4 Haziran 2012 Pazartesi

Taş & Demir & Asi

Sevgili Acemi Demirci'nin Hatay Resimleri ve notları...
6 Mayıs 2012


Gezi için değildi Hatay'a gidişim. Günün önemli bir kısmında da Hatay'ın biraz dışında olacaktım. Harıl harıl bir halde. Son gün belki bize biraz vakit kalacaktı. Mayıs ayının bu güzel sürprizi ile Hatay'a ikinci kez gitme şansı buldum. Hatay yağışlıydı. Bence eski bir dostu, beni gördüğü için sevinç gözyaşı dökerken özlediği bir çiftlik evi ailesinin de ardından ağlar gibiydi. Çok gezemedim; adamakıllı dolaşamadım. Vakit yetmedi. Ama bu kadarcık bir özlem giderme bile bana fazlasıyla yetti.
 — Hatay'a iner inmez göremedim elbette Asi Nehri'ni. Ama öyle izler bırakmış ki havaalanı çevresinde; önce izlerini gözrdüm. Yukardan görüntüsünü saymazsak tabii.



Asi dizisinin beni nasıl yakaladığının öyküsünü, her bir fotoğraftaki kupkuru, dümdüz, sakil, özensiz, işçiliksiz olmayan; her biri bir sanat parçası olan bu detaylar ne güzel anlatıyor.


Şimdi neden pencereler ile ilgili bir yazı yazıp onunla da yarışa katıldığım daha iyi anlaşılmıyor mu? Hatay'ın pencerleri nasıl farklı, nasıl güzel. Dantel gibi işlenmiş taşlar, demirler ile kent, sanki bir müze.


Sardunyalı pencereler. Hani yazmıştım ya bu pencereleri. Bunlar Hatay'da.


Sardunyalı balkonlar ve balkon pencereleri.


Dışı böylesine güzel yapıların içleri de böyle güzel. Böyle zevkli. Böyle özenli. 
Ne kupkuru ne sıradan ne de baştan savma.


Yine benim sardunyalı pencerelerimden. İçerden dışarı bakılırken bu kez.


Karolar o kadar güzel ki.


Balkonlar, pencereler, kemerler. 
Avluya bakan balkonlu eskiden ev yenilerde ağırlama amaçlı  yapılar.


Dışı bir başka güzel yapıların içi bir başka. Aynı olan şey, her ikisi de çok güzel, çok incelikli, çok işçilikli, dışardan içeri girmeyi isteten; içerde de oturmaktan, yaşamaktan zevk duyurtan görüntüde.


Vitrinler, raflar da apayrı güzellikte burada. Eski, her yerde. Eskimemiş eskiler yani.


O eski evlerde bugün de hayat sürüyor, yaşanılıyor.


Eve, böyle bir kapıdan girmek nasıldı acaba?


Onlar için yazı da yazdığım hiç bir pencerenin güzelliğini ıskalamamaya çalıştım.


Künefenin hası, közde pişeniymiş. Uzun süreliğine turla gittiğimiz ilk Hatay gezimizde, şehrin merkezinde, bilindik bir künefecide, gaz üzerinde pişen künefeden yemiş ve "bu tadın neyinin bunca büyütüldüğünü" çok merak etmiştik. 
Bu kez, Uzun Çarşı'da, çınar ağacı altında, sülünleri seyrederek biraz da geç bir vakitte yedik. 
Bu tad anlat anlat bitmez.


Közde pişmiş künefelerimizi, çınar ağacına raptedilmiş kafeslerindeki sülünleri seyrederek yedik.

Önce Adana'ya gitmiştik. Daha uçaktan iner inmez şiddetli bir yağmurla karşılaştık. Zaten inişimiz de bu yüzden biraz yürek hoplattı. Havada da bulutlar bizi biraz salladı. Adana, sıcağın hükümran olduğu bir yer bilirdim. Oysa hava çok soğuktu. Üşüdük, ıslandık. Rüzgarda bayağı üşüdük. Yağmur, Adana'dan Hatay'a gidene kadar jipin camlarını yıkadı. Belen'de konaklayıp, Belen tavası yedik. Orada restoranlarda bir adet var. Sıcak havalı yere gelip de hazırlıksız yakalanıp üşüyenlere polar şallar veriliyor. Şallara sarınıp yedik Belen tavalarını. Yağmur hep yağdı. Hava hep yağmur bulutlarıyla kaplı ve kapalıydı. Şaka gibi ama ben ve aynı görevle oraya gittiğimiz diğer arkadaşlarım Adana ve Hatay'da ıslandık ve üşüdük. Sadace son gün Hatay'da hava biraz açtı. Gezebildik.


Hatay'ın kapısını en kısa zamanda yine çalmayı diliyorum. Belki sonbaharda. Eylül ya da Ekim gibi. 
Yanımda tüm Asiseverler ile.


Bu pencere ve demirleri bana çok tanıdık. Kapadokya'daki anneannem ve babaannemin evleri böyle taştan ve aynen bu demirlerle korunmuş pencereliydi. Çocukluğumda o pencerelerin ucu dantelli, kanaviçe işlemeli patiska perdelerinin ardından baktığım günler geldi aklıma. Mangalda dedeme kahve pişirişim.


Burada her şey kendine has. Minareler de. Ahşap işlemelerle bezenmiş.


Dışı bir başka güzel içleri bir başka güzel eskilerin bir mimari usluba sahip yapılarından birinin çok eskiden her apartmanın merdivenlerinin kaplı olduğu mozaikten merdivenleri.Kibrit kutusu mimarili, atık süt kaplarından kapılı binalarının yanında ne kadar doğal, sıcak ve içten.. İnsanlar, hayatlarını nasıl bir güzelliğin, özenin, el emeği ve göz nurunun harcandığı yapılarda geçirmişler bir vakitler. Teknoloji öncesi mi desek o vakitlere? Acaba o zamanlar oralarda geçirdikleri zamanın değerini biliyorlar mıydı?


Vitrinler, raflar bambaşka. "Özgün, yerel, kendine has" sözcüklerinin, kavramlarının Hatay'da sık rastlanır olduğunu hemen anlıyor insan.


Adalı Konağı. Mado burada. Sevgili Asisever minikkulak için özellikle çektim bu resmi. Çok şükür yıkılmamış, ayakta bu eski konak. Ancak yolun karşısındaki binada sanırım restarosyon var. Oranın içi yıkılmış. Binası duruyor. Hatay'da pek çok restorayona alınmış bina hatta bir sokak gördüm. Çok sevindim.




Tam da Savon Otel'de biraz konaklayıp, zonklayan ayaklarımızı dinlendirdikten sonra otelimize dönmüş, saat 07:00'de kalkacak uçağa yetişmek için saat sabahın 04:30'unda kalkacağımızı bile bile ne tesadüf ki televizyonu açar açmaz karşıma Hatay ve Savon Otel çıkınca uykulu gözlerle seyrettim uzun mu uzun programı. Bu otel eski bir hanmış. Eski resimlerinde kupkuru duvarlar ve ortada bir geniş alan var. Fark, hemen farkediliyor dün ile bugün arasında. Avlu kültürünü bugün çok güzel yansıtıyor bu yapı.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder