19 Temmuz 2015 Pazar

Çetin Tekindor - Bizzet

‘Babasını Bizet’e Benzetti’(18.07.2015), Milliyet Cadde, s.1


Cemal Hünal - Güney Kore

Kantar, Z. (19.07.2015), Milliyet Pazar, ‘Güney Kore’ye doyamadık!’, Milliyet Pazar, s.4,5

Gezi yazısının tamamına aşağıda alıntıladığımız linkten ulaşılabilir...


"Ünlü oyuncu Cemal Hünal ile Güney Kore seyahatine çıktık. 600’lü yıllarda yapılmış bir tapınakta Budist gibi yaşadık, yer sofralarında yemek yedik, eski Kore evlerinde kaldık ama ülkenin modern yüzünü de gördük"

" Oynadığı “Paramparça” dizisine ara verilmesini fırsat bilen Cemal Hünal’la beraber bir seyahat yapma fikrimizi nihayet hayata geçirdik. 3-11 Temmuz tarihleri arasında ziyaret ettiğimiz Güney Kore ikimiz için de bir ilkti. Benim turist gibi gezmek yerine bir Koreli gibi geleneksel hayatın içinde yaşama isteğim ve Hünal’ın Güney Kore’ye özel merakı sıra dışı günler geçirmemizi sağladı. Budist gibi yaşadık, Kore askerleri gibi at sürdük, eski Kore evlerinde kaldık ama Kore’nin modern yüzünü de gördük."

" Binicilik eski Türkler gibi Güney Kore’nin de ata sporu. Biz de rotamızı ülkenin doğusuna, Güney Kore’nin tek, dünyanın da en önemli atlı okçuluk kulübü ve federasyonunun olduğu Pasifik Okyanusu kıyısındaki Sokcho şehrine çevirdik. Değişik organizasyonlarda karşılaştıkları federasyon başkanı Kim Young-Sup ile buluşunca hasret gideren Hünal, kulübün diğer üye ve talebelerinden büyük ilgi ve misafirperverlik gördü. Onlarla yaptığı at üzerinde ok atma gösterisi izleyenleri büyüledi. Kore dışından bu kadar başarılı bir sürücünün kendilerine yaptığı gösteri karşısında şaşkınlıklarını gizleyemediler."

"Bol ve rahat özel Budist gömlek ve pantolonlarımızı teslim aldıktan sonra erkeklerle kadınların ayrı ayrı, üçer kişi kaldığı yatakhanelerdeki odalarımıza yerleştik. Ayakkabılarımızı dışarıda çıkararak girdiğimiz odalarda yer yatağımızı kendimiz hazırlayıp uyuyor, ertesi Sabah saat 4’te uyanıp yatağımızı topluyorduk. Sabah ayinlerini bir Budist gibi dinleyip orman içindeki dere kenarlarında temiz dağ havasını soluyarak yürüyüşümüzün ardından kahvaltıyla güne başlıyorduk. Rehber Budistler devamlı tapınağın yaşam kurallarını bize gösteriyordu. Doğa içinde meditasyon yapanların arasında sessiz ve dingin Budizm yaşantısının özelliklerini onlardan dinliyorduk."

Gezi yazısının tamamına aşağıda alıntıladığımız linkten ulaşılabilir...


http://www.milliyet.com.tr/guney-kore-ye-doyamadik-/pazar/haberdetay/19.07.2015/2089412/default.htm, erişim tarihi 19.07.2015

Murat Yıldırım - Cesaret’ (Q3 Medya)

Eyüboğlu, A.(19.07.2015), ‘TV’lerin Yeni Sezon Dizileri’, Milliyet Cadde, s.2


Ali Eyüboğlu'nun, yeni sezon dizileriyle ilgili derlemesine alıntıladığımız linkten ulaşılabilir


Tuba Büyüküstün - 'Dizilerimiz Dünyalı mı Oldu?'

Biçici,S. (18.07.2015), ‘Dizilerimiz Dünyalı mı Oldu?’, Milliyet TV, s 2
"Bir dizi düşünün, Şili’den Mısır’a dünyanın dört bir tarafında 41 ülkede yayınlanıyor, bazılarında reytinglerin zirvesine ulaşıyor. Başrol oyuncuları, o ülkelerde dünya starları gibi karşılanıyor. Türkiye’nin en çok yurt dışı satış hasılatı elde eden dizilerinden biri oluyor. Senaryosu, rejisi, müzikleri ve prodüksiyonu gayet başarılı olan bu dizi, kendi ülkesi Türkiye’de 54 bölüm boyunca beklenen reytingi veremiyor. 
Bahsettiğim dizi bu hafta final  yapan ‘Kara Para aşk’. 


Hem bütçesini, hem de kendinden bekleneni karşılayamayan reytingine rağmen yurt dışı başarısı sayesinde yayında kalmayı başarabildi desek abartı olmaz. 
Peki bu durum, “Biz artık dünyalı bir dizi sektörüne sahibiz” anlamına geliyor mu? Keşke öyle olsa ama değil. Dizilerimizi yaparken en baştan bütün dünyaya satılacak şekilde yapabilsek olurdu ama ne yazık ki böyle olmuyor.
Bir kere dünya dizilerinin iki ya da üç katı sürelerde dizi üretiyoruz. Üstelik de en azından 2 - 3 bölüm düşük reyting alıp yayından kalkmasın diye uğraşıyoruz. Sürekli değiştirilen reyting yapısına uydurmaya çalışıyoruz. Kararlarına şaşkınlıkla baktığımız RTÜK’e göre kendimizi ayarlıyoruz. Yanlış bir yayın saatine konduğunda tutunamayıp şansını  büyük ölçüde kaybedecek, adeta bir kumar gibi yayına başlatıyoruz. 
ABD’den sonra en çok dizi ihracatı  yapan ikinci ülkeyiz ama ‘dünyalı’ olmak  için daha işimiz çok. "

Haberin tamamına alıntıladığımız linkten ulaşılabilir...

http://www.milliyet.com.tr/dizilerimiz-dunyali-mi-oldu-/cadde/ydetay/2089126/default.htm





13 Temmuz 2015 Pazartesi

Aslıhan Güner - 'Her Şey Aşktan'

Aydın,S  ve Danışman, L (11.07.2015), ‘Her Şey Aşktan’, Milliyet Cadde, s.2

"Ben hayatına 'aşk'ı keşfedip her alanına katanlardanım"



2 Temmuz 2015 Perşembe

Murat Yıldırım - Bu gün bitmez...

13 Nisan 2015, İstanbul

Murat Yıldırım ile dopdolu geçen bir gün… ama ben anlatmaya nereden başlayacağımı bilemiyor, öylece duruyorum. Toplantıdan aldığım notlarım, yaşanmışlıklar taptaze. Fakat yine de bir şeyler eksik. Yazımın gecikecek olması anlamına gelse bile, beni bu ana getiren hatıraların arasında bir yolculuğa çıkmak geliyor içimden önce. Gerimde, soluklanılacak bir gün bıraktığımı hissediyorum çünkü. Aceleye gelmez bazı şeyler, bu da öyle. ‘Bu gün’ durup düşünülecek bir gün benim için. Asi ve Demir karakterlerinde metaforlaşanlar çoktan benim olmuş olmasına ama karakterlere hayat veren oyuncuları da derinden etkilemiş beni. Kulağım isimlerine, yüreğim yaptıklarına farklı yanıt verir olmuş nicedir. Ben onları takip ede durayım, aradan seneler geçmiş. Arşivimde; gülen yüzler, edinilen dostlar, heyecanla satırlara dökülmüş bir araya gelişler, farklı vesilelerle fakat hep özenle yaratılmış kitap ayraçlarımızı onun ellerinde görüşlerime varan anılar var. Her karşılaşma nasıl da yürek çırpıntılarıyla dökülmüş yazılarıma. Ama sonuncusu var ya… O başka! Şaşkınlıkla okuyorum kendi yazdıklarımı. Daha o bile farkında değilken belki, ne cesaret bilmem ama ona ‘Değişmişsiniz!’ demek isteyişlerimi. 

Yine, sevgili Gönül’ün organize ettiği 2013 Nisan’ınında ki doğum günü kutlaması sonrası bizi bırakıp, mekandan ayrılışı sonrası yazdığım yazının sonu, aslında şu anın başlangıcı…

 “Onun gidişini hissettim mi? Evet. Bu gün, sadece duyduklarımdan, gördüklerimden ibaret değildi, bunları anlatmak en kolayıydı belki de… ama bende tortusu kalan spritüal konumu çarpıcıydı benim için en çok. Seneler evvel onunla tanıştığımda susturmayı başaramadığım dilimden dökülenleri, kendisini çok genç bulduğumu, oğullarım gibi oluşunu nasıl bir çırpıda içimden çıkarıverdiysem…  yine öyle çıkıvermeyi zorlayan bir şeyler var bu yazı bitmeden önce. “Değişmişsiniz!” diyebilmek isterdim aramızdan ayrılmadan ona. Büyümek, olgunlaşmak gibi sıradanlar ne denk geliyor ne de tarif edebiliyor bu değişikliği. Sanki zihni yeni şeylere açılmış ve algıladıklarının boyutuyla farklılaşmış enerjisi. Özgürlükleri kısıtlayan şeylere karşıyken o, ‘her şey tersiyle kaimdir’i yaşar gibi. Mesleği ve onun getirdikleri ne kadar etkili bu anındaki duruşuna varışında? O, neyle ilgilenirse ilgilensin zaten bu yaşında böyle mi olacaktı? Yoksa bizler de mi müsebbibiz bu anından? Sevgilerimize takılıp gelen beklentilerimizle fazlası için ufuk açıyor ya da elinden alıyor muyuz bazı şeylerini?  Gözlerinin içine baka baka yalan mı söyledim diye düşündüm çılgın bir an… O kadar da karşılıksız değil mi yoksa sevgimiz… ‘mutlu’ olmasını dilemek dahi ondan bir şey istemek değil mi? Bu bile yer gelir zaman gelir, yük olur mu?

Tam iki sene sonra, o zamanlar Murat Yıldırım’da hissettiğim içrek değişimin onu vardırdığı duraklardan birindeyim şu anda. Bir gurup kimsesiz çocuğun ‘kimi’ olabilmesinin coşkusundayım. Toplantının ilerleyen dakikalarında onun ağzından duyacağız zaten ‘birey’ sorumluluğunu ne kadar ciddiye aldığını ama bu toplantı onun için doğum günü oluşunun çok ötesinde bir bir araya geliş. İlk dikkatimi çeken şey sabırsızlığı… Çocuklar konusuna değinmekteki aceleciliği. Her zamanki gibi sessizce katılırken aramıza daha yerine dahi oturmadan hoş geldiniz deyişi bile amacın vericiliğiyle orantılı yakınlıkta. Kendisini ilk defa gören ve zaten oraya gelene kadar heyecandan neredeyse ‘ölen’ en küçük hayranı daha salona varmadan karşıladı onu. Murat, sıkı sıkı sarıldı ve yatıştırdı sevinçle dökülen gözyaşlarını 14 yaşındaki hayranının. Ne anlatılmaz bir heyecan, ne anlatılmaz bir an, diye düşündüm önümde cereyan eden bu kavuşma için.  Yüreklerde nelere yer var… eksik olmasın hiç bu duygular. 

Hepimizi öperek tek tek selamlayan Murat’ın daha yerine oturmadan ağzından dökülen ilk sözler çocuklar oldu. Kimsesiz Çocuklar Sevgi ve Eğitim Derneği adına hoş geldiniz dedi ve teşekkür etti yapılabilenler için.  Ne zamandır çocuklarla, özellikle kimsesiz çocuklarla ilgili bir şeyler yapalım diyor olduğunu vurgulayarak konuya doğrudan girdi Murat. Bir evvelki toplantıda Lösev ile yapılan çalışma da hatırlandı bu arada. Doğum günlerinde yapılan bu toplantıları daha yararlı kılmak için KİMSED vakfının yönetici Asiye Hanım’ı tanıdığında onu bizlerle de tanıştırmak istediğini söyledi. 

Toplantıya katılanların bazıları aramızda ilk defa bulunan dostlardı, onları tanımaya ve nereden geldiklerini öğrenmeye çalıştı önce. Organizasyonu bir haftaya sıkıştırılmış bir toplantı oldu bu. Neredeyse günler içinde kotarıldı. Bu nedenle yurt dışından katılım azdı. Her Murat Yıldırım takipçisinin hayaliyken onun katılacağı bir toplantıda bulunmak ve onunla bizzat sohbet etme şansı yakalamak, bu kadar kısa zaman içinde ne işlerinden izin alabileceklerini ne de vize işlemlerini halledebileceklerini söyledi benim temas ettiğim yabancı arkadaşlarımız. Pek çok kişi için de böyle olduğuna e.minim. Umarım bir dahaki sefere hazırlık yapılabilecek daha uzun vakitler olur.

Tanışma sohbeti çok geçmeden tekrar çocuklara döndü. Bu toplantının bir başlangıç olduğunu, birlikte çocukları ziyaret edebileceğimizi, farklı aktiviteler ayarlanmaya çalışılabileceğini söyledi. Konu kimsesiz çocuklar olunca, irili ufaklı pek çok detayın gözetilmesi gerektiğini fark ettik. Çocuklara ve çocuklar adına yapılabilecek her şeyin konunun uzmanlarınca denetlenmesi ve prosedürlere uyması gerekiyordu. 

Üniversite söyleşileri bu noktada konuşulmaya başlandı. ‘Sanatçının Sosyal Sorumluluğu’ söyleşilerinin kendisi için ‘İnsanın kendine sorumluluğu’ olduğunu ve bu söyleşilerin üniversitelerde devam etmesini arzuladığını söyledi.  Bilkent Üniversitesi’nin adı ‘Kırımlı’ için ödül ile ve Trabzon Üniversitesi’nin adı da ‘söyleşi’ ile zikredildi. Toplantıya katılan Yıldız Üniversiteli genç arkadaşlarımızla ise yakından ilgilendi Murat. Aslında Yıldız’da da bir söyleşi ayarlandığını ama aksilik çıktığını ve katılamadığını söyledi. Üniversite söyleşilerinin çok güzel geçtiğinden ve kendisine de iyi geldiğinden bahsetti.

Toplantıya katılan Maria’yı tanıdık bu arada. Kendisi İtalya’dan gelmiş. Eşi, 15 Nisan’da doğum günü olan Maria’ya bu toplantıya katılabilmesi için İstanbul’a bilet almış ve kalacak yer ayarlamış. Bu muhteşem hediyeden etkilenmedik desem yalan olur. Ama bir şekilde bize yakın olanlar da, bu tip jestlerle bizleri ne kadar iyi anladıklarını göstermiyorlar mı? Eşim için Murat ve Tuba haberleri her zaman o sayfanın açık bırakılması anlamına gelir, kaçırmamı istemez. Daha bunun gibi niceler… Murat ise Maria’nın eşine özel teşekkürlerini iletti ve Gürcistan’da 70 yaşlarında bir teyze ile yaşadığı kendinde iz bırakan anısını anlattı. Aşk ve Ceza seyircisi olan teyzemiz ‘Savaş’ karakterinin annesi ile yaşadığı bir sahneden etkilenerek ne zamandır konuşmadığı oğlu ile temas etmiş ve barışmışlar. Eskiden yaratılan etkinin bu boyutta olduğunu düşünmediğini ifade etti açık yüreklilikle. Ama insanlara dokunabildiğini biliyor şu an. 

En son sinema filmi Kocan Kadar Konuş’a geldi konu çok geçmeden. Şimdiye kadar yer aldığı projelerin içinde tanıtım çalışmalarının bu kadar yoğun ve başarılı yürütüldüğü hiçbir projesine rastlamadığımı ve bunun karşılığını aldıklarını düşündüğümü söyledim kendisine.  Hak verdi ama bunun bir bütçe meselesi de olduğunu ilave etti. BKM’nin çok önemli bir iş yaptığını, çok iyi çalıştığını, film sektörüne katkısına büyük saygı duyduğunu belirtti. Böylesi romantik komedi filmlerinin iş yapmasının; yapımcının yüzünü güldürmesinin;  bu tarzın da seyircisi olduğunu göstereceğini; diğer yapımcı firmaların ellerindeki projeleri de hayata geçirmelerine heveslendireceği konusundaki görüşlerini bizlerle paylaştı. 

Sonbaharda başlaması umulan projesi hakkında da bir şeyler öğrenmeye çalıştık. Fakat henüz senaryosu yazım aşamasında olan projesi hakkında konuşacak çok bir şey yoktu. Arkadaşları olan senaristler Kerem ve Pınar çiftine duyduğu güveni üzerine basarak ifade etti ve Uzerli’nin ne kadar sıcak, içi dışı aynı bir kız olduğunu söyledi bir kez daha. 

Dikkatim bir ara yanımdakilere kaymış olmalı, nasıl bu konuya geçiş yapıldı kaçırdım ama tekrar not almaya başladığımda Murat’ın dudaklarından dökülen sözler “İnsanların değiştiremeyeceği şeyler üzerine çok kafa yormamaları’  idi. “İyi niyetini gönderip umut edeceksin ‘iyi’ olsun” diyerek devam etti. Tevekkülü akış Murat’ta görülüyor ne zamandır… rahat… sakin. O ise mutluluğun sırrını ‘yardım, muhabbet ve iyilik’de bulduğunu söylüyor. 

Arada gelen Doğum Günü pastası konuyu dağıttı. İyi ki doğdun ezgileri ve iyi niyet mesajlarımızla birlikte pasta kesildi. Söz konusu yiyecek olunca zayıflığından bahsedildi. Murat’ın yanıtı ise “Zayıf değil, fitim” oldu. ‘Zayıf’ kelimesinin ardında sağlıkla ilgili olumsuzluklar da beliriyor sanki. Bizlerse Murat’ı gayet iyi gördük. Son zamanlarda ondan duyduğumuz karbonhidrat ve şekeri hayatından çıkardığına dair söylemlerinin neticesine gözlerimizle tanık da olduk bu gün. Aslında yemememiz gerektiğini bildiğimiz pek çok şeyi yediğimizi, kendisinin de dozunda yemeye çalıştığını söyledi. 

Pastalarımızı yerken oluşan sessizlikten fırsat bilerek burada bulunuşumuzun nedenine dönmek istedim biraz. Asiye Hanım ile paylaşmak istediğim bir konu olduğunu söyledim. KİMSED derneğine yaptığımız bağışlarda çocuklara toplanan paranın bir kısmının banka komisyon masrafına gittiğini, bunu da üzücü bulduğumu söyledim. Bu konuda ne yapılabileceğini sordum. Gönül’de bu konuda gerek yurtiçinden gerekse yurtdışından gelen bağışlardaki komisyon kesinti miktarlarını Murat’a ve Asiye Hanım’a detaylandıran bir iki örnek verdi. Murat’da üzüldü bu duruma. Bu tip kurumlara yapılan bağışlarda bankaların komisyon almamaları gerektiğini söyledi. Asiye hanım ise banka ile bir çalışmaları olduğunu, komisyon bedellerinin derneğe kazandırılması için bu konunun takipçisi olacaklarını söyledi. İçimiz rahatladı. 

Murat’ın yer aldığı projeler konuşulmaya başlandı. Özellikle Suskunların ‘Ecevit’i gibi zor bir karakterle nasıl başa çıkıyorsunuz, psikolojiniz bozulmuyor mu” gibi sorular geldi peş peşe. Suskunların çekimleri esnasında gerek setteki zor anlarından gerekse sokaktaki vatandaşlarla yaşadıkları paylaşımlardan bahsetti. Böylesi iç acıtan ve insanın kendini çaresiz hissettiği bir rolün oyuncu üzerindeki ‘yorgun’luğunu tariflemeye çalıştı.  İlk defa hayatında Kocan Kadar Konuş’da bu anlamda hiç yorulmadan çalıştığını söyledi bize. “En fazla kafana terlik geliyor…” diyerek gülümsetti hepimizi ve dağıttı havayı. Aynı ekibin, ‘Sinan’ karakterinin ailesinin de işin içine girdiği bir kurguyla devam filmi çekilmesi ihtimalinden bahsetti. Kitap dili ile film dilinin farklı olduğunu, kitabın senaryolaştırılmasının gerektiğini söyledi. 

İçinde yer almak istediği bir poje olup olmadığı soruldu. İsim vermeyi uygun bulmamış olmasına rağmen, yazılmış ama çekilmemiş, “oradaki karakteri ben oynamak isterim” diyeceği iki üç projenin varlığından bahsetti. Türk dizilerinin yabancı ülkelere açılmasını çok olumlu bulduğundan, Amerikalı yapımcıların projelerinde oynamak üzere Türk oyuncularla görüşmeler yapmasından mutluluk ile bahsetti. Kendi kültürümüzde filmleştirilecek pek çok konu olduğundan, Şems’i oynamayı düşlediğinden, Osmanlı, Mevlana, Atatürk dönemlerine ait pek çok hikâyenin filmleştirilebileceğinden bahsetti. Sanatın zaten politik olduğunu ama ideolojinin reklamı olacağını, filminin olmayacağını söyledi. Savaş karşıtlığı gibi konularda aktivistliğiyle tanıdığımız Seen Penn’in adı sohbetimizde geçti. Projeler önüne geldiğinde Murat Yıldırım’ın çok dikkatli seçimler yaptığını tahmin etmek güç değil.  

Her ne kadar kendisine hediye verilmesi onu üzse de, hayranlarının ona ulaştırmayı istediği şeyler oluyor. Bu gün de yine farklı değildi. Bir sepet dolusu incirden tutunda şahsına yazılmış bir kitaba kadar değişik hediyeler ulaştı yine bu gün. 

Toplantılarımızın da sonuna yaklaştığımızı haber veren fotoğraf çekimi ve imza faslına geldik gönülsüzce. Tek tek ve topluca… onlarca fotoğraf çekildi bu gün de. Gerek o günü kişisine hatırlatacak gerekse dostlara gönderilecek imzalar biricik biricik doldu sayfalara, dergilere, peçetelere. Hepsi muhabbet ile saklanacak… biliyorum.

Aslında günün yaşananlarını anlatışım neredeyse bir rapora döndü, farkındayım. Olabildiğince kişisel izlenimlerimden ve yorumlarımdan yazdıklarımı uzak tutmaya gayret edişim sebepsiz değil. Geçmiş yazılarımdan biliyorum ki yabancı arkadaşlarımız çevirim araçları yardımıyla bu yazıyı da okumaya, toplanışımızın atmosferini yakalamaya çalışacaklar. İfadelerimi mümkün olduğunca sade tutmaya çabaladım bu nedenle. 

Ama, “Ya bu Murat Yıldırım gününden bana kalanlar ne?” diye, kendime dönüyorum artık. Bundan öteye e.min görü konuşsun, ne hissediyorum? Öncelikle onu kendine böylesi ‘sahip’ görmenin bende müthiş bir doygunluk hissi bırakmış olduğunu fark ediyorum. Eğreti durmayan bu sahipliğin ön koşulu ise ‘kendi’ olmalı diye düşünüyorum. Abartısız, yalın ve saf. Değerlendirmeler… kabullenmeler… geride kalmış evreler… hissedemiyor olsaydım bile ‘sözler’var bugün. Başkaları için endişelerine, ne yapabilirim sorusuna, kalıcı değerlerine dönük çabasına ve önceliklerine saygı duymamak elde değil. Murat Yıldırım’a yaptığım yolculukta yeni zirveler gördüğüm bir gün bu gün. Gözleri gülüyor, ruhu gülüyor, coşkuları gülüyor… gülüyor o bugün. Onun söylediklerinin, eylediklerinin, giydiklerinin satır aralarında bana görününler, sohbet boyu zihnimde asılı kalanlar var. Felsefe ve sosyoloji ile ilgilendiğini söylediği televizyon programından sonra algımın dikkat kesildiği Murat Yıldırım yönlerine göndermeler var sohbetinde. İnsanoğlunun ‘düşün ve yaşam’ üzerine düşünmeye ve sorgulamaya başladığından beri cevap aradığı soruların, zaman ve coğrafyalardan bağımsız öğretilerin ondaki izleri, bu günden hatırlayacaklarımın en önde gelenleri olacak. 

Ve tabi Murat Yıldırım’ın ağzından duyduğumuz felsefeye ilgisini ‘Demir’i yorumlarken kullanışlarım aklıma geliyor bu satırları yazarken… nasıl gelmesin! Karakteri anlamaya çalıştığım o günlerde, davranışlarının izlerini sürerek yaptığım çıkarımlar vardı… matematik eğitiminin bir parçasıydı, genel temayül ve e.min yanılmıyorsa, mantık ve felsefeye de ilgi duyuyor olmalıydı, ondan beklentim ise doğru ve tutarlı bir düşünme tarzıydı. Murat Yıldırım’ın içinden bir yerlerden göz kırpıyor zaman zaman ‘Demir’ bana. 

‘Demir’ deyince nasıl unutabiliriz Asi ile birlikte Defne’ye hazırladıkları sürpriz nikahı. Murat’ın üzerinde bana o günü hatırlatan muhteşem bir görsel vardı. Hatırlarsınız… Demir’in elleri Asi’nin gözlerinde ne ustalıklı bir ‘gelinlik almaca’ oynandı. Giydiği t-shirt’ün üzerinde de benzer bir enstantane vardı. Durdu durdu bana o sahnenin detaylarını hatırlattı. Belli ki o, bugün çekmecesine uzanıp seçimini yaparken talih Demircilerden yana bir hoşluk yaptı.

Bu gün bitmez… ama sonlandırmalıyım artık yazımı. Başka duraklarda karşılaşmak umuduyla, bir kez daha arzu ettiği her şeyin gönlünce, yolunun ise açık olmasını dileyerek, noktamı koyayım.

e.min