük sırlar bırakmayı seven insanlardandı. Arada bir reyting mevzusuna takılsalar da gene de ASİ'ye başka bir değer verdiklerini bilirim. Cevdet Mercan'ın belki de çok reyting getireceği senaryoları hikayenin büyüsüne aykırı bulduğu için çöpe attığını da bilirim. Bu yüzden, belki de onlar da Selvi Boylum Al Yazmalım'a ithafen Asi ve Demir'in çocuklarına ASYA ismini vermişlerdir, kim bilir? Belki de onlarda bir uyum yakalamıştır iki efsane arasında.
Asi ve Demir ne kadar kavuşsalar da...
Gene de o ayrı düşen yıllara... ve belki... az daha ayrı düşecek yıllara...
İlyas ve Asya'ya... Asi ve Demir'e...Tüm yarım kalmış aşklara...
Bu şiir hepsine gelsin...
Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi, Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım.. Sevgi emekmiş, Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...
TUBASİ, Sohbet Köşesi, 20 Aralık 2011
SULE(C)
Hatay sevgisinin harcı...
Hatay sevgisinin harcı, bizim için Asi. Hatay çoğumuz için Asi ile anlam kazandı. Öncesinde sadece güneyde bir ildi belki de. Ama Asi ile bambaşka bir anlama kavuştu, görselliğin sihirli değneğiyle doğasını, havasını, çayırlarını, çiftliklerini tanıdıktan sonra. Kozcuoğulları derler bir çiftliğin gecesini gündüzünü, acısını tatlısını Kozcuoğulları’ndan daha çok yaşadıktan sonra.
Hatay'ı hep görmek istiyordu. Tam Hatay turuna katılmak için girişimlere başladığımızda nereden bilecektik Hatay’da geçecek bir dizinin kapıda olduğunu. Beni bir dizikolik yapacağını ve daha önce hiç yapmadığım, hiç bilmediğim diziseverlik uğruna internetten sayfalara bile gireceğimi.
Asi dizisinden önce, daha öyle bir dizinin başlayacağını öğrenmemişken rezerve yaptırmıştık, bir bayram turuyla. Ankara kalkışlı. Ankara’nın en eski tur şirketiyle. Kuğulu Park’a bakan ofisinde.
Hatay'a gittiğimizde dizi başlamıştı. Ben de daha dizi başlamadan ön tanıtımlarıyla dizinin zaten takipçisi olmaya aday olmayı bile pas geçmiş, asiller kadrosuna katılmıştım. Yani daha Asi’nin tanıtımları sürerken o ön tanıtımların/fragmanların izleyeni olmuştum bile.
Hatay bambaşka bir yer. Bu başkalık, sadece havasının çok güzel olması, burcu burcu kekik, turunç, maydanoz kokmasından değil. Kültür kokmasından. Hatay'da kültür, Hatay dolusu var. Her sokakta, her evin ince işli taşında, her yemeğinde, her tepesindeki tarihi bir eserde, şenliklerde, çiftliklerde, giysilerde, aile bağlarında, bakır kap kaçakta kültürün hası vardı.
Metropollerde çoktan yitmiş gitmiş kültür, orada sıradandı; kapı komşulukla yaşayan, yaşatılandı. Metropolün isinde kararmamış kültür, bir de sevdanın hasıyla perçinlenince ortaya ASİ adlı efsane çıkmıştı.
Bir Çocuk Sevdim bana çok mütevazı bir dizi geliyor. O mütevazılığını da çok seviyorum. Öyle cakalı, bas bas reklam kokan ya da yapan, cilalı boyalı bir dizi değil. Hani hiçbir gazete ya da televizyon programı daha diz başlamadan onunla ilgili yaygara filan kopartmadı. Gazeteler sanırım öyle aman aman değinmiyorlar bile Bir Çocuk Sevdim dizisine. Tıpkı ASİ gibi. Bu kendi halindeliğini de çok seviyorum o dizinin. Sağlam bir dizi. Oyuncularının her biri birer ağır taş. Yerini dolduran, güçlü oyuncular. Tiplemeler mükemmel. Ama sessiz bir dizi. Sesiz sedasız da ilerleyen bir dizi. Emin adımlarla.
Bir Çocuk Sevdim, Asi ve Elveda Rumeli dizisinden sonra düzenli izlediğim ilk dizi oldu. İşin içinde aile bağları, o hepimizin bildiği baba kız sevgisi girince, bir de gerçek, yürekten, hesapsız kitapsız, katıksız sevgi olunca seyrediliyor o dizi.
Cevdet Mercan şimdi o dizinin jeneriğini zenginleştiriyor. Çetin Tekindor orada yine kız babası. Ona kız babalığı çok yakışıyor.
Hiçbir dizi yeni bir ASİ olmayacak. Ama biz evlerinde televizyonlar olarak dizilere bakacağız. Bazılarını sürekli izleyeceğiz, bazılarının oyuncularını sevsek bile bizi sarmayacak, bir iki dakika bakıp geçeceğiz. İçinde sevdiğimiz oyuncular olmasına rağmen. Sevdiğimiz oyuncu, dizi sevmemizin sigortası değil. Dizi, kavramlar bütünü. Bizi saracak, aklımızı çelecek kavramlar, bizi diziye bağlayan kavramlardan çoksa o zaman o diziyi izleyebiliyorum.
Ben, dünya var oldukça kötülüğün de kinin de olacağını bilirim, hep olduğu gibi hayatın içinde. Dünyada yaşıyoruz ve dünyanın mayalandığı kavramlardan, bu kavramlarda. Aslolan bu kavramların yaşadığımız dünyada olması değil bence. Aslolan bu ağır birer yük olan, omuzları ezen kin gibi, nefret gibi kaba saba duyguların yenildiğini, iyilik ve güzelliğin altında ezildiğini görmek. Asla hiçbir şeyin ezilmesinden yana olmayabilirim ama bu iki kavramın, tersi iki kavram olan iyilik ve güzellik kısaca doğruluk altında ezim ezim ezildiğini görmek bana keyif verir. Bu keyfi Asi dizisinde doya doya tatmıştım. Demir, ASİ’ye’yi sevince ne kin kaldı ortalıkta, ne nefret ne de eski defterlerin gözyaşlarıyla ıslandığından mürekkebi dağılmış günce yazıları.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 19.12.2011
MERVE61
18 Aralık 2011 Pazar
Murat Yıldırım'ın yeni projesi
Sanal
ortamda yayınlanan bir haberi sayfalarımıza taşırken alıntıladığımız kaynak
sitenin de duyurusunu yapmak istiyoruz sizlere. Bazılarımızın ismen bazılarımız
şahsen tanıdığı Gönül Dokgöz, İlhan Bosut ve Saniye Özbey’in emekleriyle ortaya
çıkan
Sinema & Televizyon Lifestyle
yayın
hayatı başladı. Sinema ve Dizi
dendiğinde sadece kamera önünü değil arkasını da ortaya koymaya çalışan bu
ekibin çalışkanlığı hepimizce malum. Sadece bu noktada kalmayıp şehre ve yaşama
dair detayları da bulabileceğimiz bir platform oluşturmak gibi geniş bir hedefle
yola çıktılar.
Yayın hayatlarında başarılar ve ideallerini gerçekleştirmeleri
yönünde kolaylıklar diliyoruz.
Gelelim haberimize;
illüstrasyon
Murat Yıldırım iddialı bir dizi ile çok yakında ekranlarda…
Tim’s Production’un büyük bir gizlilikle hazırladığı proje şimdiden sanal ortamlarda tartışılmaya başlandı. Medyaya yansıyan “Sleepers filminin uyarlaması olacak” haberleri üzerine hayranları film’de ana karakterlerden hapishane’deki 4 arkadaştan biri mi yoksa adalet adamı mı olacağı yönünde tahminler yürütmeye başladılar. Sanal ortama düşen yorumlara göre Murat Yıldırım’ın gerçeklerin ortaya çıkması için mücadele veren Savcı ya da Avukat rolünü oynaması yönünde.
Deprem dolayısı ile gittiği Van haberleri dışında ortalıklarda görülmeyen oyuncunun “Suskunlar” dizisi için sıkı bir çalışmaya girdiği ve en iyi performansını bu dizide göstereceği belirtiliyor. Sarp Akkaya’nın haricindeki diğer roller için cast çalışmaları titizlikle sürdürülüyor.
Yan Karakterler...
Diziler, başat kahramanlarla koşuyor haftalar boyu. Alımlı bir kız ve cakalı bir oğlandan oluşuyor başat karakterlerin neredeyse tümü. Elleri yüzleri düzgün, daha baştan başat oldukları ilan edilmiş. Buna bir diyeceğim yok tabi ki.
Benim için dizideki en önemli noktalardan biri yan karakterler. Öyle yan karakterler var ki eğer o yan karakterler olmasaydı, dizi sadece başat karakterlerle beslenebilir miydi diye ikirciğe kaptırıyor haklı olarak.
Asi’deki yan karakterler, ana karakterlerin belki de daha öne çıkmasını sağlayan tiplemelerdi. Cemal Ağa karakteri, Asi’yi, İhsan beyi ve kızını daha belirginleştirdi, perçinledi. Fatma Ana, o çiftliğin mutfağında pişen yemeklerin kokusunu duyurttu neredeyse bize. Aslan apayrıydı, o şimdi de oynadığı dizilerde kendine has karakterlerle, kendine has bir hava oluşturuyor. Atmosferini yayıyor. Süheyla Hanım dizinin geçmişteki yaşananlarının temel taşıydı.
Ziya tiplemesi, Asi’deki en gelişen yan karakterdi. Çok başka başlayıp, çok iyiye yönelmiş bir tiplemeydi. Fırsatçıyken, çiftlik için bir fırsat olmuş; İhsan beyin gençliğini ikinci kez yaşayan ve yaşatan bir tipleme olmuştu. Geleceğin İhsan beyiydi dizi bitmeseydi. İkinci İhsan Bey’di. Öyle ki bu gelecek sonunda geldi çattı diziden sonra. İhsan beyin damadı oldu gerçekten de.
Başta Gonca’ya yaklaşımı ve hesapları kitapları nedeniyle kendinden soğutmuştu herkesi. Ama sonra sabahlara kadar çiftliği suladı, İhsan Bey ile omuz omuza işlerin başında oldu. Tiplemeleri ne kadar sevilir ya da itici bulunur bir kenara bırakırsak ben tilki Ziya’nın ya da gerçek adıyla Onur Saylak’ın derinliği olan, sığlıktan uzak bir oyuncu olduğuna inanıyorum. Onun, bazen Tuba için baktığım ama beş dakika baktıktan sonra izlemekte çok zorlandığım My Fair Lady uyarlaması Gönülçelen’deki Tuba’ya bakışlarından, “bir insan gerçekten aşık olsa böyle derin bakabilir” hissine kapılmıştım. Sonradan gerçekten aşık olduğunu okuyunca hiç şaşırmadım hatta sevindim bile. Zira Onur, o çok iyi bildiğim Ankara eğitimli, Ankaralı ve yanılmıyorsan tiyatro yapmış bir sosyolog. Ankaralı olmanın benim için ne anlama geldiğini yazayım. Asla bir ayrımcılık değil. Ankara denizi olmayan, Boğaz’ı olmayan, yanında yöresinde çok yakınlarında öyle doğa harikalarına sık rastlanmayan, insanların hafta sonlarını balık tutmak, Adalar’a gitmek, yakındaki antik tiyatroyu gezmek uğraşlarıyla geçiremediği bir bozkır kenti. Öyle olunca Ankaralıların bazısı sanata, edebiyata, kültüre yöneliyor. İşte bu yanından ötürü vurguluyorum Ankara’yı.
Onur, Tuba’nın mutluluğunun da mimarı olabilir; mutlu bizim Asi, hem de çifte mutlu. Allah nazardan saklasın, hep böyle olsunlar.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 18.12.2011
Benim için dizideki en önemli noktalardan biri yan karakterler. Öyle yan karakterler var ki eğer o yan karakterler olmasaydı, dizi sadece başat karakterlerle beslenebilir miydi diye ikirciğe kaptırıyor haklı olarak.
Asi’deki yan karakterler, ana karakterlerin belki de daha öne çıkmasını sağlayan tiplemelerdi. Cemal Ağa karakteri, Asi’yi, İhsan beyi ve kızını daha belirginleştirdi, perçinledi. Fatma Ana, o çiftliğin mutfağında pişen yemeklerin kokusunu duyurttu neredeyse bize. Aslan apayrıydı, o şimdi de oynadığı dizilerde kendine has karakterlerle, kendine has bir hava oluşturuyor. Atmosferini yayıyor. Süheyla Hanım dizinin geçmişteki yaşananlarının temel taşıydı.
Ziya tiplemesi, Asi’deki en gelişen yan karakterdi. Çok başka başlayıp, çok iyiye yönelmiş bir tiplemeydi. Fırsatçıyken, çiftlik için bir fırsat olmuş; İhsan beyin gençliğini ikinci kez yaşayan ve yaşatan bir tipleme olmuştu. Geleceğin İhsan beyiydi dizi bitmeseydi. İkinci İhsan Bey’di. Öyle ki bu gelecek sonunda geldi çattı diziden sonra. İhsan beyin damadı oldu gerçekten de.
Başta Gonca’ya yaklaşımı ve hesapları kitapları nedeniyle kendinden soğutmuştu herkesi. Ama sonra sabahlara kadar çiftliği suladı, İhsan Bey ile omuz omuza işlerin başında oldu. Tiplemeleri ne kadar sevilir ya da itici bulunur bir kenara bırakırsak ben tilki Ziya’nın ya da gerçek adıyla Onur Saylak’ın derinliği olan, sığlıktan uzak bir oyuncu olduğuna inanıyorum. Onun, bazen Tuba için baktığım ama beş dakika baktıktan sonra izlemekte çok zorlandığım My Fair Lady uyarlaması Gönülçelen’deki Tuba’ya bakışlarından, “bir insan gerçekten aşık olsa böyle derin bakabilir” hissine kapılmıştım. Sonradan gerçekten aşık olduğunu okuyunca hiç şaşırmadım hatta sevindim bile. Zira Onur, o çok iyi bildiğim Ankara eğitimli, Ankaralı ve yanılmıyorsan tiyatro yapmış bir sosyolog. Ankaralı olmanın benim için ne anlama geldiğini yazayım. Asla bir ayrımcılık değil. Ankara denizi olmayan, Boğaz’ı olmayan, yanında yöresinde çok yakınlarında öyle doğa harikalarına sık rastlanmayan, insanların hafta sonlarını balık tutmak, Adalar’a gitmek, yakındaki antik tiyatroyu gezmek uğraşlarıyla geçiremediği bir bozkır kenti. Öyle olunca Ankaralıların bazısı sanata, edebiyata, kültüre yöneliyor. İşte bu yanından ötürü vurguluyorum Ankara’yı.
Onur, Tuba’nın mutluluğunun da mimarı olabilir; mutlu bizim Asi, hem de çifte mutlu. Allah nazardan saklasın, hep böyle olsunlar.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 18.12.2011
Seven Bir Erkek
Yerine yenisi konamamış, efsane olmuş ASİ’de, seven bir erkek vardı. İntikam almak için Hatay’a, ana baba toprağına dönüp gelmiş, çocukluğunda Asi’nin azgın sularında ölümden kurtulmuş; ama yetişkinliğinde bir başka Asi’de boğulmuş bir genç. Asi’nin balçıklı sularında boğulmak üzereyken annesinin elinden kurtularak suyun yüzüne çıktığında, yeniden doğmuş bir çocuk. O çocuk, bu sefer Asi’nin sularında değil; ama ASİ’ye’nin gözlerinde boğuldu. İntikam almaya geldiği ailenden intikam almak hastalığını unutup, o ailenin kızını almak derdine düşmüş bir demir yürek. Zaten bu diziyi bize sevdiren unsurlardan birisi de güzelliklerin ve iyiliğin, kötülüğe galibiyetiydi.
Demir, koca bir yürekti.
Ailesinin uğradığı felaketi unutacak, o felaketten sorumlu tuttuğu ailenin kızını canı gibi sevecek; geçmişi, geçmişte bırakmaya cesaret edebilecek üstüne bir de yepyeni sayfalar açabilecek kadar cesur bir yürek.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 18 Aralık 2011
SEVECEN
Ailesinin uğradığı felaketi unutacak, o felaketten sorumlu tuttuğu ailenin kızını canı gibi sevecek; geçmişi, geçmişte bırakmaya cesaret edebilecek üstüne bir de yepyeni sayfalar açabilecek kadar cesur bir yürek.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 18 Aralık 2011
SEVECEN
Lezzetli Hatay Turu
Arkeolog arkadaşımız Süheyla 20 gündür Antakya’da. “Gelin, birlikte gezelim buraları” diyor. Plan, program yok. Arkadaşım Hatice’yle yola koyuluyoruz. Hatay Havaalanı’na indiğimizde yüzümüze çarpan tatlı rüzgâr ve bereketli Amik Ovası’nın hoş kokusu
gezimizin güzel geçeceğinin işareti... Görülecek çok yer ve tadılacak çok yemek var...
AYLA DÜNDAR
-Şehrin ortasından geçen Asi Nehri’nin üstündeki köprülerin birini aştık, eski Antakya’nın dar sokaklarındayız. Sessiz Ev’in avlusundaki nar ağacının altında kahvelerimizi yudumladıktan sonra doğru Uzun Çarşı’ya. Mis gibi defne sabunlarından baharatlara, kurutulmuş domates, patlıcandan taze zahtere yok yok. Künefeciler, altı kasap üstü lokanta olan küçük dükkânlar, katıklı ekmek fırınları, sıcak sıcak züngül tatlısı ve lokumlar...
-Yine sokakların arasındayız. Acelemiz yok. Sakin sakin dolaştığımız şehirde akşam olmak üzere. Kulağımıza gelen kuş sesleri inanılmaz. Antakya’nın bir zamanlar kuş cenneti olduğunu daha sonra Süheyla’dan öğreniyoruz. Yemek molasını Hatay Sultan Sofrası’nda veriyoruz. Yoğurt aşı çorbası çok lezzetli.
-Hatay-İskenderun arası otobüsle yaklaşık bir saat. Hem bu yolculuk hem de Arsuz Çayı ziyareti bizi acıktırıyor. Tekrar İskenderun’a döndüğümüzde Ulu Cami Caddesi’ndeki turistik Hasan Baba’da iskender ve alinazik yiyoruz. Tekrar doğru Antakya’ya...
-Her tarafı yeşillik ve şelalelerle çevrili Daphne; bugünkü Harbiye’deyiz... Şelaleye inmeden önce bulmak istediğimiz bir taş ustası var. Küçük elleri ile hiç durmadan çalışan, güler yüzlü Abdullah Özalp’in atölyesindeki eserleri görüyoruz. Ertesi akşam Süheyla ve ekibinin veda yemeği için yine Harbiye’deyiz. Kule Restoran’da babagannuştan sac oruğuna, acılı ezmelerden peynirli irmik tatlısına kadar buranın lezzetli yemeklerini fasıl eşliğinde afiyetle yiyoruz. Manzarası da havası da güzel...
-Saint Pierre Kilisesi’ni es geçmiyoruz.
Habib-i Neccar Dağı yamancında, kayalara oyulmuş mağara yedi metre yüksekliğinde. İsa’ya inananlara Hıristiyan tanımlaması ilk burada yapılmış. 1983’te Papa tarafından burası Hıristiyanlar için hac yeri ilan edilmiş. Ardından ver elini Samandağ. Hz. Hızır Aleyhisselam’ın türbesi önemli ziyarethanelerden. Samandağ’ın eteğindeki Çevlik uzun bir sahile sahip. Yaz sezonu bitmiş, etraf bomboş. Benjamin Restoran’da ızgara balıklarımızı yiyoruz.
Çevlik’in kuzeyindeki Titus Tüneli’ne ve Beşikli Mağara olarak bilinen Kaya Mezarları’na yürüyerek çıkıyoruz. Patika yolun iki yanı mandalina ve defne bahçeleri. Köylü kadınlar mandalina ikram ediyorlar; defne sabunlarından almadan olmaz. Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflar’dan geçerek dağ yollarından kıvrılıp Antakya’ya varıyoruz.
-Son gün artık Uzun Çarşı’da alışveriş zamanı... Firik, kimyon, sarmısak, kurutulmuş domates, hurmalı kömbeler, ceviz, tarçın ve nar ekşisi... Ayaklı baharatçı gibiyiz. Bu sayede Hatay’ın mutfağını evde yaşatıyoruz.
http://www.milliyet.com.tr/lezzetli-hatay-turu/pazar/haberdetay/18.12.2011/1476992/default.htm
gezimizin güzel geçeceğinin işareti... Görülecek çok yer ve tadılacak çok yemek var...
AYLA DÜNDAR
-Şehrin ortasından geçen Asi Nehri’nin üstündeki köprülerin birini aştık, eski Antakya’nın dar sokaklarındayız. Sessiz Ev’in avlusundaki nar ağacının altında kahvelerimizi yudumladıktan sonra doğru Uzun Çarşı’ya. Mis gibi defne sabunlarından baharatlara, kurutulmuş domates, patlıcandan taze zahtere yok yok. Künefeciler, altı kasap üstü lokanta olan küçük dükkânlar, katıklı ekmek fırınları, sıcak sıcak züngül tatlısı ve lokumlar...
-Yine sokakların arasındayız. Acelemiz yok. Sakin sakin dolaştığımız şehirde akşam olmak üzere. Kulağımıza gelen kuş sesleri inanılmaz. Antakya’nın bir zamanlar kuş cenneti olduğunu daha sonra Süheyla’dan öğreniyoruz. Yemek molasını Hatay Sultan Sofrası’nda veriyoruz. Yoğurt aşı çorbası çok lezzetli.
-Hatay-İskenderun arası otobüsle yaklaşık bir saat. Hem bu yolculuk hem de Arsuz Çayı ziyareti bizi acıktırıyor. Tekrar İskenderun’a döndüğümüzde Ulu Cami Caddesi’ndeki turistik Hasan Baba’da iskender ve alinazik yiyoruz. Tekrar doğru Antakya’ya...
-Her tarafı yeşillik ve şelalelerle çevrili Daphne; bugünkü Harbiye’deyiz... Şelaleye inmeden önce bulmak istediğimiz bir taş ustası var. Küçük elleri ile hiç durmadan çalışan, güler yüzlü Abdullah Özalp’in atölyesindeki eserleri görüyoruz. Ertesi akşam Süheyla ve ekibinin veda yemeği için yine Harbiye’deyiz. Kule Restoran’da babagannuştan sac oruğuna, acılı ezmelerden peynirli irmik tatlısına kadar buranın lezzetli yemeklerini fasıl eşliğinde afiyetle yiyoruz. Manzarası da havası da güzel...
-Saint Pierre Kilisesi’ni es geçmiyoruz.
Habib-i Neccar Dağı yamancında, kayalara oyulmuş mağara yedi metre yüksekliğinde. İsa’ya inananlara Hıristiyan tanımlaması ilk burada yapılmış. 1983’te Papa tarafından burası Hıristiyanlar için hac yeri ilan edilmiş. Ardından ver elini Samandağ. Hz. Hızır Aleyhisselam’ın türbesi önemli ziyarethanelerden. Samandağ’ın eteğindeki Çevlik uzun bir sahile sahip. Yaz sezonu bitmiş, etraf bomboş. Benjamin Restoran’da ızgara balıklarımızı yiyoruz.
Çevlik’in kuzeyindeki Titus Tüneli’ne ve Beşikli Mağara olarak bilinen Kaya Mezarları’na yürüyerek çıkıyoruz. Patika yolun iki yanı mandalina ve defne bahçeleri. Köylü kadınlar mandalina ikram ediyorlar; defne sabunlarından almadan olmaz. Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflar’dan geçerek dağ yollarından kıvrılıp Antakya’ya varıyoruz.
-Son gün artık Uzun Çarşı’da alışveriş zamanı... Firik, kimyon, sarmısak, kurutulmuş domates, hurmalı kömbeler, ceviz, tarçın ve nar ekşisi... Ayaklı baharatçı gibiyiz. Bu sayede Hatay’ın mutfağını evde yaşatıyoruz.
http://www.milliyet.com.tr/lezzetli-hatay-turu/pazar/haberdetay/18.12.2011/1476992/default.htm
16 Aralık 2011 Cuma
7. Bölüme Dair
"İnsan her zaman içinde olup bitenleri yüksek sesle ifade edebilir mi?"
...diye sorgulatır bir karakterine kendini Turgenyev. Edemediğimiz tecrübelerimizle sabit değil midir? Hele Demir için, içinde olup bitenleri bir başkasına açabilmek, Samson olup saçlarını kesmek, Achilles olup topuğundan vurulmakla eştir.
7. Bölüm, Demir’in Asi’yi, geçmişiyle ilgili yüksek sesle konuşabilecek kadar yakın ve güvende hissettiğini gördüğümüz bir bölümdür. Asi’nin atını teslim ettiği de görünenin ardındaki bu güvendir… onun da içinde olup bitenleri ifade ediş şekli budur. Misliyle karşılık vermiştir ona olan güvene. Fakat hayat her zaman sınamadan yana… sınanacak onlar da.
...diye sorgulatır bir karakterine kendini Turgenyev. Edemediğimiz tecrübelerimizle sabit değil midir? Hele Demir için, içinde olup bitenleri bir başkasına açabilmek, Samson olup saçlarını kesmek, Achilles olup topuğundan vurulmakla eştir.
7. Bölüm, Demir’in Asi’yi, geçmişiyle ilgili yüksek sesle konuşabilecek kadar yakın ve güvende hissettiğini gördüğümüz bir bölümdür. Asi’nin atını teslim ettiği de görünenin ardındaki bu güvendir… onun da içinde olup bitenleri ifade ediş şekli budur. Misliyle karşılık vermiştir ona olan güvene. Fakat hayat her zaman sınamadan yana… sınanacak onlar da.
13 Aralık 2011 Salı
Reyting Değerlendirmelerinde Guruplamalar
Diziler için hayati önemi olan reyting değerlendirmelerinde karşımıza çıkan guruplamalar ile ilgili bir derleme yapmış one rumuzlu arkadaşımız seneler evvel. Bölümlere Dair taramalarım sırasında rastladığım bu bilgiyi yorumlara alamadım… ama gerilerde kalmasına da gönlüm razı olmadı. Belki gereğinden fazla bir bilgi olacak ama ilgilenenler için açık ve net yazılmış bir kaynak.
Sevgili one’ye teşekkür edip sizlere keyifli okumalar diliyorum.
Sevgili one’ye teşekkür edip sizlere keyifli okumalar diliyorum.
Reklam ve pazarlama dünyasında insanlar gelir ve eğitimlerine göre gruplanırlar
AB grubu diğer grupların en üstündeki iki gruba tekabül eder yani A ve B gruplarının birleşimi gibi bir şeydir. Diğer gruplar ise C1,C2 ve D dir.
Total ise bütün sosyo ekonomik statüler demektir.
Diziler de aslında ya AB ya da Total e uygun yapılır. Her ikisinde de başarılı olabilenin ise eline su dökülemez.
AB de başarılı dizlerdeki reklam markaları ile Totalde başarılı olanlar arasında bariz farkları siz de görebilirsiniz.
Ayrıntılı bilgiyi aşağıya yazıyorum bilmek isteyenler vardır diye aslında bu sosyolojik ve önemli bir olaydır.
1. En üst (A Sosyo-Ekonomik Statü): Sosyal elit tabaka, soylu aileler, serveti en az 2-3 nesilden gelenler, büyük sanayiciler, üst düzey yöneticiler ve ünlü serbest meslek sahiplerinden (doktor, avukat) oluşan bu grubun genel özellikleri şunlardır;
• Az sayıdaki köklü ailelerde söz konusudur.
• Sosyal kulüplere (Lions, Rotary) üyedirler.
• Varlığa, refaha alışıklardır, ancak gösteriş için harcama yapmazlar.
• Marka bağımlılıkları vardır. Kendi markaların ya da kendileri vurgulayacak markaları tercih ederler.
• Çeşitli sosyal etkinliklerin sponsorluğunu gerçekleştirirler.
• Genelde kredi kartı kullanırlar.
• Çocuklarına genelde bakıcısı vardır ve yabancı dil öğrenmesi için yabancı bakıcı tutarlar. Yurt dışında öğrenimi tercih ederler.
2. Üstün altı (B Sosyo-Ekonomik Statü): Yeni zengin olan bu grup, özel sektör yöneticileri, gazeteci, yazar, kamu üst düzey yöneticileri ve orta-büyük esnaftan oluşmaktadır. Bu grubun özellikleri şunlardır;
• En üst sınıf tarafından kabul edilmemiştir.
• Yeni varlıkları, değerleri temsil ederler.
• Başarıları yöneticiler örnek verilebilir.
• Yeni varlıkları gösteriş amaçlı kullanırlar.
• Büyük alışveriş merkezlerinde alışveriş etmeyi severler.
• Tatillerini genelde yazlıklarında ve tatil köyleri de geçirirler.
• Laik ve batıya yönelik değerlere sahiptirler.
• Tasarrufları konuta yöneliktir.
3. Ortanın üstü (C1 Sosyo-Ekonomik Statü): Profesyonel meslek sahipleri ve yöneticilerinden oluşan bu grup C2 ile beraber ülke genelinin büyük bir bölümünü oluştururlar. Bu grubun özellikleri şunlardır;
• Ne aile statüsüne ne de olağanüstü varlığa sahiptirler.
• Kariyer yönlüdürler.
• Çoğunlukla üniversite mezunudurlar.
• Çevrede ve sosyal etkinliklerde aktiftirler.
• Genç, başarılı, profesyonel ve iş sahibi kişiler örnek verilebilir.
• Genelde yerli ve ekonomik markaları tercih ederler.
4. Ortanın altı (C2 Sosyo-Ekonomik Statü): Beyaz yakalı çalışanlar (memurlar ve işçiler) ve küçük iş sahiplerinden (esnaf) oluşmaktadır. Bu grubun özellikleri şunlardır;
• Saygı ve kabul görmeyi arzularlar, iyi vatandaş olarak görülmek isterler.
• Dine önem verirler ancak dini bir hayat tarzını onaylamazlar.
• Kazançlarını genelde tüketim yönlü kullanırlar.
• Ev, araba, tatil sıralamasına önem verirler.
• Promosyona duyarlıdırlar. Semt pazarları alışveriş mekanlarıdır.
5. Altın üstü (D Sosyo-Ekonomik Statü): Mavi yakalı çalışanlar, kalifiye ve yarı kalifiye işçilerden oluşmaktadır. Bu grubun özellikleri şunlardır;
• En büyük sosyal sınıftır.
• Güvenlik içinde olmaya, sigortaya ve sendikaya önem verirler.
• En büyük hayalleri bir ev satın almaktır.
• En büyük eğlenceleri televizyondur.
• Çocuklarının okumaların arzu ederler.
6. Altın altı (E Sosyo-Ekonomik Statü): Kalifiye olmayan işçiler, vücutları ile çalışanlar (tarım işçileri, hamallar vb.), küçük esnaflar ve işsizlerden oluşmaktadır. Gelir ve eğitim seviyesi en düşük olan gruptur. Bu grubun özellikleri şunlardır;
• Dini inanışları en yüksek olan gruptur.
• Ucuz ve taksitle satış yapan mağazalara giderler.
• Evde baba mutlak söz sahibidir.
one, dizifilm.com , Asi Dizisi Bölüm Yorumları, 1 Aralık 2007
En popüler...
Haberin bütününe bu linkten ulaşabilirsiniz;
Japonya’ya kadar dizi sattık 60 milyon dolarla rekor kırdık
Japonya’ya kadar dizi sattık 60 milyon dolarla rekor kırdık
10 Aralık 2011 Cumartesi
Asi Sırp Televizyonunda
Tüm dünyada Asi fırtınası esmeye devam ediyor. Sırp Televizyon Kanalı PRVA 12 Aralık 2011 tarihinden itibaren Asi dizisini yayınlamaya başlıyor...
Asi Tanıtım Videosu-1
Asi Tanıtım Videosu-2
PRVA Web sayfası...
http://www.prva.rs/sr/program/serija/story/15110/Asi.html.html
Asi Tanıtım Videosu-1
Asi Tanıtım Videosu-2
PRVA Web sayfası...
http://www.prva.rs/sr/program/serija/story/15110/Asi.html.html
9 Aralık 2011 Cuma
6.Bölüme Dair
Bu bölümün duyurusunu bırakalım geçmiş yapsın...
Dizinin kuruluşu, olayların temel sebepleri, karakterlerin özellikleri abartılmadan gayet güzel, inandırıcı ve doğal olarak anlatılmış.
Üstelik Defne ile Kerim, Asi ile Demir’in aralarındaki elektrik de çok büyülü bir anlatımla aktarılmış bize.
Dizide şımarık, aptalca kaprisler yapan kimse yok. Hayatın akışı içinde olagelmiş, birikmiş, nasırlaşmış acıların bağlayıcılığı insanları bir şeyler yapmaya zorluyor.
Aslında kimse kötü değil ama mecbur…
söğüt / 7 Aralık 2007
4 Aralık 2011 Pazar
5.Bölüme Dair
…unutulmadı, hazır edilip yayınlandı. Ama haftanın Asi gününde… Asi’mizi Elle Ödül Töreninde görmek bizi heyecanlandırdı ve geciktik duyurumuzu koymakta.
Asi’nin Demir Bey’e ‘Demir’ demeye başladığı gelişmelerin olduğu bir bölümdeyiz. Su gibi aşk da yolunu buluyor yüreklerde, eğer akıyorsa… intikam, nefret, öfke engel olamıyor o yol buluşa.
Asi’nin Demir Bey’e ‘Demir’ demeye başladığı gelişmelerin olduğu bir bölümdeyiz. Su gibi aşk da yolunu buluyor yüreklerde, eğer akıyorsa… intikam, nefret, öfke engel olamıyor o yol buluşa.
3 Aralık 2011 Cumartesi
Bir anlık Asi...
Asi'nin ezgileri, (sanırım biraz da bize o dizilerle yakınlık kurmamız için psikolojik bir oyun ya da besteyi yapanın kendisinin de hala Asi’nin etlisinden olması nedeniyle) kulağıma başka dizilerin müziklerinden geliyor.
Asi'nin melodisinden bir anlık bir çalınma ile kulak kabartıyoruz “acaba” diyerek. Ama o bir anlık, ASİ’den ödünç bir anlık bir ASİ ezgisi.
Hala ASİ, her yerde ASİ. Müzikler ASİ diye çalıyor. Asi'nin giysilerinden esinlenmiş gibi geliyor bazı dizilerin giysileri. Yani tiril tiril ve çiçekli kumaştan.
Bir efsaneden esinlenmek, sık rastlanılan bir şey. ASİ de bir efsane. O efsane, nağmeleriyle başka dizileri şenlendiriyor şimdi.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 01.11.2011
elasi / 27.10.09
Asi'nin melodisinden bir anlık bir çalınma ile kulak kabartıyoruz “acaba” diyerek. Ama o bir anlık, ASİ’den ödünç bir anlık bir ASİ ezgisi.
Hala ASİ, her yerde ASİ. Müzikler ASİ diye çalıyor. Asi'nin giysilerinden esinlenmiş gibi geliyor bazı dizilerin giysileri. Yani tiril tiril ve çiçekli kumaştan.
Bir efsaneden esinlenmek, sık rastlanılan bir şey. ASİ de bir efsane. O efsane, nağmeleriyle başka dizileri şenlendiriyor şimdi.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 01.11.2011
elasi / 27.10.09
Asi'yi severken...
Biz Asi’yi severken o sevgi kimileyin sevinçle, kimileyin öfkeyle, kimileyin üzüntüyle çeşnilendi. Asi’de her duygunun rüzgarı esti. Fırtına gibi deli deli esen sadece sevdaydı. Nefret; gizli de olsa içte bir yerlerde saklanan senelerin kini, iftiraya uğramış olmanın kederi, anababa, evlat sevgisi; her şeye rağmen, herkesi karşına alarak sevgini yaşatmak dik duruşu; herkesten, elalemden gizlenen bir sırrı içinde saklama yükü, hatta en sonunda bu duygusal geçişlerin ardından Demir’in hepimizi üzen bir camekân ardındaki görüntüleri, Asi’deki duygu çokluğundan bazılarıydı.
İlk sarsıntımız Asi’ye ve Demir’in ayrılığında oldu. Bu ayrılık beş yıl sürdü. Neyse ki biz beş yıl beklemedik ekran başında yeniden bir araya gelsin bizim keçiler diye. Senaristler çaresini kolaylıkla buldu. Haftaya dizide bir bant vardı, “Beş yıl sonra” diye yazan.
Beş yıl sonra Asi’ye’nin Demir, demirle dağlamıştı yürekleri. Demirle dağlanmış gibi yanmıştı içler. Demir, sevenlerinin başta duası, sonra sevgisi ve sevdiklerine sarılabilmek arzusuyla iyileşti.
Biz önce nefrete sonra çekişmelere ardından da bir illete karşı mücadelede Asi’nin demir gibi Demir’ini bildik sevindirici sonlar olarak. Sanki sanal değil de essahmış gibi iyileşmesi için dua bile ettik. Yani senariste çağrılarda bulunduk, başka türlü bir sonucu kabullenemeyeceğimizi yazdık, çizdik. Onlar da kulak vermiş olmalılar isteklerimize. Sonuç sevindiriciydi.
Sonuç, sonuçta bir sanal iyileşmeydi. Gerçek hayattakiler için de sanal Demir için ettiğimiz dua kadar dua edebilmemiz ne iyi olur. Gerçekte Demir gibi mücadele verenler, Demir ile aynı illete karşı savaşanlar var. Onların hepsine de Allah, Demir’in yaşadığı ve yaşattığı mutluluğu nasip etsin. Topluca “Amin” deyişimizi duydum sanki. Bizler de belki yakınlardan belki sağdan soldan iyileşme öyküleri duyarak sevinelim.
Tüm iyilikler ve iyileşmeler herkesin olsun.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 1.11.2011
ANTE / 17.05.2009
İlk sarsıntımız Asi’ye ve Demir’in ayrılığında oldu. Bu ayrılık beş yıl sürdü. Neyse ki biz beş yıl beklemedik ekran başında yeniden bir araya gelsin bizim keçiler diye. Senaristler çaresini kolaylıkla buldu. Haftaya dizide bir bant vardı, “Beş yıl sonra” diye yazan.
Beş yıl sonra Asi’ye’nin Demir, demirle dağlamıştı yürekleri. Demirle dağlanmış gibi yanmıştı içler. Demir, sevenlerinin başta duası, sonra sevgisi ve sevdiklerine sarılabilmek arzusuyla iyileşti.
Biz önce nefrete sonra çekişmelere ardından da bir illete karşı mücadelede Asi’nin demir gibi Demir’ini bildik sevindirici sonlar olarak. Sanki sanal değil de essahmış gibi iyileşmesi için dua bile ettik. Yani senariste çağrılarda bulunduk, başka türlü bir sonucu kabullenemeyeceğimizi yazdık, çizdik. Onlar da kulak vermiş olmalılar isteklerimize. Sonuç sevindiriciydi.
Sonuç, sonuçta bir sanal iyileşmeydi. Gerçek hayattakiler için de sanal Demir için ettiğimiz dua kadar dua edebilmemiz ne iyi olur. Gerçekte Demir gibi mücadele verenler, Demir ile aynı illete karşı savaşanlar var. Onların hepsine de Allah, Demir’in yaşadığı ve yaşattığı mutluluğu nasip etsin. Topluca “Amin” deyişimizi duydum sanki. Bizler de belki yakınlardan belki sağdan soldan iyileşme öyküleri duyarak sevinelim.
Tüm iyilikler ve iyileşmeler herkesin olsun.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 1.11.2011
ANTE / 17.05.2009
Asi şehir... Antakya
Hani Asi bulunduğum şehre gelmişti fuar için… organik ürünler için… (dizide Asi’nin organik tarımı birlikte yaptığı beyle rastlaşmıştım)… “Antakya’ya gelin” demişti, “biz oradayız, siz bizi unutmadıkça hep var olacağız.” İşte arkadaşlar ben Asi’yi çok özledim, Tuba’yı çok özledim. Antakya’ya gidiyorum asi arkadaşlarım, dar sokaklarda, Asi’nin kenarında, Samandağ’ında, belki çiftlik yollarında, Reyhanlı’da dolaşacağım. Mado da oturacağım, uzun çarşıda gezeceğim, Asi’yi yeniden yaşayacağım.
Merak etmeyin, her şeyi sizin gözünüzle de göreceğim. Kızım ve eşimle gidiyorum bu sefer. Ben gördüm onlara da anlatacağım bu gizemli şehri. Bakalım sokaklar beni daha önce olduğu gibi etkileyecek mi. Her köşe başından Asi çıkar mı? Demir’i görür müyüz? Aaaa Defne lokantadan mı geliyor! Her şey… kırlar bayırlar bana ne gösterecek, çok merak ediyorum.
minikkulak, Sohbet Köşesi, 15 Kasım 2011
duygu
Yakınlarda oralarda bulunacağına; içindekileri, dışındakileri soluksuz izlediğimiz, bizden bilip sevdiğimiz çiftlikte olacağına seviniyorum. Sadece sen oraları göreceksin diye değil, çektiğin resimlerden biz de göreceğiz diye sevincim.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 16 Kasım 2011
duygu
Sevgili minikkulak... güzelliklerle git, güzelliklerle dön bizlere. Çok söze gerek yok aslında... biliyoruz ki sen taşıyacaksın bizlerin asi enerjilerimizi, gözlerinin ellerinin değdiği her Antakya köşesine. Sevgilerimizle karşılayacak kışı o topraklar bizleri serptiğin her bir yerde... bahara değin koruyacak yeşilin tohumlarını bu sevgilerde... ve dünyanın en güzel çiçekleri açacak yine vakti geldiğinde...
e.min, Sohbet Köşesi, 16 Kasım 2011
duygu
Sevgili minikkulak sizi çok kıskanıyorum bunu bilesiniz öncelikle...
Lütfen onların gezdikleri her yere gitmeye çalışın vaktiniz olduğunda... İki çiftlik arasındaki arka yolda yürümeyi de unutmayın ne olur. Kuşlu ev mi? Şehir kulübü mü yoksa Mado mu bilemedim şimdi... En iyisi bir gece Kozcuoğlu çiftliğinden Doğan çiftliğine doğru bakarken siz de Asi olup Demir'i gözleyin diye rica etsem.
Dostlarım bir gün mutlaka Antakya da bir arada olmalıyız derim ben. Ama o gittiğimizde tek bir yeri atlamak istemem o nedenle en kısa zamanda baştan sona bir sahneyi bile atlamadan tekrar seyretmem lazım. Hatta Neriman’la Süheyla’nın çaya gittiği ev bile olabilir görmek istediklerim arasında. Hani Kerim’in Defne’yi aldattığı dedikodularını dinledikleri...Orayı nasıl buluruz bilemem ama... İlk dansın yapıldığı parkı biliyorum. Madamın sandalyesine otururum gözümü kapayarak, müziğe ve onlara kendimi kaptırabilirim. Tarlalar tarlalar o tarlalar bir konuşsa, buğday tarlaları o kırmızı çiçekler... Köprünün çok kötü hikayeleri var görmek ister miyim bilemiyorum. Savon otelde de çok anımız var ilk oradayken adını öğrenmişti Asi’nin Demir... Sonra Doğum günü partisinde...
Sevgili minikkulak her an kulağınız bizde olsun çünkü çok çınlayacak bu sefer.... güle güle gidin keyifle dönün.
SerapSU, Sohbet Köşesi, 18Kasım 2011
duygu
Sevgili Asi dostumuz… yükünüz çok ağır bilesiniz. Hepimizin gözünü ve gönlünü size yükledik. Asi diyarlarına götürmeniz için. Yolunuz açık olsun. Sağ-selamet gidin gelin. Yedikleriniz, içtikleriniz size sağlık olsun, gözlerinizin değdiğini bizimle paylaşın. Sabırsız arkadaşınız olarak bekliyorum.
Geçtiğiniz her dar sokakta AsiDemir'e dair izler bulacağınızdan eminim. Keyfini çıkarın. Tozlu köy yollarına da yolunuz düşerse eğer, ya at üzerinde mağrur bir prenses, ya da elinde sopası ile kuzularını güden güzel gözlü bir kız çocuğuna rastlarsanız, bizim selam ve sevgilerimizi de iletin.
Siz de Kerim ve Demir'in ilk geldiği gün gibi toprağı rengiyle birbirinden ayrılmış tarlaları kuş bakışı izlemek için, manzaralı bir yer bulun kendinize. Hepimiz için bir yamacın kenarında derin deriin soluklanın lütfen. yağmur düşmüş toprağın, çimenin, çiçeğin kokusunu içinize çekin.
Biliyorum, ne kadar çok şey istedim sizden. Ama ne yapayım, söz konusu Asi olunca… halden anlarsınız değil mi?
*naile* , Sohbet Köşesi, 18 Kasım 2011
duygu
Antakya ismi nasıl heyecanlandırıyor hepimizi.
Hep Asi ile anacağız sanırım bu güzel, kültürlerin kardeş kentini...
Hayatımızdaki yeri hep özel olacak... Her gidenin arkasından özeneceğiz, Asi ruhunun içinde olacağı için... Yüreğinde bu gizi taşıyanlar için "ASİ"nin dokunduğu yerlerin tazeliği hiç kaybolmayacak...
ozenc-can, Sohbet Köşesi, 18 Kasım 2011
duygu
Asi mekanları…“Kuşlu ev mi? Şehir kulübü mü yoksa Mado mu bilemedim şimdi.” … ama bazıları şu anda yokmuş bile yerinde. Konuştum sevgili minikkulakla telefonda. Sağ olsun aradı beni, eski şehrin o dar sokaklarında yürürken, konuştuk… ben de oradaydım sanki. “Asi gibi dokun şehrin duvarlarına” diye diledim ondan. Ne yazık ki Mado ve telefonda yanlış anlamadıysam Demir’in mahkeme sahnesinin çekildiği sahnelere mekan olan o adliye sarayı da sanırım yıkılmış. Dün de Samandağ’ı, Reyhanlı ve çevresini gezeceklerdi. Bir asi yürek olanca heyecanıyla çarpıyor Antakya’da şu sıralar. Bizim için de çarpıyor.
Biz gittikçe eksilen kıymetleri bize topyekün sunduğu için de çok sevdik Asi’yi… çok özledik hem Asi’yi… hem Asi yaşamları. Değerlere tutunan ve ilkeleriyle yaşayan insanları. Suçlu olduğunu hissettiği yerde Demir’in gözlerinin içine bakmakta zorlanan o İhsan bakışlarını… Kendisinden intikam almaya gelmiş o çocuğa bile kızamayan İhsan anlayışını. İyinin ve doğrunun eninde sonunda galip olacağına inancı… evet güzel insan profilleri vardı Asi’de… onun için unutmak mümkün olmuyor Asi’yi.
e.min, Sohbet Köşesi, 20 Kasım 2011
duygu
Perşembe aksamı Antakya’ya inerken o küçük havaalanı ile karşılaşacağımı zannediyordum. Yerine çirkin bir cam yığını buldum. Hayal kırıklığımı size anlatamam. Alanımız biraz ilerde terkedilmiş bir şekilde duruyordu. Oraya yönelmek istedim, görevliler engelledi. Şaşkın şaşkın bu kadının terk edilmiş binada ne işi var demişlerdir. Bilmezler ki o bina bizim için ne kadar değerli. Şehre geldiğimizde hava karanlıktı. Mado’da bir çay içeriz derken, Mado yıkılmış. Kalakalmışım! Duygularımı anlatamam. Hele yanındaki konak… hani balkon sahnesinin çekildiği, o muhteşem sahnenin çekildiği yer… içeride bir şey kalmamış. Ki bir arkadaşım, konuyu çok iyi bilen, balkon sahnesinin hiç tekrarlanmadan bir defada çekildiğini anlatmıştı.
Akşam yemeğimi Anadolu restoranda yedim. Demir’in boğazına dizilen yemekler bence çok güzeldi. Sabah kalkınca doğru çarsıya Antakya sokaklarına çıktık. Her yeri adım adım dolaştım. Sevgili e-min ile o sırada telefonlaştık. Sokaklarda o kadar dolaşmama rağmen kuşlu evi bulamadım. Sorduğum kişiler ne yazık ki Asi’yi bizim kadar iyi izlememişler, bilmiyorlardı. Kiliseye gittim, parkta dolaştım, adliye sarayına gelince bir şok daha. Adliye bir taş toprak yığını. Kahroldum. Dizinin en anlamlı sahnelerinin çekildiği adliye…
Neyse ki, Demir’in ofisi yerli yerindeydi. Penceresinden ışık geliyordu, çalışıyordu herhalde. Otelimizin yanında ilköğretim okulu vardı, sabah miniklerin güzel sesleri ile uyandım. “Asya” dedim, belki de bu okulda okuyordur. Antakya çok medeni aydın bir şehir. Her yerde, dükkanlarda Atatürk resimleri var. Öyle adet yerini bulsun diye değil, sevdikleri için asmışlar. Yakalarda Atatürk. O kadar çok okul var ki ben saymaktan yoruldum. İstanbul’da görünen manzaralar asla yok Antakya’da. Suriye’den gelenler bile normal giyimliydi. Antakya’da yasayabilirim dedim. Zaten tanıdıklar var Reyhanlı’da.
Bu sefer şehrin içinde kaldığımdan halkla daha iç içeydim. Savon otele gittim. Cemal Ağa’nın kahve içtiği köşede ben de kahvemi içtim. Verda sabuncusuna gittik. Sabunhane bu sefer boştu. Dizinin nasıl çekildiğini tekrar anlattılar. Biz de çıkıp sabun kazanlarına altınlar attık hayalimizde. Her şeyi objektif anlatmaya çalışıyorum. Demir’in çok esprili olduğunu söylediler. “Ya Asi?” dedim…”Ya Asi!”… öyle bir bakmışım ki, Tuba’nın çekingen davrandığını halkın Tuba’ya çok ilgi gösterdiğini ve bunalttıklarını anlattılar. Demir’in esprileri yüzünden çekimler çok uzun sürmüş, gırgır şamata, herhalde ilk dönem.
Akşam Sveyka adlı restorana gittik, ilginç bir yer. Konuşurken gene asi açıldı. Zaten ben açmasam kızım annem asi için geldi deyip lafa başlıyordu. Garsonlar birlikte çektikleri fotoları gösterdiler. “Burayı hatırlamadınız mı? dediler, bana da hiç yabancı gelmemişti. Tam “İhsan Bey’in, Antakya’nın Avrupa Birliği için…” derken bölüm aklıma geldi. 22 bölüm… Garson “çok dik katlisiniz” deyince, bizim masa kahkahadan inledi. Kızım “dikkatlimi!” deyip güldü. Kaç kere izledi sorun diye benle dalga bile geçtiler. Masanın fotosunu çektim Mine’ye göndereceğim.
Yalnız bizim sanki aynı yerde gördüğümüz mekanlar birbirinden o kadar uzak ki. Sveyka da mekan için çekilmiş. Kapısı antik, otelin önünde çekilmiş. Sonra baba-kız yürüdükleri Demir’in evinin olduğu yer, daha uzakta. Mesela Reyhanlı’dan asi nehri geçmiyor. Nehir Samandağ’ından denize dökülüyor. Asi’yle yan yana denize kadar gittim, Akdeniz’e kavuştuğu yerde, ona veda ettim.
Sonraki gün araba kiralayıp çevreye gittik. Ben biliyorum ya, rehberlik ettim tabi. Önce St.Simon manastırına çıktık. Düğünü tekrara yaşadım. Asi buradan geldi, asi burada durdu, İhsan Bey burada fenalaştı vs. Bizimkiler yeter bile dediler. Şoförümüz dizide de şoförlük yapmış. Çetin Bey’i çok iyi tanıdığını çok sevdiğini anlattı durdu. Tabi ben “Ya Asi? ”dedim. Tuba’nı özellikle makyaj konusunda biraz zorluk çıkardığını, çok titiz olduğunu anlattı. İnsanlarla fazla ilişki kurmadığından bahsetti. Bunun normal olduğunu, zaten bunu bildiğimizi savunarak kızıma toz kondurmadım.
Samandağ’ında, Titus tünellerinde, Demir’in bağırıp ağladığı yere zorda olsa ulaştım. Fotolar inşallah çıkmıştır.Daha sonra sahildeydim. En güzel sahnelerin çekildiği sahilde ben de yürüdüm. Deniz çarşaf gibiydi. Orada Asi ve Demir’in varlığını hissettim. İnşallah buraları bozulmaz diye düşündüm.
Dönüşte, insanlar pamuk tarlalarından dönüyorlardı. Kızıl kahve toprağın üzerinde beyaz pamuklar. ASİ dedim, atının üzerinde gün batımında tarlaları kontrol ediyordur. Yine tozlu köy yollarının mağrur prensesi. Canım kızım, o çamurları bir mücevher gibi üzerinde taşıyordur. Uzaklara dalmış Demir’in ofisten, Asya’nın okuldan gelmesini bekliyordur, belki köprünün başında… ben öyle düşündüm… öyle hissettim işte.
Reyhanlı Antakya’ya çok uzak. Çiftlik sınırın hemen kenarında. “şimdi oraları karışık, gitmeyin, Suriye’den gelenler var” dediler. Bizimkilere fazla ısrarcı olamadım çünkü tahammül sınırlarına geldiğimi hissetmiştim. Kendi kendime söz verdim, 2 yıl sonra gene gideceğim. Çünkü müze Reyhanlı’ya taşınacakmış. Mutlaka Reyhanlı’ya gideceğim. Bir gün belki beraber gideriz, isteyelim yeter ki. Birbirimizi biz anlarız ama eşim ve kızım bana çok iyi dayandılar doğrusu, onlara teşekkür ettim.
Son gün uzun çarsıdaydım. Neriman’ı çeyiz aldığı dükkanı gördüm. Defne’nin lokantası zaten orada. O harika görünen Cemal Ağa’nın konağı yığıntı gibi. Belki de dizide ki gibi hayal etmemiz daha mı iyi olacak bilmiyorum.
Hepinizin gözüyle bakmaya çalıştım, her yere. hepinizin demiştim ya bakalım aynı duyguları duyacak mıyım diye. Mekanlar yok olsa da Asi ve Demir oradaydılar. Cemal Ağa da orada. Affan kahvesinde nargilesini içerken haytalı da yiyordu, midesine dokunsa bile. Geçerken beni selamladı.
Asi arabanın içinde Savon otelin önünde, Defne’nin “gitmişler” sesini duyunca “İkisi de mi?” der gibiydi. Yıkılan Mado evinde Demir’in Asi ve Ali’yi seyrederken ki hırsını hissettim. Çünkü kapı hala duruyor. Karşıdan bakarken sanki ofiste Demir dolaşıyordu, başı bir görünüp kayboluyordu. Dar sokaklarda Asi’yleydim. Sert ve hızlı yürüyüşlerle yürüyüp durduk.
Asi’nin yangın sahnesinden önce, arabadan inip Demir’e baktığı, o çok güzel, bence rol olamayacak kadar gerçek sahneyi hatırladım. Arabanın durduğu yerde bende durdum, hatta Asi’ye dikkatli ol kızım dedim.
Vakıflı köyünde pansiyonun merdivenlerini de çıktım. Hani İhsan Bey nasıl çıkmıştı Defne’yi almak için geldiklerinde. Asi ve Demir’in odasını göremedim, 47 bölüm belki başka yerde çekildi ama dans ettikleri düğün yerinde Hıdır ile Musa’nın buluştukları kahvede oturdum. Düğün gecesini tekrar hatırladım.
Velhasıl dostlar çok yazdım ama yazmak istedim. Ne gördümse paylaşmak istedim. Benim için hala oradalar. Tuba ister kaprisli olsun ister soğuk, benim için ASİ, başka yolu yok. Her zaman asi, her zaman zarife. Asla vazgeçmem.Uzun çarsıda köpeği ile geziyormuş, hatta köpeğine künefe bil yedirmek istemiş, öyle anlattılar. Hepsi oradaydılar. Hepsi Defne’nin çok zayıf olduğunu ama çok yediğini anlattılar. Devamlı gülermiş benim kristal kızım. Asi’m ise daha ağırmış. Çok ilişkiye girmemiş. Yazdığım gibi, çok zarif ve narin olduğunu söylediler. Onlarla çok diyaloga girmediği için, bizden çok hoşlanmadı diye sitem ettiler. Ama ben kızımı gene zırhımı giyip kılıcımı çekerek sonsuza kadar savundum. İzlenimlerim bunlar uzun oldu kusura bakmayın.
minikkulak, Sohbet Köşesi, 22 Kasım 2011
duygu
Sevgili minikkulak hoş geldiniz ama çok çok hoş geldiniz. Bana iki yıl önce kendi yaşadığım deneyimlerimi hatırlattınız. Kızım ve eşimle ve bana tahammül edilerek , garsonlarla konuşarak, orada burada şurada her yerde Asi’den konuşarak geçen Antakya günlerimi. Asiyi bilmeyen Antakyalılara kızarak, AsiDemir şuradaydı buradaydı muhabbetleri ile.
Benim için çok hoş oldu gerçekten. Sizinle tekrar bir yolculuğa çıktım inanılmaz güzel geldi sağ olun. O zamanlar ben olmaz rüyalarımın da peşindeydim. Ama çok benzer yorumları duymuşuz inanın. Ben de yazmıştım o zamanlar. Şimdi hatırlıyorum Kozcuoğlu çiftliğin oradaki köylülerle ve Doğan çiftliğinin karşısındaki evdekilerle yaptığım uzun söyleşileri. Eşimin gözüme inanılmaz bir şekilde bakışını hatırlıyorum. Bu sen misin, diyen!
Antakya her türlü güzel bir şehir, sanki başka bir dünya gerçekten... Mutlaka görülmesi gereken... AsiDemir aşkları için başka en uygun mekan ben düşünemedim bile ne o zamanlar ne de sonrasında...
Mutlaka bir gün hep beraber orada olmayı ben de çok isterim . Hiç bir mekanı kaçırmadan gezeriz. Birbirimize binlerce kere sahneleri hatırlatarak...
serapSu, Sohbet Köşesi, 22 Kasım 2011
Sevgili minikkulak, yıkılan her Asi mekanı, bizim de içimizden bir şeyler yıktı. İyi ki Asi çekilmiş. Onun sayesinde yıkılsalar da, artık olmasalar da öyle çok şey var ki, hiç yıkılmadan yaşayacak dimağlarımızda.
Acemi Demirci, 27.11.2011
duygu
Merak etmeyin, her şeyi sizin gözünüzle de göreceğim. Kızım ve eşimle gidiyorum bu sefer. Ben gördüm onlara da anlatacağım bu gizemli şehri. Bakalım sokaklar beni daha önce olduğu gibi etkileyecek mi. Her köşe başından Asi çıkar mı? Demir’i görür müyüz? Aaaa Defne lokantadan mı geliyor! Her şey… kırlar bayırlar bana ne gösterecek, çok merak ediyorum.
minikkulak, Sohbet Köşesi, 15 Kasım 2011
duygu
Yakınlarda oralarda bulunacağına; içindekileri, dışındakileri soluksuz izlediğimiz, bizden bilip sevdiğimiz çiftlikte olacağına seviniyorum. Sadece sen oraları göreceksin diye değil, çektiğin resimlerden biz de göreceğiz diye sevincim.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 16 Kasım 2011
duygu
Sevgili minikkulak... güzelliklerle git, güzelliklerle dön bizlere. Çok söze gerek yok aslında... biliyoruz ki sen taşıyacaksın bizlerin asi enerjilerimizi, gözlerinin ellerinin değdiği her Antakya köşesine. Sevgilerimizle karşılayacak kışı o topraklar bizleri serptiğin her bir yerde... bahara değin koruyacak yeşilin tohumlarını bu sevgilerde... ve dünyanın en güzel çiçekleri açacak yine vakti geldiğinde...
e.min, Sohbet Köşesi, 16 Kasım 2011
duygu
Sevgili minikkulak sizi çok kıskanıyorum bunu bilesiniz öncelikle...
Lütfen onların gezdikleri her yere gitmeye çalışın vaktiniz olduğunda... İki çiftlik arasındaki arka yolda yürümeyi de unutmayın ne olur. Kuşlu ev mi? Şehir kulübü mü yoksa Mado mu bilemedim şimdi... En iyisi bir gece Kozcuoğlu çiftliğinden Doğan çiftliğine doğru bakarken siz de Asi olup Demir'i gözleyin diye rica etsem.
Dostlarım bir gün mutlaka Antakya da bir arada olmalıyız derim ben. Ama o gittiğimizde tek bir yeri atlamak istemem o nedenle en kısa zamanda baştan sona bir sahneyi bile atlamadan tekrar seyretmem lazım. Hatta Neriman’la Süheyla’nın çaya gittiği ev bile olabilir görmek istediklerim arasında. Hani Kerim’in Defne’yi aldattığı dedikodularını dinledikleri...Orayı nasıl buluruz bilemem ama... İlk dansın yapıldığı parkı biliyorum. Madamın sandalyesine otururum gözümü kapayarak, müziğe ve onlara kendimi kaptırabilirim. Tarlalar tarlalar o tarlalar bir konuşsa, buğday tarlaları o kırmızı çiçekler... Köprünün çok kötü hikayeleri var görmek ister miyim bilemiyorum. Savon otelde de çok anımız var ilk oradayken adını öğrenmişti Asi’nin Demir... Sonra Doğum günü partisinde...
Sevgili minikkulak her an kulağınız bizde olsun çünkü çok çınlayacak bu sefer.... güle güle gidin keyifle dönün.
SerapSU, Sohbet Köşesi, 18Kasım 2011
duygu
Sevgili Asi dostumuz… yükünüz çok ağır bilesiniz. Hepimizin gözünü ve gönlünü size yükledik. Asi diyarlarına götürmeniz için. Yolunuz açık olsun. Sağ-selamet gidin gelin. Yedikleriniz, içtikleriniz size sağlık olsun, gözlerinizin değdiğini bizimle paylaşın. Sabırsız arkadaşınız olarak bekliyorum.
Geçtiğiniz her dar sokakta AsiDemir'e dair izler bulacağınızdan eminim. Keyfini çıkarın. Tozlu köy yollarına da yolunuz düşerse eğer, ya at üzerinde mağrur bir prenses, ya da elinde sopası ile kuzularını güden güzel gözlü bir kız çocuğuna rastlarsanız, bizim selam ve sevgilerimizi de iletin.
Siz de Kerim ve Demir'in ilk geldiği gün gibi toprağı rengiyle birbirinden ayrılmış tarlaları kuş bakışı izlemek için, manzaralı bir yer bulun kendinize. Hepimiz için bir yamacın kenarında derin deriin soluklanın lütfen. yağmur düşmüş toprağın, çimenin, çiçeğin kokusunu içinize çekin.
Biliyorum, ne kadar çok şey istedim sizden. Ama ne yapayım, söz konusu Asi olunca… halden anlarsınız değil mi?
*naile* , Sohbet Köşesi, 18 Kasım 2011
duygu
Antakya ismi nasıl heyecanlandırıyor hepimizi.
Hep Asi ile anacağız sanırım bu güzel, kültürlerin kardeş kentini...
Hayatımızdaki yeri hep özel olacak... Her gidenin arkasından özeneceğiz, Asi ruhunun içinde olacağı için... Yüreğinde bu gizi taşıyanlar için "ASİ"nin dokunduğu yerlerin tazeliği hiç kaybolmayacak...
ozenc-can, Sohbet Köşesi, 18 Kasım 2011
duygu
Asi mekanları…“Kuşlu ev mi? Şehir kulübü mü yoksa Mado mu bilemedim şimdi.” … ama bazıları şu anda yokmuş bile yerinde. Konuştum sevgili minikkulakla telefonda. Sağ olsun aradı beni, eski şehrin o dar sokaklarında yürürken, konuştuk… ben de oradaydım sanki. “Asi gibi dokun şehrin duvarlarına” diye diledim ondan. Ne yazık ki Mado ve telefonda yanlış anlamadıysam Demir’in mahkeme sahnesinin çekildiği sahnelere mekan olan o adliye sarayı da sanırım yıkılmış. Dün de Samandağ’ı, Reyhanlı ve çevresini gezeceklerdi. Bir asi yürek olanca heyecanıyla çarpıyor Antakya’da şu sıralar. Bizim için de çarpıyor.
Biz gittikçe eksilen kıymetleri bize topyekün sunduğu için de çok sevdik Asi’yi… çok özledik hem Asi’yi… hem Asi yaşamları. Değerlere tutunan ve ilkeleriyle yaşayan insanları. Suçlu olduğunu hissettiği yerde Demir’in gözlerinin içine bakmakta zorlanan o İhsan bakışlarını… Kendisinden intikam almaya gelmiş o çocuğa bile kızamayan İhsan anlayışını. İyinin ve doğrunun eninde sonunda galip olacağına inancı… evet güzel insan profilleri vardı Asi’de… onun için unutmak mümkün olmuyor Asi’yi.
e.min, Sohbet Köşesi, 20 Kasım 2011
duygu
Perşembe aksamı Antakya’ya inerken o küçük havaalanı ile karşılaşacağımı zannediyordum. Yerine çirkin bir cam yığını buldum. Hayal kırıklığımı size anlatamam. Alanımız biraz ilerde terkedilmiş bir şekilde duruyordu. Oraya yönelmek istedim, görevliler engelledi. Şaşkın şaşkın bu kadının terk edilmiş binada ne işi var demişlerdir. Bilmezler ki o bina bizim için ne kadar değerli. Şehre geldiğimizde hava karanlıktı. Mado’da bir çay içeriz derken, Mado yıkılmış. Kalakalmışım! Duygularımı anlatamam. Hele yanındaki konak… hani balkon sahnesinin çekildiği, o muhteşem sahnenin çekildiği yer… içeride bir şey kalmamış. Ki bir arkadaşım, konuyu çok iyi bilen, balkon sahnesinin hiç tekrarlanmadan bir defada çekildiğini anlatmıştı.
Akşam yemeğimi Anadolu restoranda yedim. Demir’in boğazına dizilen yemekler bence çok güzeldi. Sabah kalkınca doğru çarsıya Antakya sokaklarına çıktık. Her yeri adım adım dolaştım. Sevgili e-min ile o sırada telefonlaştık. Sokaklarda o kadar dolaşmama rağmen kuşlu evi bulamadım. Sorduğum kişiler ne yazık ki Asi’yi bizim kadar iyi izlememişler, bilmiyorlardı. Kiliseye gittim, parkta dolaştım, adliye sarayına gelince bir şok daha. Adliye bir taş toprak yığını. Kahroldum. Dizinin en anlamlı sahnelerinin çekildiği adliye…
Neyse ki, Demir’in ofisi yerli yerindeydi. Penceresinden ışık geliyordu, çalışıyordu herhalde. Otelimizin yanında ilköğretim okulu vardı, sabah miniklerin güzel sesleri ile uyandım. “Asya” dedim, belki de bu okulda okuyordur. Antakya çok medeni aydın bir şehir. Her yerde, dükkanlarda Atatürk resimleri var. Öyle adet yerini bulsun diye değil, sevdikleri için asmışlar. Yakalarda Atatürk. O kadar çok okul var ki ben saymaktan yoruldum. İstanbul’da görünen manzaralar asla yok Antakya’da. Suriye’den gelenler bile normal giyimliydi. Antakya’da yasayabilirim dedim. Zaten tanıdıklar var Reyhanlı’da.
Bu sefer şehrin içinde kaldığımdan halkla daha iç içeydim. Savon otele gittim. Cemal Ağa’nın kahve içtiği köşede ben de kahvemi içtim. Verda sabuncusuna gittik. Sabunhane bu sefer boştu. Dizinin nasıl çekildiğini tekrar anlattılar. Biz de çıkıp sabun kazanlarına altınlar attık hayalimizde. Her şeyi objektif anlatmaya çalışıyorum. Demir’in çok esprili olduğunu söylediler. “Ya Asi?” dedim…”Ya Asi!”… öyle bir bakmışım ki, Tuba’nın çekingen davrandığını halkın Tuba’ya çok ilgi gösterdiğini ve bunalttıklarını anlattılar. Demir’in esprileri yüzünden çekimler çok uzun sürmüş, gırgır şamata, herhalde ilk dönem.
Akşam Sveyka adlı restorana gittik, ilginç bir yer. Konuşurken gene asi açıldı. Zaten ben açmasam kızım annem asi için geldi deyip lafa başlıyordu. Garsonlar birlikte çektikleri fotoları gösterdiler. “Burayı hatırlamadınız mı? dediler, bana da hiç yabancı gelmemişti. Tam “İhsan Bey’in, Antakya’nın Avrupa Birliği için…” derken bölüm aklıma geldi. 22 bölüm… Garson “çok dik katlisiniz” deyince, bizim masa kahkahadan inledi. Kızım “dikkatlimi!” deyip güldü. Kaç kere izledi sorun diye benle dalga bile geçtiler. Masanın fotosunu çektim Mine’ye göndereceğim.
Yalnız bizim sanki aynı yerde gördüğümüz mekanlar birbirinden o kadar uzak ki. Sveyka da mekan için çekilmiş. Kapısı antik, otelin önünde çekilmiş. Sonra baba-kız yürüdükleri Demir’in evinin olduğu yer, daha uzakta. Mesela Reyhanlı’dan asi nehri geçmiyor. Nehir Samandağ’ından denize dökülüyor. Asi’yle yan yana denize kadar gittim, Akdeniz’e kavuştuğu yerde, ona veda ettim.
Sonraki gün araba kiralayıp çevreye gittik. Ben biliyorum ya, rehberlik ettim tabi. Önce St.Simon manastırına çıktık. Düğünü tekrara yaşadım. Asi buradan geldi, asi burada durdu, İhsan Bey burada fenalaştı vs. Bizimkiler yeter bile dediler. Şoförümüz dizide de şoförlük yapmış. Çetin Bey’i çok iyi tanıdığını çok sevdiğini anlattı durdu. Tabi ben “Ya Asi? ”dedim. Tuba’nı özellikle makyaj konusunda biraz zorluk çıkardığını, çok titiz olduğunu anlattı. İnsanlarla fazla ilişki kurmadığından bahsetti. Bunun normal olduğunu, zaten bunu bildiğimizi savunarak kızıma toz kondurmadım.
Samandağ’ında, Titus tünellerinde, Demir’in bağırıp ağladığı yere zorda olsa ulaştım. Fotolar inşallah çıkmıştır.Daha sonra sahildeydim. En güzel sahnelerin çekildiği sahilde ben de yürüdüm. Deniz çarşaf gibiydi. Orada Asi ve Demir’in varlığını hissettim. İnşallah buraları bozulmaz diye düşündüm.
Dönüşte, insanlar pamuk tarlalarından dönüyorlardı. Kızıl kahve toprağın üzerinde beyaz pamuklar. ASİ dedim, atının üzerinde gün batımında tarlaları kontrol ediyordur. Yine tozlu köy yollarının mağrur prensesi. Canım kızım, o çamurları bir mücevher gibi üzerinde taşıyordur. Uzaklara dalmış Demir’in ofisten, Asya’nın okuldan gelmesini bekliyordur, belki köprünün başında… ben öyle düşündüm… öyle hissettim işte.
Reyhanlı Antakya’ya çok uzak. Çiftlik sınırın hemen kenarında. “şimdi oraları karışık, gitmeyin, Suriye’den gelenler var” dediler. Bizimkilere fazla ısrarcı olamadım çünkü tahammül sınırlarına geldiğimi hissetmiştim. Kendi kendime söz verdim, 2 yıl sonra gene gideceğim. Çünkü müze Reyhanlı’ya taşınacakmış. Mutlaka Reyhanlı’ya gideceğim. Bir gün belki beraber gideriz, isteyelim yeter ki. Birbirimizi biz anlarız ama eşim ve kızım bana çok iyi dayandılar doğrusu, onlara teşekkür ettim.
Son gün uzun çarsıdaydım. Neriman’ı çeyiz aldığı dükkanı gördüm. Defne’nin lokantası zaten orada. O harika görünen Cemal Ağa’nın konağı yığıntı gibi. Belki de dizide ki gibi hayal etmemiz daha mı iyi olacak bilmiyorum.
Hepinizin gözüyle bakmaya çalıştım, her yere. hepinizin demiştim ya bakalım aynı duyguları duyacak mıyım diye. Mekanlar yok olsa da Asi ve Demir oradaydılar. Cemal Ağa da orada. Affan kahvesinde nargilesini içerken haytalı da yiyordu, midesine dokunsa bile. Geçerken beni selamladı.
Asi arabanın içinde Savon otelin önünde, Defne’nin “gitmişler” sesini duyunca “İkisi de mi?” der gibiydi. Yıkılan Mado evinde Demir’in Asi ve Ali’yi seyrederken ki hırsını hissettim. Çünkü kapı hala duruyor. Karşıdan bakarken sanki ofiste Demir dolaşıyordu, başı bir görünüp kayboluyordu. Dar sokaklarda Asi’yleydim. Sert ve hızlı yürüyüşlerle yürüyüp durduk.
Asi’nin yangın sahnesinden önce, arabadan inip Demir’e baktığı, o çok güzel, bence rol olamayacak kadar gerçek sahneyi hatırladım. Arabanın durduğu yerde bende durdum, hatta Asi’ye dikkatli ol kızım dedim.
Vakıflı köyünde pansiyonun merdivenlerini de çıktım. Hani İhsan Bey nasıl çıkmıştı Defne’yi almak için geldiklerinde. Asi ve Demir’in odasını göremedim, 47 bölüm belki başka yerde çekildi ama dans ettikleri düğün yerinde Hıdır ile Musa’nın buluştukları kahvede oturdum. Düğün gecesini tekrar hatırladım.
Velhasıl dostlar çok yazdım ama yazmak istedim. Ne gördümse paylaşmak istedim. Benim için hala oradalar. Tuba ister kaprisli olsun ister soğuk, benim için ASİ, başka yolu yok. Her zaman asi, her zaman zarife. Asla vazgeçmem.Uzun çarsıda köpeği ile geziyormuş, hatta köpeğine künefe bil yedirmek istemiş, öyle anlattılar. Hepsi oradaydılar. Hepsi Defne’nin çok zayıf olduğunu ama çok yediğini anlattılar. Devamlı gülermiş benim kristal kızım. Asi’m ise daha ağırmış. Çok ilişkiye girmemiş. Yazdığım gibi, çok zarif ve narin olduğunu söylediler. Onlarla çok diyaloga girmediği için, bizden çok hoşlanmadı diye sitem ettiler. Ama ben kızımı gene zırhımı giyip kılıcımı çekerek sonsuza kadar savundum. İzlenimlerim bunlar uzun oldu kusura bakmayın.
minikkulak, Sohbet Köşesi, 22 Kasım 2011
duygu
Sevgili minikkulak hoş geldiniz ama çok çok hoş geldiniz. Bana iki yıl önce kendi yaşadığım deneyimlerimi hatırlattınız. Kızım ve eşimle ve bana tahammül edilerek , garsonlarla konuşarak, orada burada şurada her yerde Asi’den konuşarak geçen Antakya günlerimi. Asiyi bilmeyen Antakyalılara kızarak, AsiDemir şuradaydı buradaydı muhabbetleri ile.
Benim için çok hoş oldu gerçekten. Sizinle tekrar bir yolculuğa çıktım inanılmaz güzel geldi sağ olun. O zamanlar ben olmaz rüyalarımın da peşindeydim. Ama çok benzer yorumları duymuşuz inanın. Ben de yazmıştım o zamanlar. Şimdi hatırlıyorum Kozcuoğlu çiftliğin oradaki köylülerle ve Doğan çiftliğinin karşısındaki evdekilerle yaptığım uzun söyleşileri. Eşimin gözüme inanılmaz bir şekilde bakışını hatırlıyorum. Bu sen misin, diyen!
Antakya her türlü güzel bir şehir, sanki başka bir dünya gerçekten... Mutlaka görülmesi gereken... AsiDemir aşkları için başka en uygun mekan ben düşünemedim bile ne o zamanlar ne de sonrasında...
Mutlaka bir gün hep beraber orada olmayı ben de çok isterim . Hiç bir mekanı kaçırmadan gezeriz. Birbirimize binlerce kere sahneleri hatırlatarak...
serapSu, Sohbet Köşesi, 22 Kasım 2011
Sevgili minikkulak, yıkılan her Asi mekanı, bizim de içimizden bir şeyler yıktı. İyi ki Asi çekilmiş. Onun sayesinde yıkılsalar da, artık olmasalar da öyle çok şey var ki, hiç yıkılmadan yaşayacak dimağlarımızda.
Acemi Demirci, 27.11.2011
duygu
2 Aralık 2011 Cuma
Elle Stil Ödülleri...
Sevgili Tuba, çok söze gerek bırakmayan görüntüleriyle aramızda uzun zaman sonra. usayken hareketli görsellerini bizlere getirene kadar iki karesini taşımak istedim sayfalara...
2011 Elle Stil ödüllerinde, Kadın Oyuncu kategorisinde, dergi üyelerinin oylarıyla seçildi ve ödüle layık görüldü. Tören alanı girişinden ve ödülünü aldıktan sonra sahneden inerken...
2011 Elle Stil ödüllerinde, Kadın Oyuncu kategorisinde, dergi üyelerinin oylarıyla seçildi ve ödüle layık görüldü. Tören alanı girişinden ve ödülünü aldıktan sonra sahneden inerken...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)