Çizmeleri, uzun eteği, arada bir ters düz ederek giydiği gömlekleri, başına bağladığı yazması, uzun bukleli saçları bütün bunların birleşimini düşündüğünde ortaya tuhaf bir görüntü çıkacağını düşünürdü insan, oysa o kadar kusursuz bir birleşim oluyordu ki yalnızca 'güzel' demek bile yetersiz kalıyordu, büyüleyici belki de doğru bir kelimeydi… ve koccaman Antakya o gözlere sığıvermişti nasıl olduysa…
Çiftlik önündeki o salıncak… Asi arkasına yaslanır da, güneşe verir kavrulmuş yüzünü… gözlerini kapatır… Yüzü huzurla parlar… Gölgesi düşer toprağa… Gölgesi bile yeter aslında onu anlatmaya.
Defne gelir… Defne, yüzü, gözleri, saçları masumiyetin bütün ayrıntıları taşır. Sanki o doğmadan evvelsi, biri kalbini kırmıştır. Gözlerinde hep büyümeye hazır bir hüzün deryası vardır ama o da hüznünden alır gücünü, kuvvetini.
Defne ve Asi… Çok iyi iki kardeşti. Gerçekten kardeşlerdi. Birbirlerinin arkasından iş çevirmemişlerdi hiç, bizim bildiğimiz, öğrendiğimiz ve yaşadığımız türden kardeşlerdi.
Sarı Kız'ın doğum vakti geliyor… Garip bir heyecan, mutluluk, bu küçücük olaydan büyük bir sevinç çıkarılıyor. İhsan, Ökkeş, Asi, Defne… Hayatın küçük bir ayrıntısından, nasıl bu kadar mutlu olabiliyorlardı ki. Mesela İhsan'ın merhametli bakışları vardır o hayvana, ‘dayan’ falan der hatta, ilk izlediğimde en azından bir inek için bu kadar endişelenen bu insanları izlediğimde garipsemiştim, onlara uzaylı muamelesi yapmıştım, neyse ki sonra alıştık bizlerde.
Asi : Dayan kızım, hadi başlıyoruz…
Defne : Anlıyor mu dediklerini…
İhsan : Hıhı…
Defne : Ah canım.
Defne'ye gülüvermiştim orada, gerçekten inanmıştı denilenleri anladığını… ya da belki gerçekten anlıyordu hayvancık.
TUBASİ, Sohbet Köşesi, 17 Eylül 2012
Avatarlar ve İmza YASECEY 'den alıntıdır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder