20 Aralık 2011 Salı

Mutluluktan söz edilmiş...

Mutluluktan söz edilmiş...

Bende bugün  ilk kez Selvi Boylum Al Yazmalım'ı izleyen arkadaşıma eşlik ederken ve o ağlarken ben aslında filmin sonunda gülümsüyordum... Mutluluk kelimesini o anda düşündüm... Asya gözleri yağmurlar içinde, sevdiği adamı ağlayan bakışlarıyla arkasında bırakıp sadakate giderken aslında bana kalırsa o an acı da çekse, ayakları kan toplasa da mutluluğa yürüyordu... İlyas'a dönseydi belki de başka savaşlar içinde bulacaktı kendini, belki başka bir kadın girecekti gene araya... İçinde bir hayal biriktirmek, hayal kırıklığına uğramaktan daha iyi aslında... Mutluluk illaki tutkuyla bağlandığın adamla değil de, bazen çocuğunun babası olabilen sana patırtısız ve sessiz aslında basit olmayan 'basit' bir hayat sunabilen bir adamın yanında da olabilir. Ve gene de derim ki bazen çok ama çok sevmek de her zaman huzur getirmez...

Asya... Kısacık sessiz anlarda aklına İlyas'ı getirecek belki de... Onun siyah o koyu koyu bakışlarını, içten gülümseyişlerini, ona dokunuşunu, sesini ve kahkahasını... Birlikte yapamadıklarına içerleyecek. Yüreği burkulacak, özlem dolacak içinin her tarafını. Sonra oğlunun bir 'anne' deyişi, Cemşit'in manavdan eli poşetlerle gülümseyerek gelişi, hüznünü rafa kaldırmasını öğretecek ona. Ve o da gülecek onlarla, içtenlikle.

Mutluluk anlayışı Asya için değişmiş olacak çünkü...

Asya yorulmuştu çünkü, bekleyen, sabreden, ihanete uğrayan, susandı çünkü... Bütün bu yıpranmalara rağmen aşkı için yüreğinde verdiği bütün savaşlar sonucunda ruhu harap düşmüştü. Ve tutku dolu bir kucaklaşma yerine, huzurlu bakan iki çift gözü mutluluk olarak anlamıştı. Yetinmeyi öğrenmiş ve aslında daha da fazlasını istese de kaldıramayacağını bilmişti.

Yani gene bana kalırsa mutluluk dediğimiz şey değişken bir kavram. Bu değişiklik yaştan başlayan sonra hayattan aldığın darbelerle devam edebilen sebeplerden besleniyor.

Biliyorum ki Asya ve İlyas'lar çok var... Ve Cemşit'ler de elbette... Bu durumda kim için zor?

Asya için mi? Yüreği hala geride kalandayken, önüne bakmaya çalışan Asya için mi?

İlyas için mi? Hataları yüzünden bir aileyi, Asya'nın güzel yüzünü kaybeden, onun gidişine boyun eğen ama içerlenen ve imrenen İlyas için mi?

Ve Cemşit için mi? Yanındaki kadının hep aynı adama aşık olacağını bilen Cemşit için mi?

Herhalde hepsi için zor...

Ve mutluluk demişken...

Asi ve Demir düşüyor bu anda zihnime... Ve Asya ve İlyas ile birleştiriyorum onların hikayesini.

Eğer Asya sevgiye yenik düşseydi... İlyas'a işte tam da böyle sarılırdı diyorum ben.



Asi ve Demir'in hep sarılışlarını severim ben. Bir de ayrılırken o son bakışları. Niyeyse her ikisi de yüreğimi cız ettirir.

Ama işte bu sarılışın bende apayrı bir yeri vardır hani. Bırakın yüreğimi cız ettirmek... cayır cayır yakmıştır. Aslında bir 'oh, kavuştum' diyen bir sarılıştır bu sarılış ama nedense ilk izlediğimde gözlerim dolmuştu... Hala da öyledir bendeki etkisi...

Bir daha görememek, bir daha sarılamamak, bir da koklayamamak, bir daha gülememek beraber... bir daha bakamamak gözlerinin içine, bir daha doyasıya öpememek... ve gittikçe unutmak yüzünün şeklini... gittikçe uzaklaşması sesinin tınısı... Bütün bu ihtimallerin tükenişiydi o sarılma.

İkisinin de ağlamaktan daha büyük bir şey ifade eden o hüzün dolu yüzlerine elleriyle dokunuşları, burunları birbirlerine çarparken Asi'nin dağılan saç tellerinin gene Demir'in yüzüne yapışması, birbirlerine 'çok korktum ' diyen bakışları, Asi'nin eli Demir'in boynunda gezerken Demir'in ,Demir'in Asi'nin kokusunda kendini boğması... Her biri üzerine çok söz söylerim aslında... Uzunca... Bir kavuşmadan çok bir ayrılığı anlatırım nedense... Dedim ya çok dokunmuştu bana bu sahne.

İki insan bu kadar mı güzel sarılır diyen de bir sahnedir hani! Geriye sarıp sarıp ısrarla yüreği cız ettirme isteğidir.

İşte İlyas ve Asya böyle sarılırlardı herhalde... Bu kadar can alıcı ve yürekten, kopmamaya yeminli, sarılırken bile söz veren.

Demir'in yolu Antakya'ya düşmeseydi o beş yıl sonunda... Ne farkları kalacaklardı ki Asya ve İlyas'tan?

Belki çok yıllar sonra karşılaşacaklardı. Her şey çok ama çok geç olduğunda.

Demir 'gitme' diye bakacak, Asi gidecekti gözleri, yüzü acıdan bitap düşüp ,adımlarını toprağa zor atarak.

Ve Demir içinden 'Elveda Asi'm... Benim Mağrur Sevgilim... Elveda... Bitmemiş Türküm benim...' diyecekti.

Senaristlerimiz (kızsak da etsek de vaktinde) ve hatta çok ama çok sevdiğim Cevdet Mercan'da... Küçük sırlar bırakmayı seven insanlardandı. Arada bir reyting mevzusuna takılsalar da gene de ASİ'ye başka bir değer verdiklerini bilirim. Cevdet Mercan'ın belki de çok reyting getireceği senaryoları hikayenin büyüsüne aykırı bulduğu için çöpe attığını da bilirim. Bu yüzden, belki de onlar da Selvi Boylum Al Yazmalım'a ithafen Asi ve Demir'in çocuklarına ASYA ismini vermişlerdir, kim bilir? Belki de onlarda bir uyum yakalamıştır iki efsane arasında.

Asi ve Demir ne kadar kavuşsalar da...

Gene de o ayrı düşen yıllara... ve belki... az daha ayrı düşecek yıllara...

İlyas ve Asya'ya... Asi ve Demir'e...Tüm yarım kalmış aşklara...

Bu şiir hepsine gelsin...

Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi, Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım.. Sevgi emekmiş, Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş... 
TUBASİ, Sohbet Köşesi, 20 Aralık 2011



SULE(C)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder