30 Aralık 2011 Cuma

9. Bölüme Dair

Beyaz camın gördüğü, birbirine yakışan ve mutlu sonu hak eden bir çift...

Gel-gitleri, dile dökülememiş yoğun duyguları var. Zıtlar, biri sevgiyle büyümüş diğeri öfke ve intikam duygularıyla yoğrulmuş. Birbirlerini mıknatıs gibi çekiyorlar. Henüz itiraf etmeseler de bir bütün olabilmek için birbirlerine ihtiyaçları var.

 albizzia / 2 Ocak 2008

23 Aralık 2011 Cuma

8. Bölüme Dair

Asi'nin izlenme grafiğinin istikrarlı yükselişinin sürdüğünü gözlemlediğimiz bu bölümde, yine geçmişten gelen bir mesajla duyurmaya çalışılım 8. Bölüm'e Dair'i...
Eldeki verilere bakarsak bence bu reytingler olağanüstü. Dizi ile ilgili hemen hiç reklam yapılmıyor. Doğru dürüst ne bir röportaj yapıldı, ne de diziyi tanıtım amaçlı bir şeyler yayınlandı. Hikayede sansasyonel, polemik yaratıcı, entrikalara dayalı hiçbir şey yok. Buna rağmen alınan sonuçlar gerçekten çok iyi. Demek ki insanları derinden etkileyen bir yanı var yapımın. Bence oyuncuların da büyük etkisi var bu sonuçlarda. Ya da hepimiz ağırdan akan, duyguları daha on plana çıkaran, yormayan, yıpratmayan hikayeleri özlemişiz. Arka fondaki pastoral güzellikleri de unutmadan.
denizim_ 15 Aralık 2007, dizifilm.com

21 Aralık 2011 Çarşamba

asi-demir.com Twitter'da...

Sevgili Dostlar,

Teknolojiye biraz daha yaklaşabilmek umuduyla yeni bir adım attık. Artık bizi twitter'dan da takip edebileceksiniz. asi-demir.com, Asi Güncel ve Sohbet Köşesi duyurularını twitter adresimizden de paylaşacağız...


https://twitter.com/#!/asidemirdotcom

Keyifli twit'ler hepinize...

20 Aralık 2011 Salı

Mutluluktan söz edilmiş...

Mutluluktan söz edilmiş...

Bende bugün  ilk kez Selvi Boylum Al Yazmalım'ı izleyen arkadaşıma eşlik ederken ve o ağlarken ben aslında filmin sonunda gülümsüyordum... Mutluluk kelimesini o anda düşündüm... Asya gözleri yağmurlar içinde, sevdiği adamı ağlayan bakışlarıyla arkasında bırakıp sadakate giderken aslında bana kalırsa o an acı da çekse, ayakları kan toplasa da mutluluğa yürüyordu... İlyas'a dönseydi belki de başka savaşlar içinde bulacaktı kendini, belki başka bir kadın girecekti gene araya... İçinde bir hayal biriktirmek, hayal kırıklığına uğramaktan daha iyi aslında... Mutluluk illaki tutkuyla bağlandığın adamla değil de, bazen çocuğunun babası olabilen sana patırtısız ve sessiz aslında basit olmayan 'basit' bir hayat sunabilen bir adamın yanında da olabilir. Ve gene de derim ki bazen çok ama çok sevmek de her zaman huzur getirmez...

Asya... Kısacık sessiz anlarda aklına İlyas'ı getirecek belki de... Onun siyah o koyu koyu bakışlarını, içten gülümseyişlerini, ona dokunuşunu, sesini ve kahkahasını... Birlikte yapamadıklarına içerleyecek. Yüreği burkulacak, özlem dolacak içinin her tarafını. Sonra oğlunun bir 'anne' deyişi, Cemşit'in manavdan eli poşetlerle gülümseyerek gelişi, hüznünü rafa kaldırmasını öğretecek ona. Ve o da gülecek onlarla, içtenlikle.

Mutluluk anlayışı Asya için değişmiş olacak çünkü...

Asya yorulmuştu çünkü, bekleyen, sabreden, ihanete uğrayan, susandı çünkü... Bütün bu yıpranmalara rağmen aşkı için yüreğinde verdiği bütün savaşlar sonucunda ruhu harap düşmüştü. Ve tutku dolu bir kucaklaşma yerine, huzurlu bakan iki çift gözü mutluluk olarak anlamıştı. Yetinmeyi öğrenmiş ve aslında daha da fazlasını istese de kaldıramayacağını bilmişti.

Yani gene bana kalırsa mutluluk dediğimiz şey değişken bir kavram. Bu değişiklik yaştan başlayan sonra hayattan aldığın darbelerle devam edebilen sebeplerden besleniyor.

Biliyorum ki Asya ve İlyas'lar çok var... Ve Cemşit'ler de elbette... Bu durumda kim için zor?

Asya için mi? Yüreği hala geride kalandayken, önüne bakmaya çalışan Asya için mi?

İlyas için mi? Hataları yüzünden bir aileyi, Asya'nın güzel yüzünü kaybeden, onun gidişine boyun eğen ama içerlenen ve imrenen İlyas için mi?

Ve Cemşit için mi? Yanındaki kadının hep aynı adama aşık olacağını bilen Cemşit için mi?

Herhalde hepsi için zor...

Ve mutluluk demişken...

Asi ve Demir düşüyor bu anda zihnime... Ve Asya ve İlyas ile birleştiriyorum onların hikayesini.

Eğer Asya sevgiye yenik düşseydi... İlyas'a işte tam da böyle sarılırdı diyorum ben.



Asi ve Demir'in hep sarılışlarını severim ben. Bir de ayrılırken o son bakışları. Niyeyse her ikisi de yüreğimi cız ettirir.

Ama işte bu sarılışın bende apayrı bir yeri vardır hani. Bırakın yüreğimi cız ettirmek... cayır cayır yakmıştır. Aslında bir 'oh, kavuştum' diyen bir sarılıştır bu sarılış ama nedense ilk izlediğimde gözlerim dolmuştu... Hala da öyledir bendeki etkisi...

Bir daha görememek, bir daha sarılamamak, bir da koklayamamak, bir daha gülememek beraber... bir daha bakamamak gözlerinin içine, bir daha doyasıya öpememek... ve gittikçe unutmak yüzünün şeklini... gittikçe uzaklaşması sesinin tınısı... Bütün bu ihtimallerin tükenişiydi o sarılma.

İkisinin de ağlamaktan daha büyük bir şey ifade eden o hüzün dolu yüzlerine elleriyle dokunuşları, burunları birbirlerine çarparken Asi'nin dağılan saç tellerinin gene Demir'in yüzüne yapışması, birbirlerine 'çok korktum ' diyen bakışları, Asi'nin eli Demir'in boynunda gezerken Demir'in ,Demir'in Asi'nin kokusunda kendini boğması... Her biri üzerine çok söz söylerim aslında... Uzunca... Bir kavuşmadan çok bir ayrılığı anlatırım nedense... Dedim ya çok dokunmuştu bana bu sahne.

İki insan bu kadar mı güzel sarılır diyen de bir sahnedir hani! Geriye sarıp sarıp ısrarla yüreği cız ettirme isteğidir.

İşte İlyas ve Asya böyle sarılırlardı herhalde... Bu kadar can alıcı ve yürekten, kopmamaya yeminli, sarılırken bile söz veren.

Demir'in yolu Antakya'ya düşmeseydi o beş yıl sonunda... Ne farkları kalacaklardı ki Asya ve İlyas'tan?

Belki çok yıllar sonra karşılaşacaklardı. Her şey çok ama çok geç olduğunda.

Demir 'gitme' diye bakacak, Asi gidecekti gözleri, yüzü acıdan bitap düşüp ,adımlarını toprağa zor atarak.

Ve Demir içinden 'Elveda Asi'm... Benim Mağrur Sevgilim... Elveda... Bitmemiş Türküm benim...' diyecekti.

Senaristlerimiz (kızsak da etsek de vaktinde) ve hatta çok ama çok sevdiğim Cevdet Mercan'da... Küçük sırlar bırakmayı seven insanlardandı. Arada bir reyting mevzusuna takılsalar da gene de ASİ'ye başka bir değer verdiklerini bilirim. Cevdet Mercan'ın belki de çok reyting getireceği senaryoları hikayenin büyüsüne aykırı bulduğu için çöpe attığını da bilirim. Bu yüzden, belki de onlar da Selvi Boylum Al Yazmalım'a ithafen Asi ve Demir'in çocuklarına ASYA ismini vermişlerdir, kim bilir? Belki de onlarda bir uyum yakalamıştır iki efsane arasında.

Asi ve Demir ne kadar kavuşsalar da...

Gene de o ayrı düşen yıllara... ve belki... az daha ayrı düşecek yıllara...

İlyas ve Asya'ya... Asi ve Demir'e...Tüm yarım kalmış aşklara...

Bu şiir hepsine gelsin...

Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi, Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım.. Sevgi emekmiş, Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş... 
TUBASİ, Sohbet Köşesi, 20 Aralık 2011



SULE(C)


Hatay sevgisinin harcı...

Hatay sevgisinin harcı, bizim için Asi. Hatay çoğumuz için Asi ile anlam kazandı. Öncesinde sadece güneyde bir ildi belki de. Ama Asi ile bambaşka bir anlama kavuştu, görselliğin sihirli değneğiyle doğasını, havasını, çayırlarını, çiftliklerini tanıdıktan sonra. Kozcuoğulları derler bir çiftliğin gecesini gündüzünü, acısını tatlısını Kozcuoğulları’ndan daha çok yaşadıktan sonra.



Hatay'ı hep görmek istiyordu.  Tam Hatay turuna katılmak için girişimlere başladığımızda nereden bilecektik Hatay’da geçecek bir dizinin kapıda olduğunu. Beni bir dizikolik yapacağını ve daha önce hiç yapmadığım, hiç bilmediğim diziseverlik uğruna internetten sayfalara bile gireceğimi.


Asi dizisinden önce, daha öyle bir dizinin başlayacağını öğrenmemişken  rezerve yaptırmıştık, bir bayram turuyla. Ankara kalkışlı. Ankara’nın en eski tur şirketiyle. Kuğulu Park’a bakan ofisinde.


Hatay'a gittiğimizde dizi başlamıştı. Ben de daha dizi başlamadan ön tanıtımlarıyla dizinin zaten takipçisi olmaya aday olmayı bile pas geçmiş, asiller kadrosuna katılmıştım. Yani daha Asi’nin tanıtımları sürerken o ön tanıtımların/fragmanların izleyeni olmuştum bile.


Hatay bambaşka bir yer. Bu başkalık, sadece havasının çok güzel olması, burcu burcu kekik, turunç, maydanoz kokmasından değil. Kültür kokmasından. Hatay'da kültür, Hatay dolusu var. Her sokakta, her evin ince işli taşında, her yemeğinde, her tepesindeki tarihi bir eserde, şenliklerde, çiftliklerde, giysilerde, aile bağlarında, bakır kap kaçakta kültürün hası vardı. 


Metropollerde çoktan yitmiş gitmiş kültür, orada sıradandı;  kapı komşulukla yaşayan, yaşatılandı. Metropolün isinde kararmamış kültür, bir de sevdanın hasıyla perçinlenince ortaya ASİ adlı efsane çıkmıştı.
Bir Çocuk Sevdim bana çok mütevazı bir dizi geliyor. O mütevazılığını da çok seviyorum. Öyle cakalı, bas bas reklam kokan ya da yapan, cilalı boyalı bir dizi değil. Hani hiçbir gazete ya da televizyon programı daha diz başlamadan onunla ilgili yaygara filan kopartmadı. Gazeteler sanırım öyle aman aman değinmiyorlar bile Bir Çocuk Sevdim dizisine. Tıpkı ASİ gibi. Bu kendi halindeliğini de çok seviyorum o dizinin. Sağlam bir dizi. Oyuncularının her biri birer  ağır taş. Yerini dolduran, güçlü oyuncular. Tiplemeler mükemmel. Ama sessiz bir dizi. Sesiz sedasız da ilerleyen bir dizi. Emin adımlarla.


 Bir Çocuk Sevdim, Asi ve Elveda Rumeli dizisinden sonra düzenli izlediğim ilk dizi oldu. İşin içinde aile bağları, o hepimizin bildiği baba kız sevgisi girince, bir de gerçek, yürekten, hesapsız kitapsız, katıksız sevgi olunca seyrediliyor o dizi.


Cevdet Mercan  şimdi o dizinin jeneriğini zenginleştiriyor. Çetin Tekindor orada yine kız babası. Ona kız babalığı çok yakışıyor. 


Hiçbir dizi yeni bir ASİ olmayacak. Ama biz evlerinde televizyonlar olarak dizilere bakacağız. Bazılarını sürekli izleyeceğiz, bazılarının oyuncularını sevsek bile bizi sarmayacak, bir iki dakika bakıp geçeceğiz. İçinde sevdiğimiz oyuncular olmasına rağmen. Sevdiğimiz oyuncu, dizi sevmemizin sigortası değil. Dizi, kavramlar bütünü. Bizi saracak, aklımızı çelecek kavramlar, bizi diziye bağlayan kavramlardan çoksa o zaman o diziyi izleyebiliyorum.


Ben, dünya var oldukça kötülüğün de kinin de olacağını bilirim, hep olduğu gibi hayatın içinde. Dünyada yaşıyoruz ve dünyanın mayalandığı kavramlardan, bu kavramlarda. Aslolan bu kavramların yaşadığımız dünyada olması değil bence. Aslolan bu ağır birer yük olan, omuzları ezen kin gibi, nefret gibi kaba saba duyguların yenildiğini, iyilik ve güzelliğin altında ezildiğini görmek. Asla hiçbir şeyin ezilmesinden yana olmayabilirim ama bu iki kavramın, tersi iki kavram olan iyilik ve güzellik kısaca doğruluk altında ezim ezim ezildiğini görmek bana keyif verir. Bu keyfi Asi dizisinde  doya doya tatmıştım. Demir, ASİ’ye’yi sevince ne kin kaldı ortalıkta, ne nefret ne de eski defterlerin gözyaşlarıyla ıslandığından mürekkebi dağılmış günce yazıları. 


Acemi Demirci, Sohbet Köşesi,  19.12.2011



MERVE61


18 Aralık 2011 Pazar

Murat Yıldırım'ın yeni projesi

Sanal ortamda yayınlanan bir haberi sayfalarımıza taşırken alıntıladığımız kaynak sitenin de duyurusunu yapmak istiyoruz sizlere. Bazılarımızın ismen bazılarımız şahsen tanıdığı Gönül Dokgöz, İlhan Bosut ve Saniye Özbey’in emekleriyle ortaya çıkan

Sinema & Televizyon Lifestyle
yayın hayatı başladı.  Sinema ve Dizi dendiğinde sadece kamera önünü değil arkasını da ortaya koymaya çalışan bu ekibin çalışkanlığı hepimizce malum. Sadece bu noktada kalmayıp şehre ve yaşama dair detayları da bulabileceğimiz bir platform oluşturmak gibi geniş bir hedefle yola çıktılar. 

Yayın hayatlarında başarılar ve ideallerini gerçekleştirmeleri yönünde kolaylıklar diliyoruz.


Gelelim haberimize;
illüstrasyon

Murat Yıldırım iddialı bir dizi ile çok yakında ekranlarda… 
Tim’s Production’un büyük bir gizlilikle hazırladığı proje şimdiden sanal ortamlarda tartışılmaya başlandı. Medyaya yansıyan “Sleepers filminin uyarlaması olacak” haberleri üzerine  hayranları film’de ana karakterlerden hapishane’deki 4 arkadaştan biri mi yoksa adalet adamı mı olacağı yönünde tahminler yürütmeye başladılar. Sanal ortama düşen yorumlara göre Murat Yıldırım’ın gerçeklerin ortaya çıkması için mücadele veren Savcı ya da Avukat rolünü oynaması yönünde.
Deprem dolayısı ile gittiği Van haberleri dışında ortalıklarda görülmeyen oyuncunun “Suskunlar” dizisi için sıkı bir çalışmaya girdiği ve en iyi performansını bu dizide göstereceği belirtiliyor. Sarp Akkaya’nın haricindeki diğer roller için cast çalışmaları titizlikle sürdürülüyor.

Yan Karakterler...

Diziler, başat kahramanlarla koşuyor haftalar boyu. Alımlı bir kız ve cakalı bir oğlandan oluşuyor başat karakterlerin neredeyse tümü. Elleri yüzleri düzgün, daha baştan başat oldukları ilan edilmiş. Buna bir diyeceğim yok tabi ki.

 Benim için dizideki en önemli noktalardan biri yan karakterler. Öyle yan karakterler var ki eğer o yan karakterler olmasaydı, dizi sadece başat karakterlerle beslenebilir miydi diye ikirciğe kaptırıyor haklı olarak.
Asi’deki yan karakterler, ana karakterlerin belki de daha öne çıkmasını sağlayan tiplemelerdi. Cemal Ağa karakteri, Asi’yi, İhsan beyi ve kızını daha belirginleştirdi, perçinledi. Fatma Ana, o çiftliğin mutfağında pişen yemeklerin kokusunu duyurttu neredeyse bize. Aslan apayrıydı, o şimdi de oynadığı dizilerde kendine has karakterlerle, kendine has bir hava oluşturuyor. Atmosferini yayıyor. Süheyla Hanım dizinin geçmişteki yaşananlarının temel taşıydı.

Ziya tiplemesi, Asi’deki en gelişen yan karakterdi. Çok başka başlayıp, çok iyiye yönelmiş bir tiplemeydi. Fırsatçıyken, çiftlik için bir fırsat olmuş; İhsan beyin gençliğini ikinci kez yaşayan ve yaşatan bir tipleme olmuştu. Geleceğin İhsan beyiydi dizi bitmeseydi. İkinci İhsan Bey’di. Öyle ki bu gelecek sonunda geldi çattı diziden sonra. İhsan beyin damadı oldu gerçekten de.

Başta Gonca’ya yaklaşımı ve hesapları kitapları nedeniyle kendinden soğutmuştu herkesi. Ama sonra sabahlara kadar çiftliği suladı, İhsan Bey ile omuz omuza işlerin başında oldu. Tiplemeleri ne kadar sevilir ya da itici bulunur bir kenara bırakırsak ben tilki Ziya’nın ya da gerçek adıyla Onur Saylak’ın derinliği olan, sığlıktan uzak bir oyuncu olduğuna inanıyorum. Onun, bazen Tuba için baktığım ama beş dakika baktıktan sonra izlemekte çok zorlandığım My Fair Lady uyarlaması Gönülçelen’deki Tuba’ya bakışlarından, “bir insan gerçekten aşık olsa böyle derin bakabilir” hissine kapılmıştım. Sonradan gerçekten aşık olduğunu okuyunca hiç şaşırmadım hatta sevindim bile. Zira Onur, o çok iyi bildiğim Ankara eğitimli, Ankaralı ve yanılmıyorsan tiyatro yapmış bir sosyolog. Ankaralı olmanın benim için ne anlama geldiğini yazayım. Asla bir ayrımcılık değil. Ankara denizi olmayan, Boğaz’ı olmayan, yanında yöresinde çok yakınlarında öyle doğa harikalarına sık rastlanmayan, insanların hafta sonlarını balık tutmak, Adalar’a gitmek, yakındaki antik tiyatroyu gezmek uğraşlarıyla geçiremediği bir bozkır kenti. Öyle olunca Ankaralıların bazısı sanata, edebiyata, kültüre yöneliyor. İşte bu yanından ötürü vurguluyorum Ankara’yı.

Onur, Tuba’nın mutluluğunun da mimarı olabilir; mutlu bizim Asi, hem de çifte mutlu. Allah nazardan saklasın, hep böyle olsunlar.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 18.12.2011


Seven Bir Erkek

Yerine yenisi konamamış, efsane olmuş ASİ’de, seven bir erkek vardı. İntikam almak için Hatay’a, ana baba toprağına dönüp gelmiş, çocukluğunda Asi’nin azgın sularında ölümden kurtulmuş; ama yetişkinliğinde bir başka Asi’de boğulmuş bir genç. Asi’nin balçıklı sularında boğulmak üzereyken annesinin elinden kurtularak suyun yüzüne çıktığında, yeniden doğmuş bir çocuk. O çocuk, bu sefer Asi’nin sularında değil; ama ASİ’ye’nin gözlerinde boğuldu. İntikam almaya geldiği ailenden intikam almak hastalığını unutup, o ailenin kızını almak derdine düşmüş bir demir yürek. Zaten bu diziyi bize sevdiren unsurlardan birisi de güzelliklerin ve iyiliğin, kötülüğe galibiyetiydi. Demir, koca bir yürekti.

Ailesinin uğradığı felaketi unutacak, o felaketten sorumlu tuttuğu ailenin kızını canı gibi sevecek; geçmişi, geçmişte bırakmaya cesaret edebilecek üstüne bir de yepyeni sayfalar açabilecek kadar cesur bir yürek.


Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 18 Aralık 2011

 SEVECEN

Lezzetli Hatay Turu

Arkeolog arkadaşımız Süheyla 20 gündür Antakya’da. “Gelin, birlikte gezelim buraları” diyor. Plan, program yok. Arkadaşım Hatice’yle yola koyuluyoruz. Hatay Havaalanı’na indiğimizde yüzümüze çarpan tatlı rüzgâr ve bereketli Amik Ovası’nın hoş kokusu
gezimizin güzel geçeceğinin işareti... Görülecek çok yer ve tadılacak çok yemek var...


AYLA DÜNDAR

-Şehrin ortasından geçen Asi Nehri’nin üstündeki köprülerin birini aştık, eski Antakya’nın dar sokaklarındayız. Sessiz Ev’in avlusundaki nar ağacının altında kahvelerimizi yudumladıktan sonra doğru Uzun Çarşı’ya. Mis gibi defne sabunlarından baharatlara, kurutulmuş domates, patlıcandan taze zahtere yok yok. Künefeciler, altı kasap üstü lokanta olan küçük dükkânlar, katıklı ekmek fırınları, sıcak sıcak züngül tatlısı ve lokumlar...
-Yine sokakların arasındayız. Acelemiz yok. Sakin sakin dolaştığımız şehirde akşam olmak üzere. Kulağımıza gelen kuş sesleri inanılmaz. Antakya’nın bir zamanlar kuş cenneti olduğunu daha sonra Süheyla’dan öğreniyoruz. Yemek molasını Hatay Sultan Sofrası’nda veriyoruz. Yoğurt aşı çorbası çok lezzetli.
-Hatay-İskenderun arası otobüsle yaklaşık bir saat. Hem bu yolculuk hem de Arsuz Çayı ziyareti bizi acıktırıyor. Tekrar İskenderun’a döndüğümüzde Ulu Cami Caddesi’ndeki turistik Hasan Baba’da iskender ve alinazik yiyoruz. Tekrar doğru Antakya’ya...
-Her tarafı yeşillik ve şelalelerle çevrili Daphne; bugünkü Harbiye’deyiz... Şelaleye inmeden önce bulmak istediğimiz bir taş ustası var. Küçük elleri ile hiç durmadan çalışan, güler yüzlü Abdullah Özalp’in atölyesindeki eserleri görüyoruz. Ertesi akşam Süheyla ve ekibinin veda yemeği için yine Harbiye’deyiz. Kule Restoran’da babagannuştan sac oruğuna, acılı ezmelerden peynirli irmik tatlısına kadar buranın lezzetli yemeklerini fasıl eşliğinde afiyetle yiyoruz. Manzarası da havası da güzel...
-Saint Pierre Kilisesi’ni es geçmiyoruz.
Habib-i Neccar Dağı yamancında, kayalara oyulmuş mağara yedi metre yüksekliğinde. İsa’ya inananlara Hıristiyan tanımlaması ilk burada yapılmış. 1983’te Papa tarafından burası Hıristiyanlar için hac yeri ilan edilmiş. Ardından ver elini Samandağ. Hz. Hızır Aleyhisselam’ın türbesi önemli ziyarethanelerden. Samandağ’ın eteğindeki Çevlik uzun bir sahile sahip. Yaz sezonu bitmiş, etraf bomboş. Benjamin Restoran’da ızgara balıklarımızı yiyoruz.
Çevlik’in kuzeyindeki Titus Tüneli’ne ve Beşikli Mağara olarak bilinen Kaya Mezarları’na yürüyerek çıkıyoruz. Patika yolun iki yanı mandalina ve defne bahçeleri. Köylü kadınlar mandalina ikram ediyorlar; defne sabunlarından almadan olmaz. Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflar’dan geçerek dağ yollarından kıvrılıp Antakya’ya varıyoruz.
-Son gün artık Uzun Çarşı’da alışveriş zamanı... Firik, kimyon, sarmısak, kurutulmuş domates, hurmalı kömbeler, ceviz, tarçın ve nar ekşisi... Ayaklı baharatçı gibiyiz. Bu sayede Hatay’ın mutfağını evde yaşatıyoruz.

http://www.milliyet.com.tr/lezzetli-hatay-turu/pazar/haberdetay/18.12.2011/1476992/default.htm

16 Aralık 2011 Cuma

7. Bölüme Dair

"İnsan her zaman içinde olup bitenleri yüksek sesle ifade edebilir mi?"

...diye sorgulatır bir karakterine kendini Turgenyev. Edemediğimiz tecrübelerimizle sabit değil midir? Hele Demir için, içinde olup bitenleri bir başkasına açabilmek, Samson olup saçlarını kesmek, Achilles olup topuğundan vurulmakla eştir.

7. Bölüm, Demir’in Asi’yi, geçmişiyle ilgili yüksek sesle konuşabilecek kadar yakın ve güvende hissettiğini gördüğümüz bir bölümdür. Asi’nin atını teslim ettiği de görünenin ardındaki bu güvendir… onun da içinde olup bitenleri ifade ediş şekli budur. Misliyle karşılık vermiştir ona olan güvene. Fakat hayat her zaman sınamadan yana… sınanacak onlar da.

13 Aralık 2011 Salı

Reyting Değerlendirmelerinde Guruplamalar

Diziler için hayati önemi olan reyting değerlendirmelerinde karşımıza çıkan guruplamalar ile ilgili bir derleme yapmış one rumuzlu arkadaşımız seneler evvel. Bölümlere Dair taramalarım sırasında rastladığım bu bilgiyi yorumlara alamadım… ama gerilerde kalmasına da gönlüm razı olmadı. Belki gereğinden fazla bir bilgi olacak ama ilgilenenler için açık ve net yazılmış bir kaynak.

Sevgili one’ye teşekkür edip sizlere keyifli okumalar diliyorum.




Reklam ve pazarlama dünyasında insanlar gelir ve eğitimlerine göre gruplanırlar
AB grubu diğer grupların en üstündeki iki gruba tekabül eder yani A ve B gruplarının birleşimi gibi bir şeydir. Diğer gruplar ise C1,C2 ve D dir.

Total ise bütün sosyo ekonomik statüler demektir.
Diziler de aslında ya AB ya da Total e uygun yapılır. Her ikisinde de başarılı olabilenin ise eline su dökülemez.
AB de başarılı dizlerdeki reklam markaları ile Totalde başarılı olanlar arasında bariz farkları siz de görebilirsiniz.
Ayrıntılı bilgiyi aşağıya yazıyorum bilmek isteyenler vardır diye aslında bu sosyolojik ve önemli bir olaydır.

1. En üst (A Sosyo-Ekonomik Statü): Sosyal elit tabaka, soylu aileler, serveti en az 2-3 nesilden gelenler, büyük sanayiciler, üst düzey yöneticiler ve ünlü serbest meslek sahiplerinden (doktor, avukat) oluşan bu grubun genel özellikleri şunlardır;
• Az sayıdaki köklü ailelerde söz konusudur.
• Sosyal kulüplere (Lions, Rotary) üyedirler.
• Varlığa, refaha alışıklardır, ancak gösteriş için harcama yapmazlar.
• Marka bağımlılıkları vardır. Kendi markaların ya da kendileri vurgulayacak markaları tercih ederler.
• Çeşitli sosyal etkinliklerin sponsorluğunu gerçekleştirirler.
• Genelde kredi kartı kullanırlar.
• Çocuklarına genelde bakıcısı vardır ve yabancı dil öğrenmesi için yabancı bakıcı tutarlar. Yurt dışında öğrenimi tercih ederler.

2. Üstün altı (B Sosyo-Ekonomik Statü): Yeni zengin olan bu grup, özel sektör yöneticileri, gazeteci, yazar, kamu üst düzey yöneticileri ve orta-büyük esnaftan oluşmaktadır. Bu grubun özellikleri şunlardır;
• En üst sınıf tarafından kabul edilmemiştir.
• Yeni varlıkları, değerleri temsil ederler.
• Başarıları yöneticiler örnek verilebilir.
• Yeni varlıkları gösteriş amaçlı kullanırlar.
• Büyük alışveriş merkezlerinde alışveriş etmeyi severler.
• Tatillerini genelde yazlıklarında ve tatil köyleri de geçirirler.
• Laik ve batıya yönelik değerlere sahiptirler.
• Tasarrufları konuta yöneliktir.

3. Ortanın üstü (C1 Sosyo-Ekonomik Statü): Profesyonel meslek sahipleri ve yöneticilerinden oluşan bu grup C2 ile beraber ülke genelinin büyük bir bölümünü oluştururlar. Bu grubun özellikleri şunlardır;
• Ne aile statüsüne ne de olağanüstü varlığa sahiptirler.
• Kariyer yönlüdürler.
• Çoğunlukla üniversite mezunudurlar.
• Çevrede ve sosyal etkinliklerde aktiftirler.
• Genç, başarılı, profesyonel ve iş sahibi kişiler örnek verilebilir.
• Genelde yerli ve ekonomik markaları tercih ederler.

4. Ortanın altı (C2 Sosyo-Ekonomik Statü): Beyaz yakalı çalışanlar (memurlar ve işçiler) ve küçük iş sahiplerinden (esnaf) oluşmaktadır. Bu grubun özellikleri şunlardır;
• Saygı ve kabul görmeyi arzularlar, iyi vatandaş olarak görülmek isterler.
• Dine önem verirler ancak dini bir hayat tarzını onaylamazlar.
• Kazançlarını genelde tüketim yönlü kullanırlar.
• Ev, araba, tatil sıralamasına önem verirler.
• Promosyona duyarlıdırlar. Semt pazarları alışveriş mekanlarıdır.

5. Altın üstü (D Sosyo-Ekonomik Statü): Mavi yakalı çalışanlar, kalifiye ve yarı kalifiye işçilerden oluşmaktadır. Bu grubun özellikleri şunlardır;
• En büyük sosyal sınıftır.
• Güvenlik içinde olmaya, sigortaya ve sendikaya önem verirler.
• En büyük hayalleri bir ev satın almaktır.
• En büyük eğlenceleri televizyondur.
• Çocuklarının okumaların arzu ederler.

6. Altın altı (E Sosyo-Ekonomik Statü): Kalifiye olmayan işçiler, vücutları ile çalışanlar (tarım işçileri, hamallar vb.), küçük esnaflar ve işsizlerden oluşmaktadır. Gelir ve eğitim seviyesi en düşük olan gruptur. Bu grubun özellikleri şunlardır;
• Dini inanışları en yüksek olan gruptur.
• Ucuz ve taksitle satış yapan mağazalara giderler.
• Evde baba mutlak söz sahibidir.

one, dizifilm.com , Asi Dizisi Bölüm Yorumları, 1 Aralık 2007

En popüler...

Milliyet, Ekonomi, 11 Aralık 2011






Haberin bütününe bu linkten ulaşabilirsiniz;

Japonya’ya kadar dizi sattık 60 milyon dolarla rekor kırdık


10 Aralık 2011 Cumartesi

Asi Sırp Televizyonunda

Tüm dünyada Asi fırtınası esmeye devam ediyor. Sırp Televizyon Kanalı PRVA 12 Aralık 2011 tarihinden itibaren Asi dizisini yayınlamaya başlıyor...


Asi Tanıtım Videosu-1




Asi Tanıtım Videosu-2




PRVA Web sayfası...

http://www.prva.rs/sr/program/serija/story/15110/Asi.html.html

9 Aralık 2011 Cuma

6.Bölüme Dair

Bu bölümün duyurusunu bırakalım geçmiş yapsın...
Dizinin kuruluşu, olayların temel sebepleri, karakterlerin özellikleri abartılmadan gayet güzel, inandırıcı ve doğal olarak anlatılmış.

Üstelik Defne ile Kerim, Asi ile Demir’in aralarındaki elektrik de çok büyülü bir anlatımla aktarılmış bize.

Dizide şımarık, aptalca kaprisler yapan kimse yok. Hayatın akışı içinde olagelmiş, birikmiş, nasırlaşmış acıların bağlayıcılığı insanları bir şeyler yapmaya zorluyor.

Aslında kimse kötü değil ama mecbur…

söğüt / 7 Aralık 2007


4 Aralık 2011 Pazar

5.Bölüme Dair

…unutulmadı, hazır edilip yayınlandı. Ama haftanın Asi gününde… Asi’mizi Elle Ödül Töreninde görmek bizi heyecanlandırdı ve geciktik duyurumuzu koymakta.

Asi’nin Demir Bey’e ‘Demir’ demeye başladığı gelişmelerin olduğu bir bölümdeyiz. Su gibi aşk da yolunu buluyor yüreklerde, eğer akıyorsa… intikam, nefret, öfke engel olamıyor o yol buluşa.


3 Aralık 2011 Cumartesi

Bir anlık Asi...

Asi'nin ezgileri, (sanırım biraz da bize o dizilerle yakınlık kurmamız için psikolojik bir oyun ya da besteyi yapanın kendisinin de hala Asi’nin etlisinden olması nedeniyle) kulağıma başka dizilerin müziklerinden geliyor.
Asi'nin melodisinden bir anlık bir çalınma ile kulak kabartıyoruz “acaba” diyerek. Ama o bir anlık, ASİ’den ödünç bir anlık bir ASİ ezgisi.

Hala ASİ, her yerde ASİ. Müzikler ASİ diye çalıyor. Asi'nin giysilerinden esinlenmiş gibi geliyor bazı dizilerin giysileri. Yani tiril tiril ve çiçekli kumaştan.
Bir efsaneden esinlenmek, sık rastlanılan bir şey. ASİ de bir efsane. O efsane, nağmeleriyle başka dizileri şenlendiriyor şimdi.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 01.11.2011


elasi / 27.10.09

Asi'yi severken...

Biz Asi’yi severken o sevgi kimileyin sevinçle, kimileyin öfkeyle, kimileyin üzüntüyle çeşnilendi. Asi’de her duygunun rüzgarı esti. Fırtına gibi deli deli esen sadece sevdaydı. Nefret; gizli de olsa içte bir yerlerde saklanan senelerin kini, iftiraya uğramış olmanın kederi, anababa, evlat sevgisi; her şeye rağmen, herkesi karşına alarak sevgini yaşatmak dik duruşu; herkesten, elalemden gizlenen bir sırrı içinde saklama yükü, hatta en sonunda bu duygusal geçişlerin ardından Demir’in hepimizi üzen bir camekân ardındaki görüntüleri, Asi’deki duygu çokluğundan bazılarıydı.

İlk sarsıntımız Asi’ye ve Demir’in ayrılığında oldu. Bu ayrılık beş yıl sürdü. Neyse ki biz beş yıl beklemedik ekran başında yeniden bir araya gelsin bizim keçiler diye. Senaristler çaresini kolaylıkla buldu. Haftaya dizide bir bant vardı, “Beş yıl sonra” diye yazan.

Beş yıl sonra Asi’ye’nin Demir, demirle dağlamıştı yürekleri. Demirle dağlanmış gibi yanmıştı içler. Demir, sevenlerinin başta duası, sonra sevgisi ve sevdiklerine sarılabilmek arzusuyla iyileşti.

Biz önce nefrete sonra çekişmelere ardından da bir illete karşı mücadelede Asi’nin demir gibi Demir’ini bildik sevindirici sonlar olarak. Sanki sanal değil de essahmış gibi iyileşmesi için dua bile ettik. Yani senariste çağrılarda bulunduk, başka türlü bir sonucu kabullenemeyeceğimizi yazdık, çizdik. Onlar da kulak vermiş olmalılar isteklerimize. Sonuç sevindiriciydi.

Sonuç, sonuçta bir sanal iyileşmeydi. Gerçek hayattakiler için de sanal Demir için ettiğimiz dua kadar dua edebilmemiz ne iyi olur. Gerçekte Demir gibi mücadele verenler, Demir ile aynı illete karşı savaşanlar var. Onların hepsine de Allah, Demir’in yaşadığı ve yaşattığı mutluluğu nasip etsin. Topluca “Amin” deyişimizi duydum sanki. Bizler de belki yakınlardan belki sağdan soldan iyileşme öyküleri duyarak sevinelim.
Tüm iyilikler ve iyileşmeler herkesin olsun.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 1.11.2011


ANTE / 17.05.2009

Asi şehir... Antakya

Hani Asi bulunduğum şehre gelmişti fuar için… organik ürünler için… (dizide Asi’nin organik tarımı birlikte yaptığı beyle rastlaşmıştım)… “Antakya’ya gelin” demişti, “biz oradayız, siz bizi unutmadıkça hep var olacağız.” İşte arkadaşlar ben Asi’yi çok özledim, Tuba’yı çok özledim. Antakya’ya gidiyorum asi arkadaşlarım, dar sokaklarda, Asi’nin kenarında, Samandağ’ında, belki çiftlik yollarında, Reyhanlı’da dolaşacağım. Mado da oturacağım, uzun çarşıda gezeceğim, Asi’yi yeniden yaşayacağım.
Merak etmeyin, her şeyi sizin gözünüzle de göreceğim. Kızım ve eşimle gidiyorum bu sefer. Ben gördüm onlara da anlatacağım bu gizemli şehri. Bakalım sokaklar beni daha önce olduğu gibi etkileyecek mi. Her köşe başından Asi çıkar mı? Demir’i görür müyüz? Aaaa Defne lokantadan mı geliyor! Her şey… kırlar bayırlar bana ne gösterecek, çok merak ediyorum.

minikkulak, Sohbet Köşesi, 15 Kasım 2011

duygu


Yakınlarda oralarda bulunacağına; içindekileri, dışındakileri soluksuz izlediğimiz, bizden bilip sevdiğimiz çiftlikte olacağına seviniyorum. Sadece sen oraları göreceksin diye değil, çektiğin resimlerden biz de göreceğiz diye sevincim.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 16 Kasım 2011

duygu


Sevgili minikkulak... güzelliklerle git, güzelliklerle dön bizlere. Çok söze gerek yok aslında... biliyoruz ki sen taşıyacaksın bizlerin asi enerjilerimizi, gözlerinin ellerinin değdiği her Antakya köşesine. Sevgilerimizle karşılayacak kışı o topraklar bizleri serptiğin her bir yerde... bahara değin koruyacak yeşilin tohumlarını bu sevgilerde... ve dünyanın en güzel çiçekleri açacak yine vakti geldiğinde...

e.min, Sohbet Köşesi, 16 Kasım 2011

duygu


Sevgili minikkulak sizi çok kıskanıyorum bunu bilesiniz öncelikle...
Lütfen onların gezdikleri her yere gitmeye çalışın vaktiniz olduğunda... İki çiftlik arasındaki arka yolda yürümeyi de unutmayın ne olur. Kuşlu ev mi? Şehir kulübü mü yoksa Mado mu bilemedim şimdi... En iyisi bir gece Kozcuoğlu çiftliğinden Doğan çiftliğine doğru bakarken siz de Asi olup Demir'i gözleyin diye rica etsem.
Dostlarım bir gün mutlaka Antakya da bir arada olmalıyız derim ben. Ama o gittiğimizde tek bir yeri atlamak istemem o nedenle en kısa zamanda baştan sona bir sahneyi bile atlamadan tekrar seyretmem lazım. Hatta Neriman’la Süheyla’nın çaya gittiği ev bile olabilir görmek istediklerim arasında. Hani Kerim’in Defne’yi aldattığı dedikodularını dinledikleri...Orayı nasıl buluruz bilemem ama... İlk dansın yapıldığı parkı biliyorum. Madamın sandalyesine otururum gözümü kapayarak, müziğe ve onlara kendimi kaptırabilirim. Tarlalar tarlalar o tarlalar bir konuşsa, buğday tarlaları o kırmızı çiçekler... Köprünün çok kötü hikayeleri var görmek ister miyim bilemiyorum. Savon otelde de çok anımız var ilk oradayken adını öğrenmişti Asi’nin Demir... Sonra Doğum günü partisinde...
Sevgili minikkulak her an kulağınız bizde olsun çünkü çok çınlayacak bu sefer.... güle güle gidin keyifle dönün.

SerapSU, Sohbet Köşesi, 18Kasım 2011

duygu


Sevgili Asi dostumuz… yükünüz çok ağır bilesiniz. Hepimizin gözünü ve gönlünü size yükledik. Asi diyarlarına götürmeniz için. Yolunuz açık olsun. Sağ-selamet gidin gelin. Yedikleriniz, içtikleriniz size sağlık olsun, gözlerinizin değdiğini bizimle paylaşın. Sabırsız arkadaşınız olarak bekliyorum.

Geçtiğiniz her dar sokakta AsiDemir'e dair izler bulacağınızdan eminim. Keyfini çıkarın. Tozlu köy yollarına da yolunuz düşerse eğer, ya at üzerinde mağrur bir prenses, ya da elinde sopası ile kuzularını güden güzel gözlü bir kız çocuğuna rastlarsanız, bizim selam ve sevgilerimizi de iletin.
Siz de Kerim ve Demir'in ilk geldiği gün gibi toprağı rengiyle birbirinden ayrılmış tarlaları kuş bakışı izlemek için, manzaralı bir yer bulun kendinize. Hepimiz için bir yamacın kenarında derin deriin soluklanın lütfen. yağmur düşmüş toprağın, çimenin, çiçeğin kokusunu içinize çekin.
Biliyorum, ne kadar çok şey istedim sizden. Ama ne yapayım, söz konusu Asi olunca… halden anlarsınız değil mi?

*naile* , Sohbet Köşesi, 18 Kasım 2011

duygu


Antakya ismi nasıl heyecanlandırıyor hepimizi.
Hep Asi ile anacağız sanırım bu güzel, kültürlerin kardeş kentini...
Hayatımızdaki yeri hep özel olacak... Her gidenin arkasından özeneceğiz, Asi ruhunun içinde olacağı için... Yüreğinde bu gizi taşıyanlar için "ASİ"nin dokunduğu yerlerin tazeliği hiç kaybolmayacak...

ozenc-can, Sohbet Köşesi, 18 Kasım 2011

duygu


Asi mekanları…“Kuşlu ev mi? Şehir kulübü mü yoksa Mado mu bilemedim şimdi.” … ama bazıları şu anda yokmuş bile yerinde. Konuştum sevgili minikkulakla telefonda. Sağ olsun aradı beni, eski şehrin o dar sokaklarında yürürken, konuştuk… ben de oradaydım sanki. “Asi gibi dokun şehrin duvarlarına” diye diledim ondan. Ne yazık ki Mado ve telefonda yanlış anlamadıysam Demir’in mahkeme sahnesinin çekildiği sahnelere mekan olan o adliye sarayı da sanırım yıkılmış. Dün de Samandağ’ı, Reyhanlı ve çevresini gezeceklerdi. Bir asi yürek olanca heyecanıyla çarpıyor Antakya’da şu sıralar. Bizim için de çarpıyor.
Biz gittikçe eksilen kıymetleri bize topyekün sunduğu için de çok sevdik Asi’yi… çok özledik hem Asi’yi… hem Asi yaşamları. Değerlere tutunan ve ilkeleriyle yaşayan insanları. Suçlu olduğunu hissettiği yerde Demir’in gözlerinin içine bakmakta zorlanan o İhsan bakışlarını… Kendisinden intikam almaya gelmiş o çocuğa bile kızamayan İhsan anlayışını. İyinin ve doğrunun eninde sonunda galip olacağına inancı… evet güzel insan profilleri vardı Asi’de… onun için unutmak mümkün olmuyor Asi’yi.

e.min, Sohbet Köşesi, 20 Kasım 2011

duygu


Perşembe aksamı Antakya’ya inerken o küçük havaalanı ile karşılaşacağımı zannediyordum. Yerine çirkin bir cam yığını buldum. Hayal kırıklığımı size anlatamam. Alanımız biraz ilerde terkedilmiş bir şekilde duruyordu. Oraya yönelmek istedim, görevliler engelledi. Şaşkın şaşkın bu kadının terk edilmiş binada ne işi var demişlerdir. Bilmezler ki o bina bizim için ne kadar değerli. Şehre geldiğimizde hava karanlıktı. Mado’da bir çay içeriz derken, Mado yıkılmış. Kalakalmışım! Duygularımı anlatamam. Hele yanındaki konak… hani balkon sahnesinin çekildiği, o muhteşem sahnenin çekildiği yer… içeride bir şey kalmamış. Ki bir arkadaşım, konuyu çok iyi bilen, balkon sahnesinin hiç tekrarlanmadan bir defada çekildiğini anlatmıştı.

Akşam yemeğimi Anadolu restoranda yedim. Demir’in boğazına dizilen yemekler bence çok güzeldi. Sabah kalkınca doğru çarsıya Antakya sokaklarına çıktık. Her yeri adım adım dolaştım. Sevgili e-min ile o sırada telefonlaştık. Sokaklarda o kadar dolaşmama rağmen kuşlu evi bulamadım. Sorduğum kişiler ne yazık ki Asi’yi bizim kadar iyi izlememişler, bilmiyorlardı. Kiliseye gittim, parkta dolaştım, adliye sarayına gelince bir şok daha. Adliye bir taş toprak yığını. Kahroldum. Dizinin en anlamlı sahnelerinin çekildiği adliye…

Neyse ki, Demir’in ofisi yerli yerindeydi. Penceresinden ışık geliyordu, çalışıyordu herhalde. Otelimizin yanında ilköğretim okulu vardı, sabah miniklerin güzel sesleri ile uyandım. “Asya” dedim, belki de bu okulda okuyordur. Antakya çok medeni aydın bir şehir. Her yerde, dükkanlarda Atatürk resimleri var. Öyle adet yerini bulsun diye değil, sevdikleri için asmışlar. Yakalarda Atatürk. O kadar çok okul var ki ben saymaktan yoruldum. İstanbul’da görünen manzaralar asla yok Antakya’da. Suriye’den gelenler bile normal giyimliydi. Antakya’da yasayabilirim dedim. Zaten tanıdıklar var Reyhanlı’da.

Bu sefer şehrin içinde kaldığımdan halkla daha iç içeydim. Savon otele gittim. Cemal Ağa’nın kahve içtiği köşede ben de kahvemi içtim. Verda sabuncusuna gittik. Sabunhane bu sefer boştu. Dizinin nasıl çekildiğini tekrar anlattılar. Biz de çıkıp sabun kazanlarına altınlar attık hayalimizde. Her şeyi objektif anlatmaya çalışıyorum. Demir’in çok esprili olduğunu söylediler. “Ya Asi?” dedim…”Ya Asi!”… öyle bir bakmışım ki, Tuba’nın çekingen davrandığını halkın Tuba’ya çok ilgi gösterdiğini ve bunalttıklarını anlattılar. Demir’in esprileri yüzünden çekimler çok uzun sürmüş, gırgır şamata, herhalde ilk dönem.

Akşam Sveyka adlı restorana gittik, ilginç bir yer. Konuşurken gene asi açıldı. Zaten ben açmasam kızım annem asi için geldi deyip lafa başlıyordu. Garsonlar birlikte çektikleri fotoları gösterdiler. “Burayı hatırlamadınız mı? dediler, bana da hiç yabancı gelmemişti. Tam “İhsan Bey’in, Antakya’nın Avrupa Birliği için…” derken bölüm aklıma geldi. 22 bölüm… Garson “çok dik katlisiniz” deyince, bizim masa kahkahadan inledi. Kızım “dikkatlimi!” deyip güldü. Kaç kere izledi sorun diye benle dalga bile geçtiler. Masanın fotosunu çektim Mine’ye göndereceğim.
Yalnız bizim sanki aynı yerde gördüğümüz mekanlar birbirinden o kadar uzak ki. Sveyka da mekan için çekilmiş. Kapısı antik, otelin önünde çekilmiş. Sonra baba-kız yürüdükleri Demir’in evinin olduğu yer, daha uzakta. Mesela Reyhanlı’dan asi nehri geçmiyor. Nehir Samandağ’ından denize dökülüyor. Asi’yle yan yana denize kadar gittim, Akdeniz’e kavuştuğu yerde, ona veda ettim.

Sonraki gün araba kiralayıp çevreye gittik. Ben biliyorum ya, rehberlik ettim tabi. Önce St.Simon manastırına çıktık. Düğünü tekrara yaşadım. Asi buradan geldi, asi burada durdu, İhsan Bey burada fenalaştı vs. Bizimkiler yeter bile dediler. Şoförümüz dizide de şoförlük yapmış. Çetin Bey’i çok iyi tanıdığını çok sevdiğini anlattı durdu. Tabi ben “Ya Asi? ”dedim. Tuba’nı özellikle makyaj konusunda biraz zorluk çıkardığını, çok titiz olduğunu anlattı. İnsanlarla fazla ilişki kurmadığından bahsetti. Bunun normal olduğunu, zaten bunu bildiğimizi savunarak kızıma toz kondurmadım.

Samandağ’ında, Titus tünellerinde, Demir’in bağırıp ağladığı yere zorda olsa ulaştım. Fotolar inşallah çıkmıştır.Daha sonra sahildeydim. En güzel sahnelerin çekildiği sahilde ben de yürüdüm. Deniz çarşaf gibiydi. Orada Asi ve Demir’in varlığını hissettim. İnşallah buraları bozulmaz diye düşündüm.

Dönüşte, insanlar pamuk tarlalarından dönüyorlardı. Kızıl kahve toprağın üzerinde beyaz pamuklar. ASİ dedim, atının üzerinde gün batımında tarlaları kontrol ediyordur. Yine tozlu köy yollarının mağrur prensesi. Canım kızım, o çamurları bir mücevher gibi üzerinde taşıyordur. Uzaklara dalmış Demir’in ofisten, Asya’nın okuldan gelmesini bekliyordur, belki köprünün başında… ben öyle düşündüm… öyle hissettim işte.

Reyhanlı Antakya’ya çok uzak. Çiftlik sınırın hemen kenarında. “şimdi oraları karışık, gitmeyin, Suriye’den gelenler var” dediler. Bizimkilere fazla ısrarcı olamadım çünkü tahammül sınırlarına geldiğimi hissetmiştim. Kendi kendime söz verdim, 2 yıl sonra gene gideceğim. Çünkü müze Reyhanlı’ya taşınacakmış. Mutlaka Reyhanlı’ya gideceğim. Bir gün belki beraber gideriz, isteyelim yeter ki. Birbirimizi biz anlarız ama eşim ve kızım bana çok iyi dayandılar doğrusu, onlara teşekkür ettim.

Son gün uzun çarsıdaydım. Neriman’ı çeyiz aldığı dükkanı gördüm. Defne’nin lokantası zaten orada. O harika görünen Cemal Ağa’nın konağı yığıntı gibi. Belki de dizide ki gibi hayal etmemiz daha mı iyi olacak bilmiyorum.
Hepinizin gözüyle bakmaya çalıştım, her yere. hepinizin demiştim ya bakalım aynı duyguları duyacak mıyım diye. Mekanlar yok olsa da Asi ve Demir oradaydılar. Cemal Ağa da orada. Affan kahvesinde nargilesini içerken haytalı da yiyordu, midesine dokunsa bile. Geçerken beni selamladı.

Asi arabanın içinde Savon otelin önünde, Defne’nin “gitmişler” sesini duyunca “İkisi de mi?” der gibiydi. Yıkılan Mado evinde Demir’in Asi ve Ali’yi seyrederken ki hırsını hissettim. Çünkü kapı hala duruyor. Karşıdan bakarken sanki ofiste Demir dolaşıyordu, başı bir görünüp kayboluyordu. Dar sokaklarda Asi’yleydim. Sert ve hızlı yürüyüşlerle yürüyüp durduk.

Asi’nin yangın sahnesinden önce, arabadan inip Demir’e baktığı, o çok güzel, bence rol olamayacak kadar gerçek sahneyi hatırladım. Arabanın durduğu yerde bende durdum, hatta Asi’ye dikkatli ol kızım dedim.

Vakıflı köyünde pansiyonun merdivenlerini de çıktım. Hani İhsan Bey nasıl çıkmıştı Defne’yi almak için geldiklerinde. Asi ve Demir’in odasını göremedim, 47 bölüm belki başka yerde çekildi ama dans ettikleri düğün yerinde Hıdır ile Musa’nın buluştukları kahvede oturdum. Düğün gecesini tekrar hatırladım.

Velhasıl dostlar çok yazdım ama yazmak istedim. Ne gördümse paylaşmak istedim. Benim için hala oradalar. Tuba ister kaprisli olsun ister soğuk, benim için ASİ, başka yolu yok. Her zaman asi, her zaman zarife. Asla vazgeçmem.Uzun çarsıda köpeği ile geziyormuş, hatta köpeğine künefe bil yedirmek istemiş, öyle anlattılar. Hepsi oradaydılar. Hepsi Defne’nin çok zayıf olduğunu ama çok yediğini anlattılar. Devamlı gülermiş benim kristal kızım. Asi’m ise daha ağırmış. Çok ilişkiye girmemiş. Yazdığım gibi, çok zarif ve narin olduğunu söylediler. Onlarla çok diyaloga girmediği için, bizden çok hoşlanmadı diye sitem ettiler. Ama ben kızımı gene zırhımı giyip kılıcımı çekerek sonsuza kadar savundum. İzlenimlerim bunlar uzun oldu kusura bakmayın.

minikkulak, Sohbet Köşesi, 22 Kasım 2011

duygu


Sevgili minikkulak hoş geldiniz ama çok çok hoş geldiniz. Bana iki yıl önce kendi yaşadığım deneyimlerimi hatırlattınız. Kızım ve eşimle ve bana tahammül edilerek , garsonlarla konuşarak, orada burada şurada her yerde Asi’den konuşarak geçen Antakya günlerimi. Asiyi bilmeyen Antakyalılara kızarak, AsiDemir şuradaydı buradaydı muhabbetleri ile.
Benim için çok hoş oldu gerçekten. Sizinle tekrar bir yolculuğa çıktım inanılmaz güzel geldi sağ olun. O zamanlar ben olmaz rüyalarımın da peşindeydim. Ama çok benzer yorumları duymuşuz inanın. Ben de yazmıştım o zamanlar. Şimdi hatırlıyorum Kozcuoğlu çiftliğin oradaki köylülerle ve Doğan çiftliğinin karşısındaki evdekilerle yaptığım uzun söyleşileri. Eşimin gözüme inanılmaz bir şekilde bakışını hatırlıyorum. Bu sen misin, diyen!
Antakya her türlü güzel bir şehir, sanki başka bir dünya gerçekten... Mutlaka görülmesi gereken... AsiDemir aşkları için başka en uygun mekan ben düşünemedim bile ne o zamanlar ne de sonrasında...
Mutlaka bir gün hep beraber orada olmayı ben de çok isterim . Hiç bir mekanı kaçırmadan gezeriz. Birbirimize binlerce kere sahneleri hatırlatarak...

serapSu, Sohbet Köşesi, 22 Kasım 2011

Sevgili minikkulak, yıkılan her Asi mekanı, bizim de içimizden bir şeyler yıktı. İyi ki Asi çekilmiş. Onun sayesinde yıkılsalar da, artık olmasalar da öyle çok şey var ki, hiç yıkılmadan yaşayacak dimağlarımızda.

Acemi Demirci, 27.11.2011

duygu

2 Aralık 2011 Cuma

Elle Stil Ödülleri...

Sevgili Tuba, çok söze gerek bırakmayan görüntüleriyle aramızda uzun zaman sonra. usayken hareketli görsellerini bizlere getirene kadar iki karesini taşımak istedim sayfalara...

2011 Elle Stil ödüllerinde, Kadın Oyuncu kategorisinde, dergi üyelerinin oylarıyla seçildi ve ödüle layık görüldü. Tören alanı girişinden ve ödülünü aldıktan sonra sahneden inerken...





28 Kasım 2011 Pazartesi

Yol Ayrımı


Bir yol ayrımına getirdi bizi zaman
ki daha kurtarılmış değil seher türküleri
dağları kuşatan çakal sesleri dinmiş değil
hala tütüp durmakta acılarımızın dumanı
konup göçmedeyiz mayınlı topraklarda
Ama unutmayalım, bir yol ayrımındayız artık
bellidir geçmiş ile gelecek

Bellidir
geçmiş ile gelecek arasında kalan


Ahmet Telli

MuraTubam / 24.12.10

25 Kasım 2011 Cuma

4. Bölüme Dair

Bazı sırların yavaş yavaş çözülmeye, bazılarınınsa yeni ortaya çıkmaya başladığı bir bölüm sayfalarımıza dahil oldu bugün. Cemal Ağa’nın İhsan’a nefretinin nedeni ortaya çıkarken… Asi ile Demir’in birbirlerine yakınlaşmaya başladıkları bir bölüm, dört.
Bu doksan dakikaları birkaç satıra sığdırmak zor geliyor duyuruları yaparken. O kadar irili ufaklı detayla bezeli ki her biri… ancak bölüme dair her görsele göz atıp, her yorumu okuyunca belki 'tamam' diyebilir gerçekten insan. Keyifli bir hafta diliyorum bu detaylar arasında ben de sizlere…



funda

19 Kasım 2011 Cumartesi

3. Bölüme Dair...

...sayfamızda artık yayında. Asi'nin düşmanının kızı olduğu gerçeğiyle sarsılan Demir'den bahseder bölümün resmi özeti. Bu sarsıntının bir 'tokat'la devam edişi de bizleri sarsar izleyici olarak. Unutulmaz bir bölüm, sonundaki dans sahnesiyle... Keyifli izlemeler, keyifli okumalar.

http://www.asi-demir.com/index.asp?PageID=367

İlk ten temasları... Demir’in Asi’yi ilk belinden kavradığı an gibi unutulmaz bu anda. Demir... ona doğru aldığı o bir kaç adımda... gözleriyle el koyuyor Asi’ye daha o uzaklıkta. (e.min/2009)


duygu88

16 Kasım 2011 Çarşamba

Görünenin Ardı...

Bugün eski dizilerden Hayat Bilgisine rast geldim kanalın birinde... Afet Öğretmen kendi kendine kızıyor:

-Ben nasıl anlamadım diyor... görünenin ardındakine nasıl bakmadım... nasıl görmedim?

Benim aklıma hemen ne ve kimler geldi dersiniz dostlar!

sevda, Sohbet Köşesi, 15 Kasım 2011

PEYVESTE

Bir çiftliğin yamacında yaşam...

Bir çiftliğin yamacında yaşadık, uzunca bir süre. İçindekilerle de yaşadık hem. Babalar ve kızlarıyla. Kahyasıyla, sığırtmacıyla, yanaşmasıyla.
Çiftlik bu; koyunsuz keçisiz; ördeksiz, kazsız; tavuksuz, horozsuz olur mu? Çiftlik bu; gün doğumları horoz ötüşsüz olur mu?

Hepsini yaşadık, hemen o Kozcuoğlu derler çiftliğin yamacında, kıyıcığında ama içinden yaşayanlardan daha daha essahtan yaşadık. Onlar bile o çiftliği, o doğayı o evin içinde ne var ne yoksa, anasından, ağasından, kızlarından, sevdalılarından, gizli oğluna kadar bizim gibi duyumsamadılar, bizim gözümüzle göremediler, biliyorum.

O çiftlik şimdi hem “Orda bir köy var uzakta” şarkısı kadar uzak hem o şarkıyı söylemek kadar yakın. Çiftlik, gözden ırak; ama gönüllerde başköşede. Hem de sadece mimarisi ile değil, her şeyiyle.

Çiftlik, 71 haftanın ardından çıkagelmez oldu evlerimize. Ama keçileri, tilkileri, atları buralarda geziyor. Ayak izleri, gönül izi olmuş; imza olarak belleğimizin en silinmez yerinde duruyor. Atın yağızını, koyunun sürüsünü, keçinin en inatçısını sevdik. Belki zaten severdik onları ama, artık en sevenler olduk. 71 hafatalık bir maya ile.
Eğer eskiyse bir şey, güzeldir. Eskiyecek kadar güzeldir. Eskitilmiş olmasından güzeldir. Eskimiş olsa da hala korunacak, sahiplenilecek kadar değerli, nadide olduğundan güzeldir.

İste Hatay’ın en eski evlerinde, eskilerin adetleriyle yenilerde yaşanan hayatların içten, arı, samimi, kırdan kopmamış, şehri yozlaşmasına bulaşmamış eski ama yepyeni yaşamlarını gördükten sonra; o eskilerle eskiyeceğiz biz de.
Belki taş, taş yüreklerde yeğ değildir; ama evlere, en has malzemedir.

Seksen seneye varmaz yenilenen beton bloklara benzemez onlar. Kaç asır devirmiş, kaç asrı da devireceğe benzerler. Her karışı alın teriyle yıkanmıştır her taşın. Ustasının teri damlamıştır onlara göze göze. Toza bulanan yüzü, tozlanan kirpikleriyle sabırla nakışları işlerken,

Hatay’ın bir köşesinde, Reyhanlı’da çok önceden yapılmış bir çiftlik olduğunu nereden bilecektik. O çiftliğin bir gün uzak olsa da bizim olacağını nereden bilecektik.

Şimdi o çocuk şarkısında ki dize gibi;
“Gitmesek de, görmesek de o çiftlik bizim çiftliğimizdir.”

Acemi Demirci, 15.11.2011


snm

Bizim hikayelerimiz Asi üzerine...

Hepimiz tilkiyiz. Hem de adamakıllı. Tilkiyiz dediysek, Hinlik, cinlik bakımından değil. Dön dolaş kürkçü dükkanına gel bakımından. Teşbihte hata olmaz.

Hepimiz ayrı kentlerin insanlarıyız. Ayrı iklimlerden, ayrı zevklerden. Aynı güneşin, ayrı ayrı doğduğu sabahlarda uyanırız. Kimi puslu, kimi bulutlu. Kimi şehirlerde güneş pırıl pırıl ışır. Kiminde denizden doğar güneş, kiminde dağların ardından, kiminde ovadan. Kimimiz okyanus sesi dinler, kimimiz deniz dalgasının sahile vuruşunu. Kimimiz göl ya da ırmak kenarındadır kimimiz bozkırın ortasında. Ama herkesin kürkçü dükkanı birdir; döner dolanır oraya gelirler. Tilkiler gibi. Yani buraya. Kürkçü dükkanımız, ASİ çatılıdır, çayır çimen, çiftlik, tarla, koyun kuzu, dağ bayır, sevdaya dönüşen kinler, şenlikler temellidir.

İster puslu havanın altında olalım ister bulutlu. İster yağışlı ister güneşli. Bir ayağımız burada.

Tilkinin kırk hikayesi varmış. Kırkı da tavuk üzerine. Bizim de tilki gibiler olarak kırk hikayemiz var. Kırkı da ASİ üzerine. Gel de şimdi “hepimiz tilkiyiz” deme.
Acemi Demirci, 11.11.2011

bahar

Zorlu sınavlar...

Bizde Asi, Demirin aşkı gibi zorlu sınavlardan geçiyoruz ama benim yılmaya hiç niyetim yok…

Kısa bir süre önce Asiyi baştan izlemeye başlamıştım. Bir arkadaşım Asiyi neden tekrar izliyorsun dedi… gülümsedim ne söylesem beni anlamayacak biliyorum ama yine de anlatmaya başladım… Asi adına kaç site kuruldu… biz şu festivale katıldık… anlatıp durdum. Benim heyecanımı anlamadı ama ben çok mutluydum… çünkü onları düşünmek bile beni mutlu etmeye yetiyor.

page, Sohbet Köşesi, 3 Kasım 2011


MELİKE

Asırlık evlerin kıymeti...

Ne yazık ki tarihi kalıntıların, mimari güzelliğin, taş işçiliğinin, yüzyılları, depremleri, selleri aşıp bugüne gelen kaç asırlık evlerin kıymetini bilenimiz çok az. Onlarda yaşayanlar, yanında yöresinde olanlar onları koruyup bugüne eriştirdi. Gerçi arabeskçi olununca titrinin sanatçıya dönüştürülüp öyle anılmasını isteyen sığ sanatçılar var "sanat sanat" diye yeri göğü inleten. Onlar da işte yüzyılların mimarisini, tarihini, sanatın taşlara işlenmişini, o taş evlerin içindeki ahşap işçiliğinin hasını hem de oralara ait olmayan bir konu için cayır cayır yakıyorlar sığlıklarının göstergesi olarak. Nasıl sanatçılıksa bu... Arabesk işi sanatçılık elbet.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 03.11.2011


ILOS(C)

Sevgimizin temeli...

Salt bir aşk hikayesi değildi, gerçek yaşamdı Asi. Sevgili oyuncularımız o kadar gerçekti ki, o yüzden de bir efsane oldu… Biz de toprağa bağlıyız Asi gibi, sevgimizin temeli bu bence… Gerçeklik.

kıvırcık, Sohbet Köşesi, 2 Kasım 2011



Surus_38

Yazınsal izleti...

Dizimizin bir kez daha yayınlanmaması için kırk dereden su getiriyorlarmış. Ne gam. O bir kez izlenildi bir kere. İzlenildi ve izlerini en derinlere bıraktı. Bakın burada hala o izlerden yürüyoruz. Doğa, aile bağları, çiftlik, kültür, tarih, tarım, naif ve erdemli sevdalar akıyor bugün ASİ Nehirlerinde.

Her yazımın en az bir paragrafı neredeyse aynı cümleden müteşekkil. Yani "NEDEN ASİ'Yİ İZLEDİM" betimlemesi üzerine. Neden? Çünkü salt kuru bir sevda, gösterişli evler ve giysiler izleyecek vaktim de yok isteğim de. Ama tarih, kültür, mimari, aile bağları, tiril tiril çiçekli giysiler, çiftlik, tarım, eski taş evler, doğa, Hatay, Hatay mutfağı ile dopdolu, dolu dolu ve kof olmayan bir de erdemli bir sevda ile payelenmiş bir dizi sadece izlenmez; yıllar sonra bile görsel olmasa da yazınsal olarak izlenir.

Ad edinmiş bir oyuncu olmak, bir diziyi tek başına götürmeye de yetmez, hele hele efsane yapmaya hiç yetmez. ASİ efsane oldu. Bu oluşta sadece ASİ'ye ve Demir yeterli değiller. ASİ'ye ve Demir'in içinde olduğu ortam yani tabiatıyla, doğasıyla, çiftliğiyle, dağıyla, mutfağıyla, mimarisiyle Hatay ve diğer her biri apayrı ve içten tiplemeler sayesinde oldu. ASİ'ye sonra başka dizide de oynadı. Ne o dizinin adı var şimdilerde ne de efsane olacağı. Asi dizisi topyekün olarak, her şeyiyle efsane oldu. O efsanelik ne tek bir kişiye ne de tek bir unsura indirgenemeyecek kadar derin.

O kadar gerçekti ki her şey. Varlık da yokluğa düşmek de. O kadar tefriş salonu görünmeyen odalarda, eski mutfaklarda, bazen köhne bile kaçan duvarlar arasında çekilmişti ki Asi dizisi, kimileyin bir dizi izlediğimi unutup Kozcuoğulları'ndan İhsan Bey'in dediği gibi onların gerçekten üç yüz yıldır orada yaşadığına dizi boyunca ben bile inandım sanırım.

Çok dizi yapıldı, çok dizi de yapılacak mutlak. Dizi yapmak zor iş mutlaka ama asıl zorluk; dopdoluluk. Sığ olduktan sonra, yavan kaçtıktan sonra, pek çok unsurun bileşimi olan kültürle ruhu besleyemedikten sonra onca emeğe, onca yatırıma, onca iyi niyete karşın seyretmek ne mümkün derinliksiz bir temayı.

ASİ dizisinin özgül ağırlığı demir ile eşse pamuk ile eş özgül ağırlıklar tüm gün boyu gösterilse ne gam. Bir kez izlenildi o dizi bir kere. Sadece 71 kere izlenildi hem. Yüz bile değil. İki yüz, üç yüz bölüm hiç değil. Eğer burada bunca sözcük hala bir dizinin ardından ediliyorsa, diziyi tekrar göstermemeleri hiç bir şeyi değiştirmez. Sadece özlem gidermek, onca sevdiğimiz ögeyi, sesi, müziği bir kez daha seyir halinde görmekten alıkoyar o kadar. Eşimin memleketinde (İşte o kadar) dendiği gibi. Te o kaa.

Nasıl bir yozlaşma, müzik diye nasıl bir çığırtkanlık, hıçkırık, iç çekme sığlıkları içinde olduğumuzun göstergelerinden biri de diziler. Dizilerin içeriği, toplumun kültürel içeriği aslında. Bloklarda ya da en gösterişli konaklarda yaşamanın tabiata yeğlenir olduğu, doğa demenin sadece evde köpek beslemek anlamına geldiği bir sığlıkta ASİ gibi mimari, kültür, tabiat ağırlığı almış başını gitmiş bir geminin ilerlemesi çok zor çok.

Bir kez izledim sadece. Bir kez daha, birçok kez daha izlemeyi isteyeceğim tek dizi. Belki bir ikincisi olmayacak, böyle bir dizi daha yapılmayacak. İşte ASİ'yi hala peşinden izlenimlerimizi yaza yaza izlediğimiz bir etkinlik yapan da bu olmalı. Bir kerede tesirli. Bir kerede yeterli. Bir kerede yakaladı hepimizi. Bir defa izlemek dahi yetti anlamaya; kapılmaya; onu, benim/bizim dizimiz yapmaya.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 02.10.2011


MERVE61

4 Kasım 2011 Cuma

2. Bölüme Dair

... başlığımızı açtık bugün.

Bu sayfaların hazırlıkları ve derlenmeleri sırasında, dizi yayınlanırken kendi başıma izlediğim bölümlerin forum paylaşımlarına tanık olmak inanılmaz bir keyif benim için. Asi'nin etkisine ilk anda girmiş olanların yanı sıra hoşnutsuzluklarını veya beğenmedikleri yerleri dile getiren rumuzlara da rastlıyorum doğal olarak. Ve eleştiri sınırını aşmamak kaydıyla bu olumsuz görüşleri de sayfalara koymaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Bölümlerde ilerledikçe... gelişmelerin nasıl olduğunu ise birlikte göreceğiz. Keyifli okumalar... keyifli seyirler diliyorum.
e.min

http://www.asi-demir.com/index.asp?PageID=366

2 Kasım 2011 Çarşamba

Kozcuoğlu derler bir çiftlik...

Daha ilkokulda öğrenmiştik Ali Baba’nın bir çiftliği olduğunu. Çiftliğinde koyunları, tavukları, inekleri, kazları olduğunu. Bir okul şarkısıyla öğrenmiştik çiftlik hayatını çoğumuz. Çiftlikte neler olduğunu. Ama bir çiftlik evinin nasıl olduğu yoktu o şarkıda. İlkokuldan çok sonraları televizyondan gördük o “Ali Baba’nın bir çiftliği var” şarkısında geçmeyen uzak çiftlik evini. Kozcuoğlu derler bir çiftlik. Reyhanlı’da. Ta bir ucunda yurdun. Sıcak topraklara kurulu. Yağmursuz yazlara alışık iklimde. Taştan. Taş duvarlarla çevrili. Bir terası var ki hala o terasa davet beklerim. Tarlalara bakar teras, dağların eteklerindeki. O dağlardan gelen rüzgar serinlik taşır terasta oturanlara.

Karyolaları pirinçtendir o çiftlik evinin. Koltukları berjer. Çiftliğin sahibinin odasında at tabloları asılıdır. At binilen çizmelerle gezer çiftliğin beyi. Kozcular’ın çiftliği abartısız bir mimaride. Sade. İşte bu yüzden çok görkemli. Eski. İşte bu yüzden güngörmüşlük, yalınlık akıyor her yerinden. Taştan. İşçilikli. İşte bu yüzden sıcak. Sanırım kuzine sobalarla ısınıyor çiftlik evi nemli kış günlerinde. Kuzinede patates gömmeleri pişiyordur. İçin için pişen patateslerin enfes kokusu yayılıyordur mutfaktan.

Ali Baba’nın çiftliğinden Kozcuoğlu çiftliğine. Çocukluğumun çiftliğinden yetişkinliğimin çiftliğine yani. Kozcuoğlu çiftliğinin müziği de başka elbette. Bir su birikintisine tek tek düşen damlalar gibi gelir önce notalar. Sonra hızlanır müzik, coşar, çağlar. Her şey birbirine karışır birden. Karmaşayı anlatır müzik. Keskin bir vurguyla da biter. Son söz söylenir o notada. Sevdadır o notanın adı.

Hala Ali Baba’nın çiftliği şarkısını çok severim. Çocuk şarkısı olarak elbet. Yetişkinlik çiftlik şarkılarında Hatay geçmeli, ASİ akmalı, dar sokaklarda gezinmeli. İçinde erdemli ve naif bir sevda olmalı. Ali Baba’nın çiftliği, koyunların, kazların, tavşanların çiftliğidir. Kozcuların çiftliği, destansı sevdaların çiftliğidir.19.10.2011

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 28 Ekim 2011


Hek64

Asisiz yaşam...

4 yıl olmuş Asi ile tanışalı. İyi ki eşim 26 Ekim gecesi “Bak eski arkadaşımız Zarife’nin yeni dizisi başlamış” demiş. O andan itibaren Asi ile beraberim. Hiçbir dizi ve film beni bu kadar etkilemedi. 4 koca yıl geçti üzerinden hala aynı heyecan aynı bekleyiş.

Asi benim yaşamımı değiştirdi. Yaşama bakış açımı değiştirdi. Yapmadığım şeyleri yaptım, sitelere üye oldum, yorumlar yazdım, arkadaşlıklar kurdum. Kimse inanmıyor… zaten söylemiyorum da… beni anlayanlar burada… beraber olmak benim için yeter.

Bin kere izlesem, ilk izliyormuşum gibi hiçbir şey fark etmiyor. Sadece Asisiz yaşamayı öğrendim izleyemediğim zamanlar. Asi bize çok şey öğretti. Her izleyişimde yeni şeyler buluyorum, hatta “Daha önce neden görmemişim” bile diyorum.

minikkulak, Sohbet Köşesi, 26 Ekim 2011



Emre

Bilmiyor ve anlamıyorlar...

Bana soruyorlar “ezbere biliyorsun, neden izliyorsun tekrar” diye... Ama bilmiyor ve anlamıyorlar, Asi bir tutku, bir bağımlılık... Bunu izlemeyene anlatmak zor... Her bölümün ardından konuş, konuş bitmiyor, sanki ilk kez izlemişçesine...

kıvırcık, Sohbet Köşesi, 26 Ekim 2011



MELIKE(C)

Hüzün... yakışsın varsın

bu güzel Murathan Mungan şiirini ben de çok severim...

eline... emeğine sağlık...

renk... renk... biçim biçim gözler ...
bedenimizin... en önemli organı... olmanın ötesinde yaşamımızın da fiziki çapı en küçük ama içeriği en geniş arşivi...
hüzün... sevinç... başarı... hırs... kin... acı... mutluluk... insana... yaşama dair ne varsa hepsine oradan bir bakışla ulaşmak mümkün...
tabii... .
bakıp da anlayabilen için...

hüzün sanal dünyada Demir'e yakışsın varsın... belki de onu adı gibi yapan gücü o hüznünden alıyor...

ama gerçek dünyada... herkes mutlu baksın... güzellikler görüp... yaşasın...

*naile*, Sohbet Köşesi, 26 Ekim 2011


M.A818

Hep hüzünlü ve kırılgan...

Demir mutlu olduğu zamanlar bile hep hüzünlü ve kırgındı... Hangimiz onu yerinde olsak gözlerdeki o hüznü taşımazdık... Başarı ve zenginlik her zaman her şeyi unutturamaz... Murathan Mungan'ın şiiri bana Demir’i hatırlatır...


KIRILGAN
Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.

Murathan Mungan


CEYHAN, Sohbet Köşesi, 26 Ekim 2011


dilan(o)

Ezber bozan...

Asi'nin bizim yaşamımıza girişinin yıl dönümü… ne var bu dizi de… hala izliyorum/izliyoruz

farklılığı bence aşk-meşk işlerinin çok ötesinde...
gerçeklik... ya da gerçeğe çok yakınlık var...
tanık olduğum her şeyi bire bir kendi yaşamımla özdeşleştirmem... genel kişilik yapıma pek uymaz...
ama Asi ezber bozdu...
kendi adıma... benim ruh kırıklarım var...
Asi ve İhsan arasındaki baba-kız ilişkisinde...
bir babanın ailesi için çırpınışında...
salt... AsiDemir konuşulmamalı-yazılmamalı diye güzel görüşler var önceki sayfalarda çok doğru bir saptama...

benim de aklımda olanlar var...

baba-evlat yönünden gidersek...

Cemal Ağa'nın Neriman'ı koruyup kollaması...

Asi kadar Defne'nin de babası söz konusu olduğunda... o kırılgan görünümüne tezat biçimde dedesine karşı duruşunu da irdelemek gerek...

baba olarak Ökkeş'inde kulaklarını çınlatmadan olmaz...
Aslan'ın bir sözü yüreğimi dağlar... "bir günden bir güne bana ‘oğlum’ dedi mi? ki"
sonrasının yanıt anahtarı gibi bu sözler...
Ökkeş... bir yandan Yusuf Ağa’nın kıyıcılığına ortak olmak istemez...
bir yandan da Fatma'sının kucağının boş kalmasına... gönlü razı gelmez...
Aslan'ı... Asi sularına bırakmak yerine... ana kucağına teslim eder...
Fatma'nın aksine... belli ki... o uzun boylu sinirli çocuğu büyütürken... sevgisinden kısıp... emeğinden çok vermiş...
belki gerçeğin taşıması zor ağırlığını bildiğinden... özünde iyi bir adam... toprağın da ... insanın da dilinden anlayan bir adam Ökkeş...

İhsan ve Cemal aAa... evlatlarını koruyup kollama derdinde...
Demir ve Zafer... tam tersi... onların yaşamlarında baba figürü çok daha farklı... aslında her ikisi de çocuk yaşlarda yoksun kalmışlar babadan...
ve her ikisinin babası birbirine can düşmanı edilmişler... canları pahasına... babaları onları değil... zamanı gelince onlar babalarına sahip çıkma durumunda kaldılar...

Kerim de Leyla'da dertli... hem anadan yana... hem babadan yana... bir arada aile olmayı beceremeyen yetişkin insanların çocukları olarak... adları ver kendileri yok yaşamlarında...

Sütçü Ali... galiba diğerlerine oranla daha şanslı... ama o şansını kötüye kullanmakta kararlı çıktı...
bu güzelim şiirin ilk iki dizesiyle tarif etmişti babasını... onu gururlandırmak için doğduğu topraklara yatırım yapmaya gelmişti...

Yalnız insan merdivendir
Hiçbir yere ulaşmayan
Sürülür yabancı diye
Dayandığı kapılardan

Yalnız insan deli rüzgar
Ne zevk alır ne haz verir
Dokunduğu küldür uçar
Sunduğu tozdur silinir

Yalnız insan yok ki yüzü
Yağmur çarpan bir camekan
Ve gözünden sızan yaşlar
Bir parçadır manzaradan

Yalnız insan kayıp mektup
Adresi mi yanlış nedir
Sevgiler der fırlatılır
Kim bilir kim tarafından
Yazar : ARAGON


yatırım dışında her şey yaptı... daha doğrusu yaptırıldı...
bu defa benim kulaklarını çınlatacağım yazıcı ekibi tarafından...
her biri ayrı ayrı oya gibi işlenecek konuları... karekterleri varken... onları... eline silah vererek bölümlere dahil ettiler...
işin kolaycılığına kaçıp...
dizinin tadını kaçırtmaktan öte gitmedi o bölümler...
yazdım gönderdim ama baktım ki... içime sinmeyen bir şey var... haksızlık yapmışım... kime mi... Melek ve Demir'i evladı gibi gören onları ve Süheyla'yı o zor günlerinde koruyup kollayan Mahmut enişteye...

*naile*, Sohbet Köşesi, 26 Ekim 2011


snm

29 Ekim 2011 Cumartesi

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun...



Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacaklarının üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı.

Nazım Hikmet
Kurtuluş Savaşı Destanı





"Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."
Mustafa Kemal Atatürk/1934


Düşmanını, böylesi evrensel ve bir o kadar da insanca kucaklamayı başaran bir liderin bizler için öngördüğü rejim Cumhuriyet... Birşeyler gelip düğüm oluyor boğazımızda. Çok söze de gerek yok galiba... duygularımız hep aynı...

Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.

Murat Yıldırım haber...

Hatısaru,S 2011, 'Ürdün Sosyetesini Yıldırım Çarptı', Milliyet Cadde,Ekim, s.6.