29 Nisan 2012 Pazar

Cemal Hünal...

Sevgili Cemal Hünal'ın bugün Milliyet Pazar'daki söyleşisi... Haberin tamamına alıntıladığım linkten ulaşabilirsiniz. Keyifli okumalar...

Kariyerinizin önemli noktaları olarak 
“Ulak”, “Asi” ve “Issız Adam”  sayılıyor. 






Arslan, G 2012, ‘Polonyalılar bize kılıç çalıştırdı, biz de onlara cirit öğrettik’, Milliyet Pazar Söyleşi,  29 Nisan, s.5

http://www.milliyet.com.tr/-polonyalilar-bize-kilic-calistirdi-biz-de-onlara-cirit-ogrettik-/pazar/haberdetay/29.04.2012/1534076/default.htm


28 Nisan 2012 Cumartesi

Asi sevdaya ortak...

Bir başka Asi dostun paylaşımı... yine dizifilm.com'dan...

"Koku müziği gelir derinden... Aşka götürür... İki deli gibi çarpan yüreğe, yankılanan sese doğru yol alır... Akan sular gibi tertemiz pak ama son derece şiddetli... Bir büyü gibi bir çığlık çoğu zaman sevda ve huzurdur bu ses...

Öfkelerinde, özlemlerinde, aşklarında, nefretlerinde, gururlarında... her an her şeyle bütünleşir...

Asi'nin müzikleri de ne kadar güzelmiş, bu sevdaya nasılda yakışmış onların aşkları izlendikçe izlenilesi, müzikleri dinlendikçe dinlenilesi...

Hep arıyorum onları, bakışlarını bana geçirdiği yaşattığı o güzel anıları... Ama bulamıyorum, sadece özlüyorum... Özlemler gün geçtikçe çoğalıyor, onlarda kalakaldım... Onları geri istiyorum, onlar gibi aşkı kimsede bulamadım, başka rüzgarlara bırakmaya denedim kendimi, olmadı... yapamadım. Yerlerini kimse alamayacak dolduramayacak kadar büyük bir yer açmışlar yüreğime.

Şu aralar sürekli benimle gezen bir replik var...
Bilmiyorum ama benimle dolaşıyor...
Hani ellerini iki yana açıp, boşluğa bıraktığında düşmeyeceğini bilmek ne deniyordu o duyguya?
Senin en önem verdiğin duygu: güven...
Ben Asi Demir’in birbirlerine olan bağlılıklarının yanında her koşulun acının sevdanın üzüntünün hep birebir yaşamasını gördüm... İkisi de aynı şekilde mücadele etti... Aşkı ikisi de var etti... İkisi de aynı zamanda yoruldular ama ya sonra birlikte ayağa kalktılar...

İnanın şimdi izlediğim dizilerde bunu görememek öyle acı ki... Tek taraflı olmuyor...
Aşk sevda karşılıklı... Ben bunu böyle öğrendim...

İyi ki de böyle öğrenmişim iyi ki de bu sevdaya ortak olup onlardayım halan ve hep de öyle kalacak...
Asi Demir" 

asidemirim / 25.04.2012 , dizifilm.com


c.n.s.

26 Nisan 2012 Perşembe

Hüzne hiç gerek yok...

Sevgili Dostlar, Asi sayfalarda dolandıkça, tanışıklığımız  eskilere dayanıyor diyebileceğimiz dostların yazılarına denk geliyorum... Asi adına yazılan herşey çok güzel... çok özel... gönlüm herbirini tek tek alabilmekten yana çırpınıyor ama buna yetemiyorum. Yetebildiklerimi taşımaya gayret ediyorum...  İşte birtanesi... sevgili askasone'nin Asi'yi hüzünle anan dostlara kendi bakış açısını aktarışı... omuz verişi.
"Asi dizisine dair duyulan özlemleri ve güzel hisleri bilmek ne kadar hoş olsa da, yine de bana göre doğru olan tavır bu değil, sitem, özlem, hüzün, keder ya da bir yakınımızı yitirmiş gibi konuşmanın, yazmanın kimseye bir yararı yok, bence doğru olan tavır herkesin kendince, elinden geldiğince Asi&Demir'i yaşatması, hatırlatmak bir şey değil zaten hiç unutmadık ki. 
Senaryosundaki her türlü boşluğu bir kenara koyarsak, Asi; Türk dizi tarihinin gelmiş geçmiş en özel dizisi, o görüntüler, uzun planlar, diyaloglar, bakışlardaki samimiyet ve tutku, aşk, vs. hiç bir dizide böyle işlenmemiştir. Bu dizinin bambaşka bir havası var ve o büyülü hava hep öyle kalacak. Şu diziyi izlemeyen biri ben Aşk'ı gördüm ya da izledim demesin. Bugün ya da geçmişte bize dizilerde aşk diye pazarladıkları şey, Asi'nin saçında bir tel bile olamaz. Asi ve Demir Gelmiş geçmiş en güzel ve özel çifttir.
Buna mukabil bence yukarıda yazdığım tüm duygulardan arınmak ve sadece yaşatmak gerek, herkes bildiğince, yapabildiğince, elinden geldiğince yaşatmalı Asi'yi.. Ben mesela Dizi biteli yıllar oldu, ama ben bitirmedim aklımda ya da kalbimde Asi'yi, hala klipler yapıyorum, kendi kafamda yeni yeni senaryolarla. Yaklaşık 400 oldu sanırım ve durmaya da niyetim yok. Sayfada gördüğüm kadarıyla page aklıma geldiği kadarıyla e.min, borontes, funda, nhy, yine burada özgün senaryolar yazan arkadaşlar, bildiğince, yapabildiğince, yeteneğince, elinden geldiğince yaşatmış, yaşatmaya çalışan adı şimdi aklıma gelmeyen tüm arkadaşlara kendi adıma teşekkür ederim. Umarım bıkmadan, usanmadan Asi'yi yaşatma yolunda devam edersiniz. 
Kedere hüzüne hiç gerek yok.. Bu dizi hala bitmedi, aklınızda, kalbinizde bitirdiğiniz gün biter.."
askasone, dizifil.com, 19.04.02  

alıntı resim / 18 .04.11

25 Nisan 2012 Çarşamba

Oyunculuk serüveni...


Sevgili *naile*'nin, Murat Yıldırım'la blog post'u yorumunda kalmasına kıyamadığım yazısını... birkaç resimle birlikte getireyim istedim güncel sayfalarımıza...

Sevgili e.min… orada değildik… ama oradaymışız gibi her saniyeyi… alınan her soluğu bizimle de paylaştığın için çok teşekkürler…
ve izninle de bir teşekkür kadim Forumdaşımız Sevgili Alina'ya… eğer onun Facebook sayfasına eklediği Fotoğraflar olmasaydı… habersizce… kendi yoğunluğum arasında kaybolup gidecektim… 
e.min'im… gönül ister ki… Sevgili Murat Yıldırım'da benim kadar senin satırlarını fırsat bulunca özenle okur… çıkarımlar yapar…
ve...
umarım...
olur da kendisini yorumlaması istense, ancak bu kadar incelikle anlatır...
Tanınmanın ötesinde… kendi coğrafyasının sınırları dışında izlenmek dahası sevilmek…
ve bunu ilk elden… ilk ağızlardan duyabilmek genç bir sanatçı için muhteşem bir duygu olmalı… ne mutlu ona...
ve unutmadan… böyle güzel bir toplantı için özveriyle emek veren hiç bir ayrıntıyı gözden kaçırmayan herkese ben de teşekkür ederim...
Ben kendi adıma sıkı sıkıya Asi Coğrafyasına Demir atmış durumdayım…
Sevgili Murat Yıldırım'ın söyleşilerini okurken… içimin çoğunlukla da hafiften burulduğunu itiraf etmeliyim…
Oyunculuk serüveninde nedense Asi'yi birazcık da olsa es geçiyor gibi geliyor…
bunu da istedikleriye/istemedikleriyla anlamaya çalışıyorum…
doğal olarak son işleriyle gündemde olmak istemelerinden…
yada hem isimlerinin, hem de canlandırdıkları karakterlerin bir tabuya dönüşmesini istemediklerinden… olsa gerek…
kim bilir...
bu belki de, Oyunculuğun olmazsa olmazlarından…
biz... "bir kır kahvesinde hayalle gerçeği" harmanlamıştık… ya...
AsiDemir'e gözü… yüreği değen herkes gibi…
Sevgileriyle… heyecanlarıyla… uzak-yakın diyarlardan koşup gelen AsiDemir sevdalısı konuklar,
AsiDemir'e damga vurmuş… anlam kazandırmış… yağmurdan nasiplenmiş olarak…
belki Antakya değil ama, yağmurlu bir Istanbul gününde… yüreklerinde… akıllarında hayalle gerçeği harmanladıkları duygularla evlerine mutlu ve güzel anılarla dönmüş olmalılar…
çok yaşa Sevgili Demir...
Ömrün uzun… yaşamın güzel olsun Sevgili Murat…
nice yaşlara… Doğum günün kutlu olsun…
Sevgili e.min... senin şahsında emeği geçen herkese bir kez daha çoooook teşekkürler…
*naile*, 25 Nisan 2012




21 Nisan 2012 Cumartesi

İşte o zaman...


Geçenlerde itiraf ettim kendime...Bir 'yazar' olmak istermişim hep, sevgili Acemi Demirci'nin öykü yazma hayalini okurken kendi hayallerime yüzümü döndüm... Öyle yazmalıyım ki... Bir Zülfü Livaneli misali… içine işletmeli insanı... öyle yazmalıyım ki Orhan Pamuk gibi yaşatmalıyım o anı... Bir okul yolunda, başımı otobüsün penceresine dayayıp düşündüm kendi hayallerimi... Ne yazardım diye bir yazar olsam...

Bütün yollarım Asi ve Demir'e çıktı niyeyse... Kurtuluş Savaşın'ın kanlı, kara günlerinde geçen bir aşk öyküsünü anlatıyım dedim... Tren garında Demir'i savaşa uğurlayan Asi çıktı karşıma... Ağlıyordu Asi, Demir alnından öpüyordu 'son kez' niyetine, tren bağırdı 'hadi' diye, önce birbirlerine bakan yüzleri uzaklaştı, sonra elleri ve parmakları istemeyerek… Asi trenin ardında diz çökmüş ağlıyordu 'gitme' diye… Sonra başka bir şey düşündüm, baktım Asi ve Demir'den yok kurtulacağım... Bu sefer de dedim ki, günümüze geleyim, yalnızlaşan kalabalıkları anlatıyım diye... Bu seferde bir kafede, tek başına kahve için Demir'in sandalyesine çarpan, rüzgarla saçları dalgalanan Asi geldi öyküme... Birbirlerine öfkeyle baktılar nedensiz, sonra Demir ilk kez, ona yabancı bir çift ela göze bakarken içinde yeşerenleri gördü... Sonra başka bir öyküye geçtim... O öykü de başka bir kadın ve başka bir adam daha oldu onların arasına, sonu ayrılıkla biten hazin bir hikayeydi... Yakıştıramadım, başkasına geçtim... Ve sürüp gitti böyle...

En sonunda Anadolu topraklarını anlatmaya kalktım... Daha toprak demeye kalmadan, Asi ve Demir'in toprak üstünde birbirlerine ne çok koştukları geldi aklıma…

Kurtulamadım...

Yazmaktı niyetim belki çok sonra bir şeyleri... Belki Asi ve Demir'i çıkartabildiğimde zihnimden... İşte o zaman…
TUBASİ, Sohbet Köşesi, 17 Nisan 2012


selin_bg  / 17.05.009  


Öykünmeler...



Çok yazmak isterdim iki şeyi. Toputopu iki dize ile bir de öyküyü. Ama biri benden önce yazmış onları. İyi de yapmış. Ellerine sağlık. Hiç olmazsa dizeleri okumuş oldum, diziyi de izledim.
Eğer Cahit Sıtkı Tarancı yazmasaydı, ben yazayım çok isterdim o iki dizeyi;

“Sivrisinek de halinden memnun değil,
Vızıltısı şikayet makamındadır”  diyen.

Okumak apayrı bir tat;  ama yazmak başka tat. Bir Cahit Sıtkı’nın yazdıklarını bir de bir ASİ’ye öyküyü yazmayı çok isterdim. Zaten hep aklımda dolanırdı çocuklumda çok bulunduğum teyzemlerin Ereğli’deki çiftliklerinden bir roman çıkarmak. Çiftlik aynı çiftlik olacak, yine kalabalık bir aile; ama kahramanlar derleme. O çiftliğin kahramanları değil. Yine hayalle çeşnilenmiş; ama biraz da esinlenilmiş kahramanlar. O çiftliği görüp, kaç yazı geçirdikten sonra o çiftlikte geçen bir romanı gel de yazma.

ASİ’ye’yi biraz da bundan sevdim. Düşüncelerimin gerçekleşmesiydi. Daha çocuklukta, Ereğli’de tohumu atılan. Başka öykülerin geçtiği bir çiftlikti, başka bir şehirdi, başka aşklardı benim kafamda gezen; ama yine çiftlikte bir öyküydü Hatay’da yaşanan.

Çok isterdim bir bitmez öykü yazmayı. Bitse de süren bir öyküyü. Bitmelere aldırmayan, bitmek sözcüğünü bitiren o öyküyü. Hiç aklıma gelmeyen bir köşede, hiç bilmediğim, görmediğim, gezmediğim bir şehirde. Hatay’da geçen hikayeyi.

Kozcuoğulları’nın derler, bir taş evli çiftlikte yaşanır o ASİ’ye öykü.
Bunları yazmak istermiş de bilmezmişim; ta bunlarla karşılaşana kadar. Cahit Sıtkı’yı hep bilirdim. Olgit. Onu ne zamandır bildiğimi de bilmiyorum. Ne arabesk müzik çeldi aklımı onun dizelerinden ne diziler. Sevdiğim müzik de ASİ’ye’nin müziği zaten.

Kapımızı çalan ilk notanın kulağıma değmesiyle bildim o ille de yazılması gerekirmiş öyküyü. O notayı izleyen diğer notaları nasıl bekledim. İlkin bir su damlasının düşüşü gibi gelen notayla çelindi aklım. Sonra o düşmüş su damlalarının su birikintisine dönüşüp, yeni damlaların su birikintisine damlamalarını andırırcasına düşüşlerine düştü aklım. Bir müzik ki düş gibi. Bana da bir düşün kapısını açacak gibi. Açtı da. 

Müzik bir görüntüyle karşımda. Mısır koçanları içinde gezinen bir kız görüyorum ekranda. Çiftçilik var temada. Aklım nasıl çelinmez. Çiftçi, çiftlik, çiftçilik.  Katıksız bir aşk. Naif, gizli, aşması gereken engellerin önünde titreyen.

Bir diziyi izlemeye başladım ilk kez notaların davetiyle. Biraz da gülerek içten içe kendime.
Tek değilmişim. Burayı dolduran bunca güzel insan da aynını ya da benzerini yaşamış meğerse. Onlar da koltuklarına mıhlanmışlar haftanın Cuma günleri, saat sekizde. Bir ASİ’ye öykü için.
O ASİ’ye öykü yazıldı. Oynandı da. Biz de seyrettik. Yazılmış öykü bitti. Noktası, 71 karat.  Ama öykünün öyküsü bitmedi. Öykünmeler de. Şimdi, bir öyküye öyküler yazma zamanı. Bu da onlardan biri.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 12.04.2012





Tomris Giritlioğlu


‘Kanser korkulacak bir hastalık değil’, Milliyet Televizyon, Nisan 2012, sayı:341, s.7


19 Nisan 2012 Perşembe

Murat Yıldırım 'la






 Bu yazılarımın kısmeti hep aynı oluyor. Her zaman masamda bir kağıt parçası… benim vazgeçilmez ayraçlarımdan biri duruyor. Bu gün de yine farklı değil her zamankinden. Verilmek üzere hazırlandıkları günün özelliklerini taşıyan bir başka ayraç serisi masamı işgal ederken ben Murat Yıldırım ile geçen saatlerimizi anlatmaya çalışacağım bir başka yazımın başındayım. Bu ayraçlarsa Murat Yıldırım’ı Türkçe takip edemeyen yabancı izleyenleri için hazırlandığından, şimdiye kadar Asi-Demir için yaptığımız çalışmalardan farklı olarak üzerinde İngilizce bir yazı taşıyor.

Murat Yıldırım’ı 2007 yılının sonlarına doğru Asi Dizisinin öncü fragmanları ilk dönmeye başladığında tanıdım.  2010 Eylül’ünde ilk kez tanışma ve hatta sohbet etme imkanı yakaladım. Ve geçenlerde de kendisinin yurtdışından gelecek olan izleyenleriyle birlikte olacağı bir doğum günü organizasyonuna katılma daveti aldım. Şok… sevinç… inanamama… ya zaman bana uymazsa… hepsini bir anda yaşadım.  Benim için yeri doldurulmaz iki insanla, Tuba Büyüküstün ve Murat Yıldırım’la tanışmama olanak sağlayan dostum Gönül, başladı anlatmaya. “Bulgaristan, Makedonya, Lübnan, Yunanistan, Mısır, Amerika… “… Yok artık daha neler… önce bu şaka olabilir sandım. Ama doğruydu. Dün (14 Nisan 2012) bütün bu ülke vatandaşları ile sevgili Yıldırım’a… doğum günü çocuğumuza… bir gün gecikmeli de olsa hediyelerimizi veriyorduk. Bu ayraçlarda işte bu günün anısına yaratıldılar.

Dizi film sektörü gibi yoğun emek gerektiren bir sektörde, Suskunlar gibi bir projenin tam ortasında Murat Yıldırım’ın vaktini almak istemek… bu da yetmedi, onun müsait olabileceği zaman diliminde bunca ülkenin vatandaşını İstanbul’da bir araya getirmeyi hayal etmek… delice bir projeydi. Ama delice olduğu kadar da olağan üstüydü. Ve sanırım benimle birlikte bu davete katılan herkes hala bu unutulmaz günün ve oyuncumuzun sımsıcak yaklaşımının etkisindeyiz. Aslında bizler bile– kimi zaman çok kimi zaman az ama kimi zamansa dünyayı unutturan – Murat Yıldırım canlandırılarının üzerimizdeki etkisini ve projelerini takip etmekte gösterdiğimiz sadakati tam olarak anlamazken, ondan bunu anlamasını beklemek çok haksızca. Buna rağmen bu ilgiyi umursadığını ve bizlerle bir şeyler paylaşmaya çalıştığını görmek büyük mutluluk.

Organizasyonu düzenleyen, sevgili Gönül’ün, Saniye, İlhan ve Cennet Hanımlarla birlikte yeni oluşturdukları Sinema Televizyon Lifestyle ve bünyesindeki muratyildirimfanclub bu olağanüstü proje için hareket geçti. Görüşmeler, konuşmalar, yazışmalar… yurt içiyle, yurt dışıyla kurulan temaslar başladı. Davet edildim dediysem o kadar da uzun boylu değil. muratyildirimfanclub’a  Murat Bey’in kendisi ve Asi dizisi ile ilgili sürekli haber  girişi yapan bir site olarak bu organizasyonda da ucundan tutacağımız bir iş var. Ben de vazifelendirildiğim konuya yöneldim büyük bir zevkle. Herkesin birbirini rahatlıkla tanıması ve hitap edebilmesi için düşünülen yaka kartlarının yapımı konusuna. Söz konusu olan Murat Yıldırım… her şeyin bir ardı olmalı onunla. Öncelikle muratyıldırımfanclub renkleri bir yere not edildi, sonra resim seçimine gidildi. Birkaç deneme… hangisi en güzel bu renklerin üzerinde… nihayetinde oyuncumuzun bir başka fan toplantısında yakalanmış güleç karesinde karar kılındı. Son kontroller, baskıda renk sağlaması yapmalar derken, önümde teker teker belirmeye başladı toplantıya katılacakların isim kartları. Her biriyle daha yüzyüze gelmeden tanıştım bu kartlar sayesinde.

Harvard Cafe için ‘Kargaşadan uzak, gizli bir bahçe’ diyor mekanın tanıtımında websitesi. Gerçekten de öyle. Ağaçlar içinde bize ayrılmış bir kış bahçesinde sadece kargaşadan değil her şeyden uzaklaşarak keyifle sohbet ettik o mekanda sevgili Murat Yıldırım’la. Oluşturulan U masada herkes olabildiğince rahat Murat’ı görebilecek şekilde yerleşip beklemeye başladık. Bu arada dışarıda kıyamet kopuyor, üstümüzdeki cam tavan yağmurun şiddetini bize olduğu gibi yansıtıyor. Öyle böyle bir yağmur değil dışarıdaki… biz henüz vehametin farkında değiliz sığınağımızda ama dışarıda maç iptal ettiren bir yağış söz konusu. Planlanandan daha geç katılabildi Murat Yıldırım aramıza. Bunun içinde defalarca özür diledi. Sabah’ın 7.30’undan beri ayakta olduğunu ve koşuşturduğunu, buraya da zamanında gelebilmek için gayret gösterdiğini ama mümkün olamadığını söyledi. Ki zaten dönüş yolumuzda ne demek istediğini biz çok iyi anladık. İstanbul yağıştan kilitlenmiş haldeydi.

Üzerinde Steven McQueen baskılı gri t-shirt’ü ve siyah bir mont’la sakince gelerek katıldı aramıza oyuncumuz. Davet sahipleri karşıladı kendisini. Ardından el salladı herkese birden, bizlerde el salladık ona ve hoşgeldinler uçuştu birçok lisanda.  Aralarına oturduğum Bulgaristanlı ve Yunanistanlı gurupların heyecanları bana da geçti o gelirken. Halbuki ben kendisiyle daha evvelden de tanışmıştım, hatta Bebek Cafe’de her ayağımı oynattığımda ona çarpıp özür dilemek zorunda kalacak kadar da yan yana oturup, konuşmuştum. O ilk seferindeki yazımdan sonra bana özelden veya açıktan ulaşan mesajlardaki gerçekleşiyordu ama şu anda da. Tek bir kez Murat Yıldırım’ı görebilmek bile hayalken bazılarımız için, ben ikinci kez ve çok daha organize olmuş bir toplantıda bulunma şansı yakalamıştım. Benim de heyecanlı olmamam mümkün değildi sanırım.

Bence Murat Bey’de heyecanlıydı ilk gelişinde. Gözleri masanın etrafında dolanırken ve yanında oturan Cennet Hanım’dan ziyaretçileriyle ilgili bilgi alırken kendimi onun yerine koydum. İçlerinde sadece birkaçını tanıdığınız bir gurup insanın arasına giriyorsunuz. Hiç tanımadığınız bu insanlar sadece sözün gelişi değil, gerçek anlamda dünyanın dört bir yanından sizin için gelmişler. Sizi dünya gözüyle görmek, karakterlerinden sıyrılmış Murat Yıldırım’ın kendine ulaşabilmek için bir mucizeyi gerçekleştirmişler. Pek çoğu emekleriyle oluşturdukları hediyeleriyle sevgilerini gösterebilmek için inanılmaz bir çaba harcamışlar. Böylesi gayretlere değecek kadar sevilmek… kolay anlaşılır veya mukabele edilir bir şey değil.

Ama heyecanlarımızı birlikte yendik, toplantının sonunda o karmaşasız oluşuyla gurur duyulan ortamda, müthiş bir karmaşa vardı Murat Yıldırım’ın çevresinde… herkes karışmış ve kaynaşmıştı onun etrafında.

Cennet Hanım fanclublarından topluca gelen bir yazıyı bizlere okurken bunun Türkçe tercümesi Murat Bey’in önündeydi ve oradan takip etti. Hollywood’da yaşayan katılımcının kendisine getirdiği Oscar heykelciği yine Cennet Hanım tarafından kendisine taktim edildi. Bizler için bu heykelcik orijinalinden daha gerçekti. Bu toplantı projesinin ilk tohumlarının yaklaşık bir sene önce Makedon guruptan Kristina’nın fikirleriyle başladığını anlatıldı. Bundan sonrası bahsedilmemiş olsa da toplantıda, Cennet Hanım’ın Gönül ile iletişime geçerek diğer ülkelerdeki fanclubların da harekete geçirilmesiyle geliştiğini biliyorum.  Murat Bey, kimlerin ilk defa Türkiye’ye geldiğini öğrenmek istedi, gurupları tanımaya çalıştı. Konuşmalarda tercümanlık yapan Cennet Hanım sorularınızı sorabilirsiniz deyince aslında bir tereddüt oluştu. Murat Bey bizleri hiç tanımıyordu ama biz onu ve onunla ilgili her detayı çok iyi biliyorduk. Ne sorabilirdik ki! Aslında çılgınca bir düşünceyle çalkalandı beynim.  Tam tersi olsaydı ve o kendiyle ilgili bize sorular sorsaydı… biz anlatsaydık Murat Yıldırım’ı, Murat Yıldırım’a. Şaşırtabilirdi duydukları onu. Ben bunları düşünürken sorular gelmeye başladı. Bu gurubun kendisi için burada oluşunun ona ne ifade ettiği, kendini nasıl hissettiği soruldu. Karşılık veremediği bir şeye karşı mahcupça bir ifadeyle çok mutlu olduğunu ama tekrar tekrar teşekkür etmekten başka ne yapabileceğini bilmediğini söyledi. Projelerini değerlendirmesi istenen bir başka soru geldi. Murat Bey her birinin ayrı bir yeri olduğunu, bir mukayeseye girmenin çok da doğru olmayacağını söyledi.  Fırtına’da eşiyle tanıştığını bunun yanı sıra Asi ile dünyaya açıldığını ve tanındığını söyledi. Aşk ve Ceza ile tanınırlığının arttığını ve Suskunlarla da diğerlerinden farklı bir karakter oynama şansı yakaladığını söyledi.

Asi’nin Monte Carlo’da yakaladığı başarı gündeme geldi. Bunun beklenen bir gelişme olup olmadığı soruldu. Tuba Hanım’ın hayranlarından dolayı Ortadoğu’da dizinin sevilmesini bekliyorlarmış ama tahminlerinin çok üzerinde izleyici oranıyla karşılaşılmak onları tabi ki çok mutlu etmiş. Monte Carlo’yu ve Hollywood’lu aktör ve aktrislerle birlikte bir ortamı paylaşmayı enteresan bulduğunu söyledi ve “bu sizlerin sayesinde oldu” dedi.

“Asi’nin 2012’de de sıralamada yer almasını bekliyor musunuz?” diye sordum. Asi’nin ikinci kez sıralamaya girip girmeyeceği konusunda bir tahmin yürütemeyeceğini, Aşk ve Ceza ile ise Asi’nin izlenme oranını yakalayabileceklerini sanmadığını söyledi. Belki Suskunlarla bunun mümkün olabileceğini ekledi.

Mısırlı katılımcının sorusu ise, ülkesinde ve bölgede yaşanan üzücü olaylar konusunda Murat Yıldırım’ın fikriydi. Murat Bey, Mısır gezisinden birkaç hafta sonra olayların patlak verdiğini, kendisi ülkedeyken böylesi üzücü olayların yakın bir gelecekte yaşanacağına dair hiçbir şey hissetmediğini söyledi. Olanlara üzülüp endişelenmemenin ise mümkün olmadığını ve gelişmeleri takip ettiğini ekledi.

Murat Yıldırım’ın çok yeni açılmış olan resmi facebook ve twitter sayfalarıyla ilgili ne düşündüğünü, takip edip etmediğini ve bu sayfaların açılışının resmi websitesinin de yakında açılacak oluşunun bir göstergesi olup olmadığını sordum kendisine. Resmi Facebook sayfasına elinden geldiğince girip bakmaya çalıştığını ama yoğun çalışma tempolarından dolayı zor zaman ayırabildiğini söyledi.  Sette boş kaldığı zamanlarda telefonundan bağlanıp takip etmeye çalışıyormuş. Ama mesajlara cevap verme şansı olmadığı gibi zaten çoklukları nedeniyle bunun mümkün de olmadığını söyledi. Dönem dönem Suskunlarla ilgili olarak resimlerin, imzalı posterlerin konduğunu ancak daha fazla bir şey yapmalarının mümkün olmadığını açıkladı.  İlan edilen bu facebook ve twiter sayfaları dışındakilerinin kendisiyle bir alakası olmadığını ısrarla altını çizdi.

Web sitesiyle ilgili bir bilgi vermedi konuşmasında, açıkçası benim de tekrar sormak aklıma gelmedi, sohbet arasında kaynadı sorumun bu bölümü. Murat Yıldırım’dan seyircilerine güncel projeleriyle ilgili bilgi akışını muntazam olarak sağlayan facebook ve twitter kanallarının takipçileri için bulunmaz bir fırsat olduğu açık. Ama yine de dilerim ki, güncel hareketliliğin ötesinde Murat Yıldırım’ı daha dingin bir ortamda tanımak, onunla ilgili kronolojik, doğru ve kapsamlı bilgiye ulaşılabilecek sağlıklı bir kaynak, resmi websitesiyle sağlanabilsin. Murat Bey, babasının en yakın takipçisi olduğunu, kendisiyle ilgili çıkan hiçbir haberi kaçırmadığını söylemişti. Bu bile bulunmaz bir kaynak. Onun takipçileri olarak bizler de Murat Bey’in kendi ilgi alanımızdaki karakterleriyle ilgili bilgi, belge ve haber arşivimizi canı gönülden paylaşmaktan çok mutlu oluruz.

‘Canlandırdığınız karakterlerden hangisi size daha yakın’ tarzında bir soru olmalı sorulan, tam yakalayamadım bir yandan not alırken konuşmaları ama  “Hepsinde benden bir şeyler var… “ diyerek sözüne başladı Murat Bey. Bu ondan duyduğumuz bir şey. Duruşları bakışları üzüntü ve sevinçleri… hepsinin onun bir parçası olduğunu söyledi bir kez daha.  Bir duyguyu, canlandırdığı olaydaki gibi birebir yaşamadıysa bile, başka olaylarda yaşadıklarından yola çıkarak rolünü gerçekleştirmeye çalıştığını söyledi.  Fırtına’daki Ali karakterinin biraz daha gerçek bir karakter olduğunu, ortalama bir hayat yaşadığını, İstanbul’da gelip yaşamak gibi ulaşılabilecek bir şey istediğini söyledi.  “Diğer hayatları yaşamadığım için, bir şey söyleyemeyeceğim” dedi.

Murat Bey’in bu sözleri, oyunculuğuyla ilgili şaşkınlıklarımızı yaşarken, profesyonel bir gözün, Asi Resmi’deki değerlendirmesini hatırlattı bana. Sene 2009, Haziran’ın ilk haftaları, Asi’nin son bölümleri… Demir’in sevdiklerinden bir kez daha uzaklaşma kararı aldığı dönem… psikofat yazıyor;

... Murat 'rol üstüne rol yapıyor...'  ...kendi içinde... "dizi bitiyor, bizim işimiz de bitiyor... bir kaç sahne sonra ayrılık vakti... artık hayatımda ne Demir ne Asi yok... onlar birlikte ama sahnelerde kaldılar... beni bıraktılar...  şimdi 'evli evine köylü köyüne'..." acısı mı çöktü içine Murat’ın... bunu düşündüm...
Bu, Murat’ın ruh hali... kendi gerçeği... bu gerçek duygusunu sanaldaki "ölüm ayrılığı korkusu ve aşk" ikilemindeki şiddetli acısına olduğu gibi aynen aktardı diye kurdum kafamda... tabii başka gerçek sıkıntılarını nasıl bastırıyorsa ve beden dilini nasıl denetliyorsa onları da yine aynen aktardı sahnelerde... yani belki de kendiydi Murat o sahnelerde... en azından "kendinin" bir kısmı...
…..
……..
...2 yıl boyunca olağan üstü bir aşk öyküsündeki erkeğin hayatını yaşıyorsun... elbette partnerin kim olduğu da çok önemli ama asıl oynanan hayatın çekiciliği oyuncuları rollerine bu kadar sıkı bağlayan... ve aynı şeyler, Tuba için de geçerli eminim... kime sorsalar "hangi aşk hikayesinde rol almak isterdiniz" ya da "hayatınızda nasıl bir aşk olsun" diye sanırım çoğumuz bu hikayeyi seçerdik... hiçbirimiz ne Tuba, ne de Murat olmayı değil ama Asi ya da Demir olmayı isterdik... oyunculuk zaten çok zor ama o kadar da harika bir "iş"... bir sürü başka hayatlara geçici de olsa sahip olma fırsatı... ve bu rol hayatlar'ın içinde bazen "ayrılması zor" olanlar çıkabilir... "Demir"de olduğu gibi...

az ve öz söylersem... sanalın içindeki kavuşan asidemir gerçeği biterken... Murat, Demir’den ayrılıyor ve tabii Demir’in sahip olduğu her şeyden de... İşte bu tamamen Murat’a ait 'ayrılık acısı' Demir’in "asiasya ayrılık acısı"na aktarıldı... Elbette yalnızca tahmin, ama eğer böyleyse bravo sevgili Murat’a... bilinçli olmasa bile, ki böyle düşünüyorum... içgüdüleriyle kendi iç yaşantılarını rolündeki yaşantılara aktararak oyunculuğunu da zenginleştirmişse... bu "ayrılık" a tahammül sürecinde de oyunculuğundan geri kalan benliğini de zenginleştirecek kolaylıklar diliyorum..."

Karakterlerine harmanladığı bireysel acı veya sevinçlerinin izlerine işaret edişini… bugün ondan bizzat duyuyorum.

Paylaşım sitelerinde kendisiyle ilgili yapılan video ve klipleri seyredip seyretmediği soruldu. Seyrettiğini söyledi.  Suskunlar’la ilgili tüyo istendi. Aslında bu hiç fena bir fikir değildi, “Ahu’ya ‘seni seviyorum’ diyecek misiniz?” diye soruldu. Bu diziyle ilgili en sağlam tüyo ondan alınmazsa kimden alınabilir… ama bunun olup olmayacağını kendisinin de bilmediğini söyledi.

Kendisi kadar başarılı ve ünlü birini çocukken karşısında görse ne hissedeceğine yönelik bir soru soruldu. Hürriyet muhabirinin de ilgisini çeken çocukluk anısını bizlerle paylaştığı cevap, bu noktada geldi. Köylerine sadece sabah ve akşam gelen minibüsün içinden kim çıkacak diye (yanılmıyorsam okul) duvarının üzerine oturup beklediğini anlattı. O yaşlarda meşhur birini görmenin düşleyebileceği bir şey olmadığını söyledi.

Saniye Hanım kendisine Hırvatistan’ın Dubrovnik şehrinden gelen daveti iletti. Gerek Asi gerekse Ezel nedeniyle tanınan Murat Yıldırım – Burçin Terzioğlu çiftini ağırlamak istedikleri bilgisini verdi. Murat Bey aslında bütün bu yerleri ziyaret etmek istediğini ama yoğunluktan bu planlarını gerçekleştiremediklerini anlattı. 2012 yazında Yunanistan’a gitmeyi planladıklarını söyledi.

Bu arada konuşmaları aktarmaktan yiyip içtiklerimizden bahsetmemişim hiç. Aldığım notlarda ‘PASTA’ önüme gelince fark ettim bunu. Sizlerde kuru kuruya oturduk sanmışsınızdır. Masalarımız tuzlu kurabiye ve kanepelerle donatıldı,  ince belli bardaklarda çaylar ikram edildi. Artık sohbet koyulaşmış, Murat Bey bitirdikçe biri sözü alıp sorusunu sorar haldeydi ortam. Derken girişten parıldayan bir şeyler göründü… unutmuşuz bile niye burada olduğumuzu… hatırlattı o parıltılar bize.  ‘Happy birthday to you’lar içinde pasta geldi Murat Bey’in önüne. Çikolatalı muhteşem bir pasta… üstü yanar döner maytaplar dolu… Balonsuz doğum günü kutlaması olur mu… elbette olmaz. Hatta biri patlayarak  ansızın,  irkiltti onunla birlikte hepimizi… gülüştük bu aniden yakalanışa. O meşhur biri değildi artık, bizlerde onun tanımadığı kişiler değildik. Dini dili milliyeti ne olursa olsun Murat Yıldırım’ın etrafında onu sevenleri vardı ve artık o aramızda kendini yabancı hissetmiyordu.
Servis elemanları hızla pastalarımızı dağıtırken bir yandan da hediyeler verilmeye başlandı.  Her gurup sırayla Murat Bey’in yanına gidip hediyesini verdi, poz poz resimler çektirdi. Oradaki samimiyeti anlatmaya olanak yok. Konan resimlerden ve video çekimlerinden nasıl bir coşku yaşandığını bizzat gözlerinizle görmeniz lazım.  Kendisine sunulan hediyelerini tek tek açıp içlerinde ne olduğuna bakarken, hediyeleri hakkında getirenlerden bilgi aldı. Asi-Demir  hediyemizi hazırlarken arşiv taramalarım sırasında rastladığım bir yazıyı hatırladım onu seyrederken…

Sene 2008, aylardan Ocak, Asi’nin 12. Bölümü yeni yayınlanmış… Sağlık ocağı sahneleriyle başlayan, ‘Bekle Beni’ replikleriyle biten bölüm…  saHra rumuzundan bir yorum geliyor…  bu da büyük bir keyifle okuduğum uzunca bir yorum aslında ama minik bir parça özellikle takılıp kalmış kafamda bir yere…

"Günden güne… hani sevildikçe şımaran çocuklar gibi, rolündeki başarısını daha da abartıyor. Öyle inanılmaz bir oyunculuk sergiliyor ki, beden dilini öyle iyi kullanıyor ki hayran kalmamak elde değil. Düşünüyorum acaba bundan daha ne kadar ileri gidebilir diye…  şu anda rolünün hakkını fazlasıyla, öyle güçlü bir şekilde veriyor ki bundan daha iyi olabilir mi düşünemiyorum. Olursa… akıllara zarar…"

... sevildiğini hissettikçe mutlu olan çocuklar gibi şu anda karşımızda. Kendi için getirilen hediyelere biricik biricik ilgi gösteriyor, ne olduklarını öğrenmek istiyor.  Neler yok ki gelen hediyeler içinde, olduğumuz yerden hepsini görebilmek mümkün değil ama arada tablolar, kupalar, t-shirt’ler ortaya çıkıp çıkıp tekrar paketlerin içine giriyor.  Ebru Hanım haberinde ‘Hediyeye boğdular’ derken zerrece abartmıyor. Bu arada başına bir şapka geçiriyor… belli ki onun günlük giyim tarzını bilen bir seveni koleksiyonuna bir şapka ilave ediyor. Türk izleyenleri olarak Alina ve ben geride durarak yabancıların hediye verme işlemlerini tamamlamalarını bekliyoruz. Sıra bize geliyor sonunda. Bu çok enteresan bir an aslında. Alina benim sosyal paylaşım sitelerine ilk yazdığım mesaja ilk cevap veren forumdaşım. Onunla Murat Yıldırım’ın yanında duruyor olmak ve bu anı resmetmek harika bir duygu. Resimlerimiz çekildikten sonra hediyemizi veriyoruz.

Biz ne yapacağız asi-demir.com olarak dediğimiz günlerin üzerinden çok geçmiş. Emek ve araştırma ağırlığı olan bir hediye hazırlamaya gayret edilmiş. Bütün düşündüklerimiz bir avucun içini dolduran kat kat kağıtlara dökülmüş.  Hala üstünde düşünülmeyi ve üstüne düşülmeyi hak eden bir projesi… Asi’ye esin kaynağı olan Gurur ve Önyargı’daki Mr. Darcy karakterleri üzerine bir çalışma yapılmış.  1938 yılından beri gerek Televizyon ekranında gerekse sinema filmlerinde defalarca izlediğimiz Mr. Darcy’ler tek tek bulunmuş ve orijinal resimlerine ulaşılmış. Her bir Mr. Darcy’yi yorumlayan aktörün adı, çalışmanın ilk yayın tarihi, filmin orijinal adı, dizi mi yoksa sinemamı olduğu, kaç dakikalık kaç bölümden oluştuğu ve yapım yeri bulunan almanakvari bir andaç hazırlanmış. Yaptığımız çalışma, S&T Lifestyle’ın  sinema uzmanı sevgili İlhan’a, ellerimiz yüreğimizde  teslim edilip, fikir sorulmuş… “Beğenir mi dersin… nasıl olmuş?”…

Hediyemizi ellerine bırakırken bir yandan da anlatmaya başlıyorum ne olduğunu, çünkü ‘Darcy Demir Dilemma’ andacının girişinde alıntıladığımız yazıyı o an okuyabilmesi mümkün değil.  O başı eğik,  sayfaları karıştırırken ben de biraz bilgi veriyorum hediyesiyle ilgili. Saniye Hanım kulak misafiri olduğu konuşmamıza tam da bizi destekler bir sözle katılıyor, Demir’in Darcy’ler içinde en iyisi olduğunu söylüyor. Buna o kadar inanıyoruz ki, Asi detayları toplarken ve özellikle bu çalışmayı yaparken zaten her şeyden çok bu gözümüze batıyor. Murat Bey dileriz ki beğenir hediyesini incelediğinde ve en az bizlerin aldığı keyfi alır topladığımız detaylara göz atarken.

Toplantının başındaki o düzen kalmamış artık. Her yerde paketler, paketlerden fışkıran ambalaj kağıtları… Murat Bey’in oturduğu yerin arkasındaki sandalyeler dolup taşıyor adeta. Tam bir doğum günü havası. Onu boş yakaladıkça birileri gelip resim çektiriyor. Gurup halinde ayrı, tek tek ayrı. Kaç poz resim çekildi bilmiyorum… binlerce dersem inanın abartmış olmam.
Biraz geriye çekilip olan bitene bakıyorum, girişin önünde durduğumun farkında değilim pek. O alan artık biraz sakinleşmiş, oraya kaçmışım. Arkamda birinin varlığını hissettim. Birkaç basamakla inilen alanın başında koyu renk giysiler içinde biri var. Burçin Hanım... Sakince bekliyor gibi içerideki hengamenin bitmesini. Gayrı ihtiyarı “Burçin Hanım… neden girmediniz” diyebiliyorum çok da düşünmeden. Benim seslenişime yanımdaki Gönül dönüyor ve görüyor kendisini. Bir nida da ondan geliyor… kapı ağzında konuşmaya başlıyorlar. Elimde telefonum, onları daha alana girmeden resmediyorum birkaç kez. Hiç de becerikli değilim bu konuda. Çektiğimi de gözlüksüz görmem mümkün değil… Yine de birkaç kez görüntü almaya çalışıyorum… Burçin Hanım’ın geldiği duyuruluyor, herkes bu sefer onun etrafını çeviriyor… Bir resim çektirme faslı da onunla başlıyor.

Yerime geçiyorum, notlarıma devam etmek için. Unutmadan yazmalıyım her şeyi. Bizler çoktan pastamızı yedik, Murat Bey’e ancak sıra gelmiş. Bir yandan pastasını yerken bir yandan da hazırlanan resimlerini imzalıyor. Ecevit karakterine ait pozlar hazırlanmış. “Sevgilerimle” yazıp imzalıyor. Her iki tarafımdaki gurupta soruyor ne yazdığını. İzzah ediyorum… Gözüm fazla resim kalıp kalmayacağında masada. Çünkü sabah karşılaştığım minik bir hayranının annesine sözüm var, eğer becerebilirsem kızı Alara için resim isteyeceğim Murat Yıldırım’dan. Nitekim ben rahatsız etmeyeyim diye Gönül’e önceden söylemiştim, haberi var durumdan. Ama koşuşturmacaları arasında unutulabilir bu detay diye, yerimden kalkıp Gönül’e yanaşıyorum ve “Alara için resmi unutmayalım” diye rica ediyorum. Nasılsa duyuyor bunu Murat Bey, hemen imzalayalım, neydi isim diye soruyor. Minik Alara’nın resmini bana kendi elleriyle teslim ediyor ve sevgilerini iletiyor.

İmza faslı bittikten sonra, önüne başka resimlerin geldiğini görüyoruz. Bunlar ne acaba? Yine bilgi Gönül’den geliyor. muratyıldırımfanclub için banner yarışması çıktıları, üyelerin çalışmaları bastırılıp Murat Bey’in birini seçmesi için hazır edilmiş. Ama belli ki çok zor bir seçim. Döndürüp döndürüp önündeki örneklere bakıyor, hepsinin çok güzel olduğunu, karar veremediğini söylüyor. Banner çalışması yapan üyelerin isimleri zikrediliyor… Tanıdığım isimler hep. Murat Yıldırım’ı takip edip de onu takip edenleri bilmemek mümkün değil. Hepsiyle hiç olmadıysa birkaç kez yazışmışlığımız var. Çalışmalarını ise binlerce kez görmüşlüğümüz. Acaba Murat Bey onları ne kadar tanıyor. O kadar yakınım ki o sırada kendisine, sormadan duramıyorum “Sizi takip eden rumuzları biz tanıyoruz, ya siz tanıyor musun?” “Bazılarını” tanıdığını söyledi, ve sordu “isimlerini söyler misiniz?” Dana, Haya, Reemksa, Fatmashatou, Irinalove… şu anda aklıma gelemeyen nice isimler etraftan sıralanmaya başladı. Doğal olarak bu yabancılara dönük bir toplantı olduğu için türk takipçileri sıralanmadı. Kendileri olmasa dahi isimlerinin orada olmasından bütün bu yabancı dostların çok mutlu olacaklarına e.minim. Hepsi tek tek anıldılar…

Konu nasıl ve ne şekilde geldi Suskunlar’a hatırlamıyorum tam olarak ama Cennet Hanım Murat Bey’e bilgi vermeye başladı. Suskunlar’ın bölüm fragmanları yayınlanmaya başladıktan onbeş dakika sonra tercüme etmesi ricasıyla yüzelliye yakın mesajın geldiğini söyledi. Şaşkınlıkla karşıladı Murat Bey bunu. Cennet Hanım’sa daha şaşırttı onu. Sadece fragmanları değil, bölümler canlı yayınlanırken de anında tercüme ettiğini söyledi bütün bölümleri… ve yabancıların onu bu şekilde takip edebildiklerini.

Saat 6’yı geçiyor. Artık yavaş yavaş dağılma zamanı. e.min’in bir noktada bu güne koyup, kaçma zamanı.  Önce bu harika gün boyunca yan yana oturup Murat Bey’le sohbet etme şansı yakaladığım masadaşlarımla vedalaşıyorum. Yanımda oturan, asigreekfanclub üyesi Yunanlı katılımcılara,  Murat Bey ile ilgili tarayıp forumlara koyduğum her şeyi onların facebook’una da aynı anda koymak üzere söz veriyorum. Tekrar görüşmek, eğer bir kez daha İstanbul’a gelirlerse buluşmak dileğiyle bütün yabancılarla tek tek vedalaşıyorum.
Son veda Murat Bey’e, ama birileriyle konuşuyor. Sıramı beklemek üzere yanına gittiğimde Burçin Hanım ve Saniye Hanım’ın, toplantı boyu yüreklerimizin üzerinde taşıdığımız Murat Yıldırım yaka kartlarımız ile ilgili konuştuklarını duyuyorum. Burçin Hanım beğeniyle “kart bile hazırlamışsınız” diyor. Saniye Hanım yanlarına geldiğimi görünce yaka kartlarının yapımıyla ilgilenen kişinin ben olduğumu söylüyor. Büyük bir keyif alarak bir tutam tuz koydum sadece bu ziyafete, yaka kartı ile ilgilenmek mutluluktan başka bir şey değildi. Kendisin de beğenmesine sevindiğimi söylüyorum.

Murat Bey’in yaka kartlarımız ile ilgili esprili tepkisi aklıma geliyor bu konuşma olurken. Cenazelerde böyle resimli çalışmaların yakalara takıldı söyleyip güldürmüştü hepimizi…  orada yaşadıklarımız anılara dönüşmüşler bile diye düşünüyorum hüzünle, henüz o sadece iki adım ötemdeyken hem de. Bu gün onların dinlenme günü ama saatlerini bize ayırıyorlar. Buna olanak sağladıkları için Burçin Hanım’a teşekkür ediyorum. Bunu seve seve yaptıklarını söylüyor. Derken bakıyorum ki Murat Bey müsait vedalaşmam için. Aynı teşekkürlerimi ona da söylüyorum ve Alara için imzaladığı resmi ayrıca teşekkür ediyorum.

Son projesiyle ilgili her geri bildirime hassas ve ilgili olacağını tahmin ediyorum. Alara’nın annesiyle o sabah yaptığımız konuşmayı kendisine kısaca aktarmaya çalışıyorum. Diziyi ailecek seyrettiklerini, aslında yakınlarının bu üzücü hikayeyi çocuklarıyla birlikte seyretmelerinin yadırgandığını söylediğini aktarıyorum ona. Ama bütün bu kötülüklerin hayatta var olduğunu, çocukça bir hatanın nasıl da insanın bütün yaşantısını değiştirebilecek olumsuz şeylere sebep olabileceğini, kızlarının bir dizide görmesini tercih ettiklerini, en önemlisinin ise, filmin içindeki ‘kötü’ ögelerin iyi bir dengede tutulduğu, rahatsız ettiği ama seyredilmez kılmadığı noktasında iyi bir eşik sağlandığı görüşünü paylaşıyorum.

Dile gelen bu kaygıları, Murat Bey’in Suskunlar projesiyle ilgili ilk haberleri çıkmaya başladığından beri hepimiz taşımıyor muyuz?  Murat Bey’i ‘Ecevit’ olarak ben de hüzünle seyrediyorum. Sadece onu mu? Sarı’yı… İbo’yu… Başka türlü seyredebilmek zaten mümkün değil. Hiç birinin içlerindeki o yarayı hayatlarının hiçbir döneminde tam anlamıyla kapatamayacaklarını bilerek seyretmek zaten ezik oturtuyor sizi ekran başına. Bu dizisiyle ilgili olarak beni sevindiren şeyse, dizilerin ‘eğlencelik’ olarak seyredildiği söyleminin terk edilerek bir mesaj da verilmeye gayret edilmesi, insanları düşünmeye sevk etmesi.  Ve böyle bir projede Murat Bey’in de yer alıyor olması. Suskunlar izlenme oranlarının her zaman AB’de yüksek olması anlamlı.

Neyse… Murat Yıldırım’lı günümüze geri dönelim. Sevgili Gönül, benim hakkımda bilgi veriyor kendisine… “Sadece sizi yorumluyor” diyor… Dostluğumuzun başlarında Gönül’ün dahi inanmakta güçlük çektiği kadar cahilim gerçekten televizyon, diziler, oyuncular ve alakalı her şeyle. İlgi alanlarımsa çok farklı. Senelerdir süren kendime dönük şaşkınlığımı Murat Bey’in orada bize verdiği rahatlıkla kendisine de bir çırpıda söyleyiveriyorum… “Nereden buldum sizi, bilmiyorum!” deyiveriyorum.  Bütün algılarım bana Asi-Demir’i yaşatan bu iki olağanüstü insan için, Sevgili Tuba Büyüküstün ve Sevgili Murat Yıldırım için her zaman çok hassas.  Bu duygularımı kendisine heyecanla aktardığım ilk görüşmem, her ikisinin oyunculuk kariyerlerini hayatım boyu takip edeceğimi söylediğim o Bebek Cafe tanışmamız daha dün gibi. Oysa aradan yıllar geçmiş. Fakat o benimle tanışmış olduğunu hatırladığını söylüyor şu anda. “Aşk ve Ceza” diyor… o günkü ‘Savaş’ karakteri üzerine çok da olumlu olmayan değerlendirmelerimizi anımsıyor olabilir.  Üstelik hediyemizi aldığında üzerindeki logomuzdan, ismin bilindik olduğunu hissettiren “Aa, evet” diyerek hatırladığını hissettirmesi bana dünyaları bağışlıyor.

Güzel olan hiçbir şeyi bırakmak kolay değil… ama benim de gitmem gerek. Geri dönüş yolu başlıyor, arabamı bıraktığım alışveriş merkezine kadar en az beşyüz metrelik bir yol var. Cafe’de taksi kuyruğu oluşmuş. Bana sıra gelmesi saatler alacak… Düşüyorum yollara. Şemsiyem yol boyunca ne işe yaradı bilmiyorum ama ben otoparka girdiğimde ‘Demir’ karakterinin 1. Bölümde otelden içeri sırılsıklam girişinden inanın çok daha beterdim.  Daha çok Mr. Darcy’lerin gölette yüzdükten sonraki halleri gibiydi sanırım halim. İstanbul’un en mutena semtlerinden biri olan Etiler’in yolları dere olmuş akıyordu sağanakla… Sizce şikayetçi miydim bu durumdan? Hepinizi duyar gibiyim… “Aslaaa”.

e.min 20 Nisan 2012




17 Nisan 2012 Salı

Uluslararası kutlama


Başrolünde oynadığı “Asi” ve “Aşk ve Ceza” dizileriyle Ortadoğu, Balkanlar ve Kuzey Afrika ülkelerinde ünlenen Murat Yıldırım’ın doğum günü için Harvard Cafe’de bir davet verildi. S&T Lifestyle çalışanları Cennet Günay, Gönül Dokgöz, İlhan Bosut ve Saniye Özbey tarafından organize edilen davete ünlü oyuncunun dünyanın dört bir yanından gelen hayranları katıldı.



Sevgili Dostlar, bu davete alina ve ben de katıldık. Umarım bu özel davete katılanlar  için hazırladığımız Asi ayracımızı farkederseniz haberde. Ayraç gelen Hürriyet muhabirinin de beğenisi kazanmış olmalı ki, hem nette ki fotografların arasına almışlar, hem de gazeteye. 

Ayraçlarımız nice kitaplar arasında kullanılmaktan eskisin ve yenilerini yapalım diliyorum...




Turgud, E E 2012, Ünlü sanatçıya uluslararası kutlama, Kelebek güncel, Nisan, s.3

Haberin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz,




13 Nisan 2012 Cuma

Gözlerindeki o sevinçleri özlemişim...



İçim Asi ve Demir dolu bugünlerde... Bir gece ansızın ,eski bir dostumdan, mailime gelen bir yazıyla irkildim… Yazı bana kalsın ama demeliyim ki... Onlardan doluydu içi... Hani özledim diyordum ya meğer o kadarı özlemek değilmiş... Bir insanı, bir dostumu, bir parçamı özler gibi özlemişim ben Asi ve Demir'i... Git demelerini özlemişim… Git derken gidişine yanan gözlerini, gidemeyişlerini... Gitme deyişlerini özlemişim... Kavuşmalarını… Kavuşurken gene de içlerinde bir sızıyla kalışlarını, hala kavuşamayışlarını bir türlü...

Gözlerindeki o sevinçleri özlemişim... Hani... Beş yıl sonrasında… Asi ve Demir'in yeniden birbirlerinin ruhlarına dokundukları o küçük teknede… Dümenin başında, masmavi denize bakan güzel yüzleri yanyana… Asi'nin gözleri koca bir okyanus... Demir'in gözlerinde güneşin bütün ışıldayışları… Birbirlerinin yüzlerine bakışları... Huzurla… Sevinçle... ve Mutlulukla… Ve biraz da hüzün parçacıkları var içinde... Giden beş yıla ağlayan... Ama mutluluk dedim ya ondan daha çok var... İnanmışlıklar doldurmuş mutluluğu, bir daha büyük yıllar giremeyecek araya diyen inanışlar…



Ama bütün bunlar olmasa… Anlatmasa dudaklarındaki tebessüm… gözlerinde aşk…
Sadece yan yana dursalar...
Öyle yaptım… Dondurdum  onları... Kulağımda… Tülay Günal'ın o hafif cızırtılı, Anadolu topraklarından sesiyle söylediği Sevdalı var... Zamanı durdurmanın imkansız olduğunu söylemişlerdi, ben durdurdum zamanı yüzleri birbirindeyken… Demir'in bakışları Asi'nin naif yüzünde, bayramlık bakışlarıyla… Asi o naif, aşkla daha çok güzelleşen yüzüyle duruyor… Pırıl pırıl, aydınlık, lekesiz…
Şarkı diyor ya... Bir ömürdün diye… Neyse ki Asi ve Demir bari… Bir ömürken düş olmadılar bu hikayede... 
TUBASİ, Sohbet Köşesi, 14 Nisan 2012
görsel alıntısı / ante / 7.06.09







3 Nisan 2012 Salı

Selma Ergeç

Kerim'den bahsedip Defne'yi anmadan geçmek olur mu hiç.  Narin kızımız Selma Ergeç'i de  'Geleceğin Sineması' ödülleri töreninde sunuculuğu üstlenmiş olarak gördüm geçenlerde gazetede. Çok net bir resim olamasa da paylaşmak istedim yine sizlerle.  






Cemal Hünal 'Kaos'

Sevgili Cemal Hünal'ın adını şu sıralar iki film ile andık. Ne yazık ki 'Ayaz' filmi gösterime girmedi ama 'Kaos: Örümcek Ağı' kapılarını seyircilere açtı. Demir ile dostluğu bizleri imrendiren 'Kerim' imize başarılar diliyoruz. 


2 Nisan 2012 Pazartesi

Gelincik Yalnızlığı


Sevgili Acemi Demirci'den

  'Gelincik Yalnızlığı


Gelinciklerin  rüzgarda eğilişi bana insanları anımsatır. Sadece omuzlarındaki yükten eğilen insanları değil. Acıdan, yalnızlıktan ruhları eğilenleri hatırlarım en çok. Kendilerini “iki taş arasındaki bir gelincik kadar yalnız" hissedenleri hatırlatır. Onlara gelincikler verir yine en yerinde cevabı: “Her eğiliş, yeni bir kalkıştır ayağa”.
Acemi Demirci, 27.03.2012

M.A818


Asi sokağı...


Kimi… kireçli badana ile renk renk boyanmış… kiminin hala ilk rengi...
en yükseği iki katlı evlerin sırt sırta verdiği sokağın sakinleriymişiz...
olur ya...

kapılarımız komşu...
camlarımız komşu...
canlarımız dost...

nasıl güzel bir sokak ama...
kapısının  dibinde kendiliğinden bitiveren sarmaşık… yan komşunun çatısına sarmış...
öte yanda… kocaman kocaman nar çiçeği kırmızı açan borazan çiçeği kiremit damların üzerine yayılmış...
mis gibi bir Yasemin kokusu sokağın başından gelenlere hoş geldiniz diyor...
burası kendine has bir sokak...

güzel çiçek kokuları… güzel dostluklara karışmış...

bir de o sokağın sakinleri... her biri özel ve güzel insanlar...

Sevgili AcemiDemirci'nin cam önünde dizi dizi sardunyaları var… ev sahibesi gibi güler yüzlü...

Hemen bitişiğinde Sevgili SerapSu otururur… tığ işi perdesinin süslediği penceresinde  rengarenk menekşeler danseder...

biraz karşıya geçelim...
karşı evin sahibesi… Sevgili Kıvırcık'ı serada yakaladım… mutfak camına dizmek için… Lale'ler… Papatya'lar… arasında mutluluktan uçuyordu…

Hemen yanında… Sevgili e.min'in evi… Sevgili usayken'le altlı-üstlü… oturuyor… elimi alnıma siper ettim… şöyle camdan içeri bir merhaba demek için...
ne göreyim… ikisi de... Asi'ler arasında kaybolup gitmiş… usulca ayrıldım oradan… ama o da ne...
rengarenk Mine çiçeğinin ıtırlı kokusu  kokusu gelir camın dibinden…

Bu kapı… şiire açılır… dizeler merdivenleridir bu evin… bildiniz Ceyhan'ımız oturur...
kitap kokusu sinmiş duvarlarına… ayraçları kurutulmuş papatyadan...

Rengarenk cam güzelleri… Sevgili Sevda'nın evini süsler… cıvıl… cıvıl… kulak verin… derinlerden insanı dinlendiren… güzel bir klasik müzik sesi gelir...

Sokağın başlarına doğru gidelim… mis gibi kurabiye kokan bir ev… onun da camı çiçeksiz olmaz… küpeliler… her renginden… Sevgili Doğu'nun evidir… orası...
elinde kurabiye tabakları ile çaya-kahveye gider komşularına… güler yüzüyle...

onun komşusu Sevgili Minikkulak… uçsuz bucaksız tarlaların rengarenk çiçeklerinden perdesi… el işi...

hemen yanında iki katlı büyücek bir ev var… bahçe kapısından girilir içeri… kalabalık sayılırlar… kuş işli taşları var...
sevdaları kendilerinden büyük AsiDemir oturur orada… avluda yavru kuşları cıvıldaşır…boy boy…
gelip geçerken el sallarlar onları sevenlere…

yönümüzü sokağın sonlarına  çevirelim… kapılarında… sarmaşık güller… hanımelleri…
pencerelerinde… cam güzelleri… çuha çiçekleri… dizi dizi kaktüslerle evler sıralanır…
hepsinde bir Asidost oturur… Tubasi… Latife06… Özenccan… Page... Meryemce ...(unuttuklarım varsa affola…)

en sonunda… küçük bir kulübecik… camında… bir dal gelincik… orası *naile"nindir…

sokak...
en başından en sonuna güleç yüzlü… güzel gözle bakan insanların sokağı… camlarında çiçekleriyle içten insanlar…
her birinden merhaba alınır… verilir… yol boyunca…
ve
her sokağın bir adı olduğu gibi elbet de bu sokağında bir adı var…
Asi sokağı...

olur ya… olur ya…

ben bu işte suçsuzum… Sevgili AcemiDemirci ve Sevgili SerapSu o kadar güzel yazmışlar ki...
ne olduysa…o güzelim yazıları okuduktan sonra oldu...

bir anda… kartal kanatları takıp uçuverdim… bir Demiroğlan'la… bir Asikızın sevdasının yeşerdiği topraklara...
iki kişinin zor geçtiği dar bir sokağı boydan boya sahiplendim hepimiz adına… her birimize çalacak bir kapı olsun diye…

hoşgörünüzle...

*naile* , Sohbet Köşesi, 26 Mart 2012

honey moon


Sardunyalı pencereler


Sevgili Acemi Demirci'nin bizleri büyüleyen satırları yerlerinde duramıyor. Sanat Alemi 'Deneme Birincisi' ödülüne layık görülen yazısı; Evlerimizin gözleri: Sardunyalı pencereler yayınlandı... Sitenin resmi web sitesinde keyifle okuyabilirsiniz...
"İlle saksılarda yetişmez ya da yetiştirilmez bereket pembeleri, beyazları, kırmızıları olan sardunyalar. Zeytin tenekelerinde, yağ tenekelerinde de yetişir. Deniz rengine, zümrüt rengine, al renge boyalı pervazların önünde coşkunca açarak, beyaz fonlu duvarın da yardımıyla öyle neşeli görünürler ki."


MERVE61


...hiç geçmedi ki...


Sevdiğine alışmaktan korkuyordu Asi'miz… Demir ona at armağan ettiğinde söylemişti...
Sevdiğine alışmanın korkusu mu olur demişti yanıtında Demir...
haklıymış… sevdiğine alışmanın korkusu olmazmış...

kendi adıma… ben bu alışmadan korkmadım… sevmeye devam ediyorum… öyle ki… her gün akşam üzeri… Azeri Tv.kanalını gözümü kırpmadan izliyorum…
bugün Asi'nin Siyah saçlarına Demir'in gönderdiği beyaz güller takıldı...
içim bir hoş oldu… hüzünlenmedim dersem yalan olur...
Biz sizi…  boşuna sevmemişiz… bir kez daha bunu kanıtladınız dedim...

Laf aramızda Annem bile Asi'nin saati gelmedi mi daha diyor...
Ah anacığım dedim… benim için Asi'nin saati hiç bir zaman geçmedi ki...

*naile* , Sohbet Köşesi, 8 Mart 2012



Tarlalar dolusu gelincikler...

Toprak…
Emek ister...
hem de en yoğunundan… insanın yüreğinden… elinden… sevgisinden beslenir… karşılığını gönlünce verir…
üzerine düşen/içine gömülen  tohumu...
alır saklar…
yeşertir...
büyütür...
insana armağan eder...

o Topraktan doyumsuz güzellikler çıkar… Asi gibi…

yüzünü güneşe dönmüş gündöndü çiçeklerinin arasında... iflah olmaz iki aşık dolanır...

bazen, tarlalar dolusu gelincikler açar… arasından rüzgar geçen saçlara takılsın diye...

bazen, dolu başaklar baş verir üzerinde... derilince üzerine gencecik bir kadın uzansın diye...

bazen, iki taş arasında açan bir dal gelincik olur… hüzün verir...

yeşerir… dünyayı ışıl ışıl eder…

bazen suya doyar… nehirleri derya eder...

ya da... üzülür… kurur… yatağına çekilir… özüne topladıklarıyla…

bazen… bizler farkında olmayız… derinlere inen gözyaşlarının...

Kadın…
Toprak gibi… emeğin ana vatanı...
insanlık için doğurgan… besleyen… koruyan… sevip… sarmalayan…  üreten…
tüm bunlar için hiç bir şeyden emeğini esirgemeyen…
dahası… yaşamı güzelleştirmek için son gücüne kadar mücadeleci...

benim Asi dostlarım gibi...
yaşama kattığınız her değer için verdiğiniz emeğiniz kutlu olsun… sevgili Asi dostlarım...
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü… yaşama mal olmuş bir mücadelenin anımsanma günü...

Yaşamı pahasına… inançlı mücadelelerinden ödün vermeyen kadınlara yürekten selam olsun…
*naile* , Sohbet Köşesi, 8 Mart 2012



Güneş-07 / 27.10.09