25 Haziran 2011 Cumartesi

Gözler Değmeden...

Sessiz sedası bir diziydi Asi... onu farkedenlerin yüreğinde çağladı... çoğaldı... belki de akıp giden suyun içine atılan değerli bir taş gibiydi...(şimdi durup düşününce acaba... eline geçen herşeyi Asi nehrine atan Asi'miz bilir miydi bu gerçeği..) bir gün bir çift el... onu oradan alıp parlattı... gün ışığına çıkardı... varlığından ve değerinden başkalarının da haberi oldu... ne güzel...
ayrıcalıklı..,öncelikli olmayı hiç sevmedim kendi yaşamımda... ama ilk kez... itiraf edeyim... ilk kez... mutlu oldum...
65 ülkenin insanının gözü değmeden bizler Asi'mizi izlediğimiz için... izlemekle kalmayıp... kıyısından-kenarından dokunduğumuz için... hem onlar değil miydi... bizim ruhumuza dokunan... hala da dokunmaya devam edegelen...
uçurum gibi bakan dik gözlere... Demir'in ketumluğuna,başka yağmurlarda ıslanmasına razı olamadığımız aşıklara... saçak altında ıslanan iki çift gözün... dillerden daha çok şey söylediğine... bizler tanık olmadık mı... beraber saklanmadık mı... Asi'nin gizli yerlerine... uçsuz bucaksız tarlalarda akşam güneşini izlemedik mi... kah kuruyup çoraklaştık... kah bendine sığamayan taşkın su gibi çağlamadık mı... bölümler boyu...
şimdi,
Asi...
başka ülke insanlarının yüreğine dokunacak... umarım onlarda izlerken bizler kadar keyif alır... hayalle gerçeği sarıp sarmalayıp onun bir parçası olurlar...
ve... olur ya... dilimizden almamasalar bile... dillerinden anlamasak bile...
Antakya'nın kadim tarihinden... aynı gökyüzünü paylaştığımız insanlara...
sevgiler... selamlar gönderelim...
Asi'ye yürek vermiş Asiseverler olarak...
onlarda bizim gibi yazıp okurken... AsiDemir'i birbirinden ayırmasın...
çünkü...
Asi Demir'de...
Demir Asi'de kendini var etti...
her ikisi de aşkı...
İhsan'ı... Neriman'ı... Süheyla'sı... Aslan'ı... Fatma'sı... Ökkeş'i... Ceylan'ı... Gonca'sı... Defne'si... Kerim'i... Ziya'sı Melek'i... Ali'si...Sarmaşık'ı ve dahi Cemal Ağası'yla, Zafer'iyle... Hüseyin'iyle... Asi'ye ruh katan herkese içten teşekkürler...

*naile*, Sohbet Köşesi, 24 Hazirana 2011

mine...

Taş Köprülerin Üzerinde...

Bir diziydi.
Ama bin ayrı unsurdan oluşuyordu.
“Hadi” diyerek kollarını sıvayan, yanlış hatırlamıyorsam kendi babaannesinin yaşadıklarını da konuya iliştiren ve böylece diziye bambaşka bir akışkanlık kazandırıp izleyenlere apayrı bir lezzet tattıran yapımcıdan; senaristlerden; oyunculardan; vaktinde Hatay’a çiftlikler inşa etmiş zevk sahibi toprak sahiplerinden; büyük ya da küçük çiftçilerden; çobandan; sanki sadece baba olmak için doğmuş dedirten eski tip dizlerine kadar bol inip çizmelerinin içinde daralan pantolonuyla İhsan Bey’den; Hatay’ı kuran yapanlardan; Hatay dağlarının koyunlarına kadar çok etmenliydi dizimiz. Moda takip etmek gibi bir derdi olmayan bir çiftlik kızının giyineceği giysileri tasarlayan, kesip biçen ve dikenler çok katkıda bulundular dizinin kişiliğinin, ayrıcalığının oluşmasında. Lastik çizmeler de.

Asla “ben en çok şunu sevdim” diye bir cümleyle anlatılabilen bir dizi olamaz Asi.
Asi’de sevilen tek bir şey yok çünkü. Bir diziydi evet ama bin bir etmenliydi kendini bize sevdiren.
Çok şey var Asi’yi sevmek için, seyretmek için, seyrederken kapılıp gitmek için.

Dört kız kardeş olmak gibi şimdilerde zor bulunur bir ayrıcalık, Cemal Ağa gibi vaktinde yaşadığı her kara sayfayı kapatıp saygınlığa imrenmiş nicenin kurdu, Neriman Hanım gibi aslında filmlerde sıkça kullanılmasa da hepimizin kolayca mutlaka birilerine benzettiğimiz bir tipleme, Aslan gibi başına buyruk olsa bile aslında aslan yürekli ve gerektiğinde iyi bir abi olabilen bir delişmen, Defne gibi her ressamın mutlaka tablosunu yapmayı isteyeceği zarafette, kırık gülüşlü, kırılgan duruşlu narin kızkardeş, Demirgiller’in o sıra dışı öyküsü, Hatay, Hatay’ın doğası, tarlası, ovası, konaklar, daracık eski sokaklar, o eski sokakların eski ve görkemli evleri, şenlikler, yemekler, gelenekler oluşturmuştu dizimizi.
Ve en vurucu yanı erdemli bir sevgiydi dizinin.
Kimileyin taş köprülerin üzerinde sevginin ağırlığıyla sonlanmak istedi tazecik yaşamlar.
Sonlanmışı da vardı onlardan bazılarının evvelce.
Asi de yanaştı bir ara bu sonlanışa. Kurtuldu Demir’in elleriyle Asiye, Asi’nin çamurlu sularından. Melek kurtulamadı.
Hatay’ın hangi köşesindeyseler o köşesi bize unutulmayacak güzelliklerini gösterdi. Şelalelerin olduğu Harbiye’de, çiftliklerin olduğu Reyhanlı’da, Titus Tüneli’nde, at gezintilerinin ıssız sahillerde sarı kumlar üzerinde yapıldığı Samandağı’nda hala biz ayak izleri duruyor sanıyoruz aşıkların, gezinti yaptıkları atların..
Bunlardan bir teki olmasa dizinin atmosferi apayrı olacaktı mutlaka.
Belki de bizim içinde nefes alamayacağımız bir atmosfer olacaktı o bir tek unsurun yokluğu.
Biz işte tüm bu unsurların bileşiminde nefes aldık. Nefes nefese kaldık bir Cuma’dan öteki Cuma’ya. Hala da nefesimiz ensesinde dizimizin. Nefeslerimizi tutarak seyrettiğimiz günlerden , o seyrettiklerimizle avunarak soluklandığımız günlerdeyiz.

Acemi Demirci,Sohbet Köşesi, 23.06.2011


SEYMA...

Rekortmen Yönetmen... Cevdet Mercan

Milliyet Televizyon/25 Haziran 2011
Cevdet Mercan ile Haftanın söyleşisi... Birsen Altuntaş








21 Haziran 2011 Salı

Monte Carlo TV Festivali-En İyi Yönetmen Ödülü

Tuba Büyüküstün ve Murat Yıldırım En İyi Yönetmen Ödülünü verirken...






Film Bitti Ama...

Film bitti. Biz hala sinema koltuklarında oturmaya devam ediyoruz.

Sevgili e.min’in gönderdiği bir habere takıldı gözüm.

“Asi dizisi altmış beş ülkeye birden satıldı.”

Biz hiç şaşmadık elbette bu habere.

Ancak yakında geceleri gündüzleri şaşacak tam altmış beş ülke var şu an.

Hangi gün hangi saatte gösterilecekse o ülkelerde bizim dizimiz, o saatte yollar tenhalaşacak, evlerde yemek çoktan yenmiş, işler halledilmiş olacak.

Televizyon karşısına oturulup, Asi dizisinin önce tek tek notalarla sonra her sesten gelen müziği ile kulaklar şenlenecek.

Fragman bile sanki ilk kez izleniyormuş gibi gözler açılarak seyredilecek her defasında.
Söylenmeyen her duygu için iç çekilecek, bakışlar konuşurken.

İçe atılan her olay için izleyeni tasa kaplayacak, öfkeyle sırtını dönüş gidişlerde.

Saklı köşedeki ağacın altında gözyaşı döken lastik çizmeli kızın acısı, isyanı, kavgası herkesin yüreğinde kıvılcım kıvılcım işleyecek.

Çiftliğin mutfağının sıcaklığı karşısında herkes orada pişen yemeklerin kokusunu duymuş gibi olacak.

Has deriden, çapraz takılan doğal renkli çantaları, gönden çizmeleri, çiçekli ketenden, basmadan, pazenden kıvrımlı giysileri hiç kimse unutamayacak. Bir kadın bunlarla daha bir başka oluyormuş bile diyecek böyle giyinmeyen kadınlar.

Saçları maşalı kızların dayanışması, pirinç karyolanın üzerinde oturup dertleşmeleri, Neriman hanımın uluorta çığlıkları akıllardan silinmeyecek.

Mimari asla unutulmayacak.

Taş işçiliği akıllara kazınacak.

Yer döşemeleri modası geçmiş ama klasik görüntüsüyle apayrı bir hareket kazandırdığı ortamlardan en çok şehir kulübündeki görüntüsüyle gelecek göz önüne.

Herkes çoban olmak isteyecek. Çiftçi olmak isteyecek. Hataylı olmak isteyecek.

Dara, zora girenler kendini bir tünelde hissedenler, Demir’in Titus Tüneli’ndeki haykırışını hatırlayacak.

Ancak ne zaman Cemal Ağa ölecek bir sarsıntı geçirecekler. Dizide yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu ilk kez o zaman düşünecekler.

Sonra Aslan’ın hep ürkütüp korkuttuğu çiftlik çalışanı genç kız köyüne gönderilecek.

Sonra Aslan’ın kardeşi Sevinç çıkacak diziden.

Ziraat mühendisi Sevinç Ankara’da işe girip Hatay’dan ayrılacak.

Almanya’daki akraba mühendis çocuk Almanya’ya gönderilecek gerisin geri. Ona Asi’yi unutmak düşecek.

Hatta Kerim’in kız kardeşi de gidecek.

Melek ölecek.

Dizilere giren de olur çıkanda ama bu çıkışların öyle sıradan olmadığı Cemal Ağa’nın ölümüyle hissedilecek ilk, başka hiçbir seçeneğe meydan vermeksizin.

65 ülke işte bunları yaşayacak 71 hafta boyunca.

Dizi bitecek ama onların dizisi olarak belki oralarda da internet sayfaları kurulacak.

Buralarda belki yeni dostluklar edinilecek belki çok zaman önce uzaklara gitmiş bir sevdiğiniz arkadaşınız orada karşınıza çıkacak ve daha rumuzunu görür görmez “bu kesinlikle o” diyecekler.

Biz bu filmi izlemiştik.

Film bitti ama biz hala sinema koltuklarında oturmaya devam ediyoruz.

Acemi Demirci, 21.06.2011


Alıntı...

Monte Carlo TV Festivali Resimleri - 2




*marel'den alıntı...



*dejana84'den alıntı...



*cryss'den alıntı...

18 Haziran 2011 Cumartesi

Global Asi...

Asi Dizisi altmışbeş ülkeye birden satıldı...


Milliyet Televizyon, sayı 297, s.8, 18 Haziran

16 Haziran 2011 Perşembe

Ses Getiren Sevgiler...

Ne başta kavak yellerinin estiği bir dönemde biri diğerine tutuldu bu sevgide ne başka başka tatlarda yaşanan bir sevgiydi özü. Ana sevgisi, yurt sevgisi, tabiat sevgisi, ağaç sevgisi cinsinden değildi.

Ses getiren sevgilerden. Öyle bir ses ki hala her yere ulaşıyor, çınlıyor, yankıları dünyadan geliyor. Ödül halinde.

Benim için bir ilkti bu sevgi.Böylesi bir sevgi ne eşe duyulan, ne anababaya duyulan ne de benim deli gibi sevdiğim tabiata, ağaçlara, kuşlara duyulan sevgidendi. Yeni ve bilindiklerin dışındaydı.

Bu sevgi sadece biz diziye duyulan yepyeni bir türdü.
Meğer nasıl da susadığımız bir sevgiymiş dizi sevgisi. Ama dizinin adı Asi olunca duyuldu bu sevgi.

Ruhumuzun derinliklerine kök salan bu dizide ne kadar da bulmak istediklerimiz varmış. Erdemli aşk, tabiatın koyusu, tarlanın uzayıp gideni, lastik çizmeli kız, kardeşlik, düşmanlıkların dostluğa dönüşmesi, sevginin nefrete üstün gelmesi, demir yüreklerin pamuklaşması, mimarinin görkemiyle gözlerimizin şenlenmesi, eski konakların vakuru, taş evlerin büyüsü, çiçekli kumaşlardan tiril tiril giysilerin uçuşması, ova rüzgarında savrulan saçlar, bazen de sığınacak kuytu bir köşedeki bir ağaç altı.

Dizinin tanıtım gösterimleri sırasında mısır tarlası arasında dolanan bir kız gördüm.
Güzel bir kızdı ama önce tarlalar ve hiç vurgulanmayan tabiat, ziraat çekti dikkatimi.Çünkü benim ruhum çiftçi kendim apayrı bir sektörde olsam da.Eh, ekmişliğim, dikmişliğim, budamışlığım da var.

Bitkileri tanırım yapraklarından, renklerinden, daha uzaktan.Otların çoğunun Latince adlarını bile bilirim.Asma çubuğu nasıl dikilir öğrendiğimde dokuzumda bile değildi.
Yani dizi seyretmem için en önemli ölçütlere sahipti Asi. Ama seyretmeye devam etmem için bunlar yeterli değildi.

Önce sadece bu kadardı bendeki önceliği Asi’nin ama sonraları sadece bu kadarla kalmadı. Buradaki tüm arkadaşlarda da ben de dizi olmaklığın ötesine geçti ben bile nasıl olduğunu anlamadan.

Dizi başlamadan birkaç ay önce çıktığımız Gazi Antep ve Hatay turunda seyretmeye doyamadığım, binlerce resmini çektiğim, evin ev olmaktan çıktığı ve dışının başka içinin bambaşka bir sanata dönüştüğü ora mimarisinin inceliklerinde gezinmek, Hatay Ovası’nın esintileri sanki yüzüme değermiş gibi ferahlamak, sadece bir dizi değil de gelenekleriyle, şenlikleriyle, aile yaşantısıyla, töresiyle, el sanatlarıyla, adetleriyle bir kültürün içine girmek , zahterli yemekler, kekik salatalı sofralar, künefeli ağız tatlarının taa içinde olmak canevimden yakaladı beni.

Beni yazsam da aslında hepimizi. Burada ben demek biz demek. Asi demek sadece lastik çimeli bir kız değil o lastik çizmeli kızı ve çiftlikleri, Hatay’ı yazan kalemlerin tümü demek. Biz demek.

Bugün hala Asi diye bir olguyu yaşatan, söyleten, söylenmesi için her yere yetişen, “Efsane Dizi” oylamaları boyunca gözünü gün boyu bilgisayardan ayırmayıp, bilgisayarlarının ok imi bir Asi dizisinde bir Evet düğmesinde gezinen bizler, dizimizi Efsane dizi yapmakla noktayı koymadık. Aslında o bir başlangıçtı. Efsaneler hiç unutulur mu? Söylenegelir kuşaklar boyu. Söyleyeduruyoruz işte biz de, önce başka yerlerde şimdi de burada.

Dizimiz aslında bir uyarlamaydı.Jane Austin’in dört kız kardeş etrafında geçen Pride and Prejudice (Aşk ve Gurur) kitabından. Dizi konuyu öylesine içselleştirdi ki o konu sanki sadece Hatay’ın dar sokakları, Samandağı’ndaki onlarca yıl önce yapılmış çiftlikler, Titus Tüneli, Hatay konaklarından başka bir yer için yazılmadı, sevdalar, nefretler, öfkeler, acılar, sevinçler başka yerlerde yaşanmadı, yaşanamaz düşüncesi aldı gitti.

Metropol hayatının koşturmacasında gökyüzünün sadece iki blok arasında kalan avuçiçi kadar bir kısmını görenler olarak geceleyin pencereden dışarı başımızı dışarıya uzattığımızda koca samanyolundan yalnızca bir iki yıldızı görmemize izin veren daracık boşluklardan o iki yıldızı gördüğümüze sevineler olarak Asi dizisinin görselliğinde yeşile büründü evleriniz. Odalarımız tarla oldu, harman oldu. sabah evden çıktıktan sonra trafikle boğuşup kirli havada işe gidip akşam bu işlemi tekrarlayarak eve döndüğümüzde vakit geçirilen en önemli yer televizyon başları çoğumuz için. Televizyonun karşısında oturmaya değecek izlentilere de her an rastlamayabiliyoruz. Ben rastlayamamıştım en azında. Asi’yi seyredene kadar.
Ama bir kere rastladım. Hem de ne rastlayış. O ilk rastlantının ardından tek bir tarih aklımızdan. Cuma günleri saat akşam sekiz.

Müziği ayrı bir güzeldi. Yağmur damlaları gibi düşüyordu notalar. Ruhumuzu yıkıyordu içtenliği. Cuma sekizde ev bu müzikle doluyordu, sadece müzik değil, Hatay bizim evlerimize doluyordu. Bir sevgiyle, ardındaki nefretle, sevgi için dökülen gözyaşlarına ve evvelce dökülmüş gözyaşları arasında kah üzülüp kah seviniyorduk.
Dizimizin adı Asi’ydi. Kendisi de asi biz diziydi. Seyircisi sürsün istedi. Dizi asi ya sürmedi bitti. Asi seyircisi diziden de asi. O biter ama asi dizisi sadece televizyonda biter. Hala her yer Asi. Hala yeni sayfalar açılıyor. Biz hala buradayız. Hem de sadece Cuma günleri saat akşam sekizde değil. Her gün, her an buradayız.

Acemi Demirci, 16.06.2011


ESRA'dan alıntı...

Rüzgar...

Bir habercidir rüzgar...gökyüzünün büyütüp bizlere seferber etmiş olduğu bir gönüllüdür bana kalırsa..bir anda dolaşıp yeryüzünü tüm kötülüğü ,çirkinliği ,insanlıksızlığı silip süpürendir..,hoop diye arınmış bir yeryüzü verendir...ha fazla sürmez o temizlik,kısa sürede bir insacağız kirletir..ama..rüzgar sabırlıdır ezelden bir ıslıkla gelir yeniden icra eder mukaddes vazifesini..ona da düşen budur bu alemde..

dünyalar kadar eskidir o rüzgar...

ve bazen en yavuz gerçek tohumlar eker..dünyaya aşk diye bir şey getirir...en asil görevidir..

güzel bir kızın yüzüne gelir ..saçlarından geçip gözlerine uğrar toprağa suya ve havaya uğradığı gibi..bütün evren güzelliğini bir bakışta toplar başka bakış görür..ve sonra işte 'Parıltı' olur..

ateşten bir nehir akıyordu ruhumla o ruhun arasından
bahsetti ona halim aşkın bu umulmaz yarasından.
vurdukça bu nehrin aksi...
kaçtım o bakıştan,o dudaktan

Kaçılmanın,gitmenin,terkedilmenin,sessizliğin durağı hep bir dar sokakta,tozlu yollarda buluşan gözler oldu..eller buluştu..bazen de dudaklar..ve hatta bazen gözyaşları..

kavuşmaları kadar ayrılıkları da güzeldi Asi ve Demir'in..ve hatta yan yanayken kaybetme telaşları da güzeldi..özlemleri de güzeldi..sarılırken hasret kalışlarıda..sarılınca aşktan kaybolmalarıda..yarım kalınca sersemleyişleri de..tamamlandıklarında yüzlerindeki o eşsiz ferahlamada...

Parmağını Demir'in yüreğindeki acılara götürdü Asi..belki yandı parmağı ama acımadı..Demir sırtını dönüp,gözlerini kaçırınca yandı yüreği...o zaman da Demir sessizlikler yığının arasından sabrını çıkardı..ve en büyük kılıcı oldu..demirden de kuvvetli kılıcı...

bazen yanlızca sevdiler...bazen yanlızca ellerinden gelen bu oldu..şartlar gereği sadece sevdiler ...ve en büyük yaptıkları.. daha çok..daha çok sevmekti...ve Allah'ım ne güzeldi...şimdi gözyaşlarının karıştığı öpücükleri görmek bir kere daha ,ne güzel olurdu..

aşkı hem en saf hem de en ateşlisiyle izledik..

bütün bu saçmaladığım cümlelerden sonra...

son cümlemi bulamadım..gelmedi...şey mi desem..ıımm...'diziydi.!!'

TUBASİ /www.dizifilm.com, alıntı tarihi 16.06.2011



zinedn@n'dan alıntı...

12 Haziran 2011 Pazar

Monte Carlo TV Festivali Resimleri - 1























*Önemli Not: Yukarıdaki resimler Festivalin Basın Ofisi izniyle asi-demir.com tarafından indirilen video görüntülerinden alınmıştır.  Bu video resimleri kullanılarak yapılacak alıntılarda ve görsellerde Festival logosunun ya da '51th Monte Carlo TV Festival' ibaresinin yer alması zorunludur. Bu resimler ticari amaçla kullanılamaz...


*Important: Please note that the images above are taken from the video downloaded by asi-demir.com in accordance with the accreditation given by the Festival Press Office. To use these images in other websites/forums and for visual artwork, it is mandatory to use either the Festival logo or the phrase '51th Monte Carlo TV Festival'. These images cannot be used for commercial purposes.  




Basın Bülteni -2 



9 Haziran 2011 Perşembe

Öyle Bir 'Şey' ki Asi...



                                                                                                                         ribelle'den...

Düşünüyorum, ne zaman başladı bu yolculuk? Asi hangi ara kendini bu kadar sevdirdi, hangi ara yaşamlarımızın bir parçası oluverdi? Ne yaptı da bizi birbirimize bu kadar çok ortak duyguyla kenetledi? Hep soruyoruz ya hani… Asi neydi?

Net bir cevap bulamıyorum hiçbir zaman sorularıma. Belki de işin güzelliği de burada, soruların her zaman cevapsız kalışında… Asi kalıplara koyamadığımız, tanımlayamadığımız, yalnızca ve yalnızca hissedebildiğimiz bir “şey”. Öyle bir “şey” ki Asi, kimselerin bilmediği gizlerimizi fısıldarken çekinmediğimiz, yaralarımızı eşsiz bir şefkatle sarmalayan, gözyaşlarımıza, gülüşlerimize ortak olan…  Yaşamımıza artık ondan ayrılamayacak kadar derin ve çokça nüfuz etmiş… Bizden olmuş, biz olmuş apayrı bir dünya…

İnsanı bulunduğu zamandan, mekandan koparıp… ruhunu alır ve eşsiz bir gezintiye çıkarır Asi… 
Güneşin üzerinde neşeyle oyunlar oynadığı renk cümbüşü tarlalara…
coşkun ve tersine akan bir nehre…
şahit olduğu yaşanmışlıkların ağırlığını taşıyan bir taş köprüye…
fırından yayılan mis gibi kokuların kıvrıla kıvrıla dolaştığı, tarihin, geçmişin neredeyse somut bir şey gibi taşlarına sindiği dar sokaklara…
yılları, yolları, yolu ona düşmüş tüm insanları hoşgörüsüyle taşımış güzel bir şehri tepeden gören, serseri rüzgârı hiç eksik olmayan bir tahta iskeleye…
güneş çiçeklerinin, gelinciklerin açtığı kırlara…
üzerindeki küçük, beyaz tekneyi neşeyle taşıyan engin bir denize…
gözlerde hüküm süren bir sevdaya…
gökkuşağının tüm renklerine…
ama en çok da yeşile… kahverengine…
geçmişinden yorgun, yaralı, ama tüm acıları bir yürekte, bir bakışta, bir dokunuşta dindiren bir adama…
tozlu köy yollarının bukle bukle saçları, yemyeşil gözleriyle biricik mağrur prensesine…
aşkın gerçeğine… tutkunun en derinine… şefkatin en güzeline…
ve illa ki kötü gününde, sevincinde, birbirine kenetli; her hikayesi ayrı gerçek, ayrı keyifli o güzel aileye…

Öyle bir  gezintidir ki bu… Bitirip de bulunduğunuz ana geri döndüğünüzde az önce yaşadıklarınızın gerçek olmadığına, yalnızca bir kurgu olduğuna inandıramazsınız kendinizi. Yüreğinizin en derinine öyle güzel işler ki bu hikâye, gerçekten de gerçektir artık. Çünkü yaşamınızla bütünleşmiştir o andan sonra, sizde bir şeylere dokunmuştur; bir hayalinize, bir keşkenize, bir hüznünüze, cesaret edip de yüzleşemediğiniz bir korkunuza, sıcaklığını hep diri tuttuğunuz bir sevincinize… Öyle bizden, öyle yaşamın içinden, öyle yürektendir işte Asi…

Sadece “aşk” kelimesinin tanımlamaya yetmediği, ama “aşk” ın karşılığına sonsuza dek, değişmemek üzere“AsiDemir” yazdıran Asi -Demir’imiz… Onları anlatmakla, hissetmekle bitiremedik. Daha da biteceğe benzemezler, dünyalarına dalıp gittiğimiz her yeni an başka bir güzelliklerini keşfetmek ne kadar da mucizevi değil mi?

Asi, hayatımıza girdiğinden beri pek çok kez hayalle gerçek arasındaki o buğulu yerde bıraktı bizi. Hangi tarafa ait olduğumuzu bilmeden, aslında bilmeyi çok da istemeden sadece ve sadece hissederek… inatla inanarak sığındık dünyalarına…  Üzüldük onlara, sevindik… Kızdık, küstük; sonra kıyamadık, yeniden kucakladık… Şimdi geldiğimiz nokta, “Hayal mi? Gerçek mi?” diye sorduruyor bana. Gelişmeler takip etmekte zorlandığım bir hızla akarken yüreğimde çocuk sevinçler büyüyor, tam da ihtiyacım olduğu anda... Kaç mevsim geçti Asi’nin üzerinden, kaç gün eskittik? Yaşam akıp giderken, günler hızla geçerken onlar hiç gitmemiş, geçmemiş meğerse… Hani hep diyoruz ya “AsiDemir bize sığınıyor, bize tutunuyor onu sahiplenmesi gerekenler kapıdan çevirdiğinde…” diye… AsiDemir şimdi bize teşekkür ediyor. İnatla, sevgiyle, tutkuyla onu yüreğimizde saklamaya, sakınmaya, beslemeye devam ettiğimiz için. O böylesine güçlenene kadar yanında kalmaya devam ettiğimiz için… İçinde sakladığı tüm o evrensel duygularıyla AsiDemir, sayısız yürekte atıyor ve mevsimler öncesinden çok daha güçlü artık. Bir mucizeyi daha taşıyor yaşamımıza, hep mucizelerle gelmez miydi zaten?

Yaşamımıza bu mucizeyi, bu tılsımı katan o iki güzel insana… Her zaman için bizim Asi  ve Demir’imiz olarak kalacak Tuba Büyüküstün ve Murat Yıldırım’a… Ve Asi’de emeği geçmiş herkese ama herkese… ne kadar teşekkür edersek edelim yetmez değil mi? Hem onlar adına, hem dizimiz adına öyle gururluyuz ki…

En büyük teşekkürlerden biri de bize, kendimize…  Asi’yi herkes yalnız bıraktığında dahi, burada olduğumuz için. Sahiplenmekten, hissetmekten hiç vazgeçmediğimiz için. Asi’nin bize söylediklerini yüreğimizle duyabildiğimiz için…  Kimse bunun için ek bir çaba harcamadığı halde bugünlere gelebildiyse Asi, bu taşıdığı ruhun ve güzel seyircisinin eseri…  
Bu güzelliği içime sindire sindire yaşıyorum günlerdir. Asi’nin her anında olduğu gibi, bu kıymetli anlarında da ortak duyguların çevresinde buluşmuş olmak harika…
İyi ki varsınız Asi dostlar, iyi ki varız…

Asi’yi Asi yapan herkese sonsuz sevgilerle…"

ribelle, 8 Haziran 2011

Asi Nehri'nin Yosunlarından...

Asi Nehri’nin yosunlarından bir çift göz, lastik çizmeleri olmasa da Manoco’dan bakacak Hatay’a.

Asi onun adı.
Asiye olsa da aslı, Asi Nehri’ne öykünerek;
kısaca Asi.
Ters akan nehir Asi belledik ya dizimizin başındaki yazılardan.
Yine ters aktı işte.
Huyu ya ters akar akmasına ama sonunda düzü de bulur mutlak.
O ters akacak biz de terleyeceğiz o akıntıda, sitemsiz, şikayetsiz.

Ankara’ya bir bulut değdi Antakya’dan çıkagelmiş. sevinçli haberlerle yüklü.
Sonunda Monaco’ya gidiyor bizim Asimiz. Asi Nehri’nin yosunlarına bulanmış bir çift göz belki lastik çizmeleriyle değil ama ruhuyla orada olacak. Hepimizin kalbi de onunla olacak. Asi ruhuyla.
Geç alınan bir karar olsa da, asicanlar ya da asiseverler denilen,  Asi dizisini soluğunu tutarak bir hafta bekleyip her Cuma günü saat sekizde mıhlanmış gibi koltuğuna çöküp reklamları bile dizinin birkaç saniyesini kaçırmamak için geçmeden izlemişlerin, bizierin  yeni bir kazanımı bu. O dizideki çiftlikleri, aşkları, Asi’nin giydiği çiçekli pazenden, kır desenli basmalardan, tiril tiril ketenden el dikimi gömleklerden  oluşan giysileri,  lastik çizmeleri, has deriden çizmeleri, gön çantaları, ille de maşalı saçları belledik biz Asi diye. Sevginin erdemlisine sevdalandık biz de Asi’de. O aşkı n büyüklüğüyle öyle zehirlendik ki baldan tatlı geldi bu bize.

Hatay Ovası’nı, Hatay mimarisini, Hatay yemeklerini, ovalardaki,  şehirdeki, tarlalardaki görsel şöleni, sabun şenliklerini, Hatay yemeklerinden oluşan masadaki şölenleri, koyun sürülerini, efil efil esen terasın saç savuran yelini   içine hapsetmişler olarak, unutmamışlar aslında unutamamışlar olarak onca ısrarın ardından dizimizin çook derinlerden taa derinlere bakan bakışlı Asi oyuncunun Monaco yollarında olacağını öğrenmek, beni ısrarla beklediğim sevince boğarken hiç şaşırtmadı. Daha önce de biz bu diziyi efsane dizi yapmıştık. Kendimize inancım, bir gülümseyişle yayıldı etrafa. Bu gülüşte yanılmamanın gizli gururu da vardı.

Asi dizisi kadar asiseverlere de güvenim ve inancım tam olduğundan Asi’nin hasretinden sararmış sayfalarımızda yeşeren umutları görmekten, tersine akan bir süreçte yeni başlangıçlar  okumaktan hem de nasıl memnunum tıpkı buradaki tüm diğer sevgili arkadaşlarım gibi.  Şaşkınlık içermeyen ama kararlılık içeren bir memnuniyet bu. Ve bunu en iyi asiseverler bilir. Yani biz.

Sadece 71 hafta izlesek de hala 72. haftanın içindeyiz biz, Asi sürecinde.
72. hafta öyle bir süreç ki ne yedi günle ne otuz günle ne de senelerle ifade edilebilecek hacimde.
Hep sürecek bu süreç.

Biz de hep sarı sayfalarımızı yeşerteceğiz Asi sularıyla sulanarak.
Acemi Demirci, 7.06.2011

Monaco'ya Gitmeden Hayranları Tebrik Etti


Star, 8 Haziran 2011

8 Haziran 2011 Çarşamba


haberler.com, 8 Haziran 2011
http://www.haberler.com/iki-yildir-biten-dizi-dunya-klasmaninda-2781588-haberi/

Karma magazin - Tuba Büyüküstün Asi İle...


Karmamagazin.com, 8 Haziran 2011
http://www.karmamagazin.com/tr-yazi-10843--TUBA_BUYUKUSTUN_ASI_ILE_MONACO_DA_ESIYOR

Gazeteciler.com - İki Yıl Önce Biten Dizi...


Gazeteciler.com, 7 haziran 2011

6 Haziran 2011 Pazartesi

Milliyet-'Monako Yolcusu'




http://magazin.milliyet.com.tr/monaco-yolcusu/magazin/magazindetay/07.06.2011/1399428/default.htm

Güzel bir sürpriz...

Sevgili Emin,

Bu ne güzel bir sürpriz oldu benim için anlatamam. Bahar ve yaz geldi muhteşem oyuncular ve o iki aşığı hatırlattı yine. Sayfanın büyüsünde dolaşmak amacıyla ziyarette bulunurken ne kadar sevindim anlatamam sizin adınıza bu güzel habere. Tuba hanim keşke bilseydi Asi nin her anını her hareketini destansı bir şekilde yorumlayan hanım karşısında. Benim sizinle ilgili Asi Demir düşlerim vardı hatırlarmısınız? Keşke kimbilir belki bir gün. Yıllar sonra Asi böyle hatırlanıyor ve ödüllere koşuyorsa neden olmasın diye düşünmeden edemiyorum.

Bu vesileyle Ceyhan, minikkulak ve Simge, Usayken ve Gönülceye de selam olsun. Hepinizi sevgiyle öpüyorum

SerapSU / 06 Haziran 2011


Tuba'ya...

Sevgili kızım Tuba,

Asi forumdan arkadaşlarım sana bir mektup yazmamı istediler çok mutlu oldum. Sana bir şey yazma olanağını tanıdıkları için onlara da sonsuz teşekkürler.

Canım kızım, seninle tanışmam 6 – 7 yıl öncesine dayanıyor. Bir reklam filminde görmüş ne kadar güzel bir kız demiştim. Sonra Çemberimde Gül Oya geldi. Adını bile bilmiyordum. Ama benim için ‘Zarife’ ydin. Eski arkadaşımız ‘Zarife’. Sonra ismini de öğrendim… Tuba Büyüküstün. Kendine yakışan bir soyadı demiştim. Sen bizim gençliğimizdin, bir türlü yaşayamadığımız. Onun için de bizim kuşak seni çok seviyor. Kendimizi gördük çünkü ‘Zarife’de. Evlerimizin kızı oldun, en azından bizim evin ikinci kızısın ve hep öyle kalacaksın.

Sonra Ihlamurlar Altında ve Asi… Ah Asi… Bir Cuma gecesi, eşim şöyle seslenmişti. “Gel, bak! Zarife, eski arkadaşımız… yeni dizisi başlamış!” Asi ile böyle tanıştık, pir tanıştık. Yaşamımızın bir parçası oldu, hala da olmaya devam ediyor.

Asi senin için belki de sadece bir iş Tubacığım ama bizim için tüm Asiseverler için dizinin ötesinde. Hepimiz kendimizden bir parça bulduk dizinin içinde. Önceleri ne olduğunu çözemedik, sayfalarca aylarca yazıştık, hatta ne oluyor bize dedik çoğu zaman. Ama aradan geçen zamana rağmen, Asi’yi içimizde hissediyoruz. Dizinin ötesinde bir şey anlatamadığımız. Asi’ye sen can verdin. O kadar başarılıydın ki sana sonsuz teşekkürler… tozlu koy yollarının mağrur prensesi… Asi çocuğum.

Tatlı kızım, sen kimimizin kardeşi, kimimizin ablası, çoğumuzun da kızısın. Seni çok seviyoruz. Birbirini tanımayan sayısız insanın ortak noktası oldun. Senin sayende çok güzel dostluklar kurduk. Sadece bu olay için bile bizim için vazgeçilmezimizsin.

Seni tanıyınca yanılmadığımı anlamıştım. Çekimler sırasında Antakya’ya gelmiş ama seni görememiştim. Sonra bir İstanbul yolculuğunda hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkıvermiştin. Öyle güzel, öyle sade, öyle narin … zarif, alçakgönüllü, terbiyeli ve saygılıydın ki… tabi ayna zamanda da ‘cool’ bir görüntün vardı. “Teşekkür ederim, teşekkür ederim” diyen sesini unutmuyorum hiç. İşte demiştim, ben yanılmamışım. Bu çocuğu bu kadar sevmemin nedenleri karşımda duruyor. Güzel kızım, zaten şimdiye kadar bizi hiç yanıltmadın. Değerlerinden ödün vermedin, duruşunu hiç bozmadın. Her gün gözümüzde büyüyorsun, gönlümüzde yüceliyorsun. Hep böyle kal, e mi canım kızım. Anne ve babana da böyle bir çocuk yetiştirdikleri için tebrik ettiğimizi iletir misin?

Tubacığım, düşünemediğin kadarız. Hep senin yanındayız, seni sevmek ve seni mutlu görmekten öte bir amacımız da yok. Sen ister ‘Filiz’ ol ister ‘Esma’… ister ‘Zarife’ ol ister ‘Asi’… her zaman ‘asret’imizsin… öyle kalacaksın. Şansının açık olması tek dileğimiz.

Gülünce içimizi aydınlatan güzel gözlü kızım, Gaziantep’teki çingene kızı mozaiği sana ne kadar benziyor biliyor musun? Bunu düşünürken çingene kızının oynaman ne kadar ilginç olmuştu benim için. Gönülçelen’deki başarını da unuttuğumuzu sanma sakın. Orada da muhteşemsin. Her zamanki gibi… Asi, Zarife, Esma gibi.

Tubacığım, Monako’ya gideceğini öğrendim, çok sevindim güzel çocuğum. Git, kırmızı halıda yürü de dünya prenses görsün yıllar sonra. Monako bir ‘asi prenses’ görsün. Sana şans diliyorum. Tanrı sana ne istiyorsan onu versin çünkü bunu hak ediyorsun.

Sevgili Tuba, mektubuma son verirken hepimiz adına sana sevgilerimizi yolluyorum canım kızım.

Sevgiyle kal… Asi’yle kal.

Seni çok sevenlerden biri…


4 Haziran 2011 Cumartesi

Tuba ile buluşma...

Sevgili e.min,

Tuba ile tanışmana çok sevindim… Senin izlenimlerin önemli benim için… Yazdıklarının dışında farklı izlenimlerinin de var olduğuna inanıyorum… Bu arada sana ve usayken'e ayraç ve hazırlanan resimler için içten içe sitem ederdim… Keşke Tuba içinde yapsalardı derdim… (İtiraflar başladı) Aslında nedenini de tahmin ediyordum..Belki Murat Yıldırım'a ulaşmak daha kolay… Tuba biraz mesafeli… Olsun ben yine de isterdim… Bilirsin Tuba’ya kızsam da benim için farklıdır… Evin kızı gibi bana…Ya da öğrencilerim gibi… Ben kızarım ama başkasına da kızdırtmam misali… Çok benimsemişim demek ki…
Resimlere baktım… Çok tatlı ve asil… Yüreği de böyle güzel olmalı diyorum…Umarım yanılmıyorumdur… Bu konuda Tanrı yine adaletsiz… Diğer insanlar aynı güzellikte değil… Sevgili minikkulak’ın mektubunu da merak ediyorum aslında… Kızgınlıklarını da yazmış mıdır acaba... Bir anne kızını hem sever hem döver ya…

Güzel bir gün geçirdiğine sevindim…

Sevgilerimle…
CEYHAN /04.06.2011


3 Haziran 2011 Cuma

Tuba Büyüküstün ile tanışma...

Nasıl anlatacağımı bilemediğim, nereden başlayacağımı kestiremediğim bir gün daha. Böyle başladığım her mesajımda muhakkak bir resim oluyor masamda. Bu seferkinde bana çok tanıdık bir kızın mahzun gülümseyişi var… aylarca yıllarca görselleriyle hep karşı karşıya… ama bu resmi farklılandıran üzerindeki el yazısıyla atılmış imza, gözlerimin önünde kondu oraya.

Ben nasıl geldim bu ana…

Televizyondizisi.com’dan sevgili Gönül, forumun 2011 en iyiler plaketini Tuba Hanım’a taktim etmek için bir organizasyon yaparken, kendisine asi-demir.com’un Tuba Hanım için hazırlamış olduğu andacı da verip veremeyeceğini sordum. Bu aslında Nisan ayında hazırlanmış bir çalışmaydı. Yine televizyondizisi.com'un organizasyonunu yaptığı, Murat Yıldırım’ın 2011 doğum günü kutlaması çerçevesinde ona özel hazırlanmış andaç ve ayraçlar serisinin, Tuba Büyüküstün’ün 2011 doğum günü anısına yapılmış devamıydı. Ne şartlarda verilebileceği bile bilinmeden koleksiyonun devamı niteliğinde yapılmışlardı. Havalara uçmuştum elden verilebilecek olmasına Gönül sayesinde. Çünkü sevgili Murat Yıldırım’ın çalışmalarını kendisine ulaştırmak da yine Gönül’le kısmet olmuştu. Bunu en iyi şekilde yapacağını biliyordum.

Set ortamında yapılan ziyaretlerde kalabalık gurupların rahatsızlık verdiğini bildiğimden hiç aklıma bile gelmemişti benim de guruba katılma ihtimalim… ta ki Gönül beni davet edene kadar. Ve bir anda yön değiştirdi her şey. Yine de bir sürü sorun vardı. Geç bir saate randevu verilebilirdi veya benim uygun olmayacağım bir zamana… hala katılamayabilirdim Gönülçelen setini ziyaret ederek plaketi verecek olan guruba. Ama şanslıymışım… Cuma 12.00 – 13.00 arası verilen görüşme saati sevgili Tuba Büyüküstün ile tanışmamı mümkün kıldı.

Heyecanla bastırdım ayraç çalışmasını… Döküman evindeki delikanlı “Aaa bu Asi değil mi?” diye sordu usb’den ekrana kaydettiğinde çalışmayı. “Evet” dedim “O”… “Seyrettiniz mi Asi’yi?” Seyretmiş… çok uyumluymuş üstelik ikisi. Sormadım artık ne demek istedi! Çalışmayı bırakıp ekranda, başladık Asi üzerine sohbete. Hadi bayan izleyenler duygusal, takipçi… ama bir erkek izleyenden duymak böyle bir yorumu… ilginçti. Ayraçların hikayesi burada bitmedi… Elimde basılı malzeme, soluğu tuhafiyecide aldım. Daha püskül ve kurdele beğenilmeli. Çalışma siyah-beyaz… karakterlerde öyle… Murat Yıldırım’ınki ‘siyah’ aksesuarlıydı, Tuba Büyüküstün’ün ki ‘beyaz’ olmalı. Birkaç tonda beyaz püskül var… hangisi yakışır görmek için ayraçların üzerine koydum. Sevgili usayken’ın Tuba Büyüküstün’e imzalatmak üzere hazırladığı bir görselde çıktı diğer basılı malzeme ile birlikte açığa…. “Aaaa bu Asi değil mi?”… tuhafiyeci bayan resmen şaşırttı beni, çünkü benzer sözleri daha biraz evvel duydum … “Ben bu kıza bayılırım… sizin ne işiniz var bu kızla?”… Hiçbir işim yok… canlandırdığı karakterlerden birini yorumluyorum… Asi’yi. Resmi o kadar beğendi ki iki kopyadan birini muhakkak istedi. “Olmaz” dedim… “Tuba Hanım’ın kendisine imzalatabilmek için hazırladık bu resimleri. Size ayraçlar hazır olduğunda onlardan getiririm bir tane”… bir asi sözüyle, anlaştık. Asi canlandıranına gidecek ayraçlar olan bitenin şahidi.

Biricik biricik özenle kesildi, andaca püskül ayraçlara kurdeleler eklendi. Her şey hazır. Zarar görmemeleri için çifter çifter zarflara konularak akşamdan dikkatlice çantaya yerleşti. Artık bundan sonra benim heyecanımı yenmem gerekli…

Buluşma günü geldi, Sevgili Simge’yi alacağım , Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçeceğiz, Gönül bizi Beşiktaş da bekliyor olacak… onu da yoldan toplayıp Gönülçelen setinin olduğu Taksim’in altındaki Cihangir semtine gideceğiz. Her şey harika. Gün güzel, güneşli. Ne çok sıcak ne çok soğuk. Zaten olsa bile bizde fark edecek hal yok. Asi ekibinin Monte Carlo katılımı ile hareketlenen forum ortamı sohbetleriyle, trafiğin elverdiği ölçüde erken vardık Cihangir’e. Ekibe katılacak olan sevgili İlhan çoktan buluşacağımız kafeye gelmiş. Şipşirin bir Cafe Cihangir’in arka sokaklarında. İçerisi sıcacık döşenmiş. Sevgili İlhan’ın içtiği damla sakızlı türk kahvesinin kokusu yayılmış mekana ve gitmemiş yerden tavana kadar olan camların kapıları ardına kadar açık olmasına rağmen. Nasıl cazip geliyor bir yorgunluk kahvesi o sabahın koşuşturmasından sonra. Hemen kendi siparişlerimizi veriyoruz. Buluşmaya bir saat evvel gelmişiz, Tuba’yı görme fırsatından evvel bir saat de oturup dostlarla sohbet etme şansımız var. Bulunmaz bir fırsat… Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz o arada. Gönül uyarıyor, 12’ye geldi, gidelim sete diye. Toparlanıyoruz. Set ortamının nasıl olduğunu bilmediğimden, ben de Tuba Hanım’ın ayraçlarını, plaketin olduğu çantaya koyayım diye düşünüyorum. Nasıl bir imkan yaratılacak bilmiyoruz, orada çanta açıp kapamakla uğraşmayalım.

O da ne!.. Çantanın içi boş… Ayraçların paketi yok. Başımdan aşağı kaynar sular akıyor… akıyor… akmaya devam ediyor. Çantayı kapatıp tekrar açıyorum. Elimi sokup iyice karıştırıyorum… kalın zarfa değmiyor bir türlü elim… daha kimsenin haberi yok, herkes kendi eşyalarını toparlanma telaşesinde, ben kendi kendime debeleniyorum. “Ayraçlar yok” diyebildiğimi hatırlıyorum. Gönül şaşkın bakıyor… İlhan “Dur… telaşe etme, belki arabada bıraktın diyor”… Hayır… ne arabada bıraktım, ne de çantanın dibi kara delik olup yuttu ayraç paketini… sadece ben başka bir çantayı alıp evden çıktım. Emeğe mi yanarsın, Tuğba Hanım’a elim boş geldiğime mi! Hele imzalatacağımız resimler… sen tuhafiyeci hanıma vermez misin? İşte olacağı budur… artık akla gelenleri say say dur. Deli olmak işten değil. Ne yapacağız? Önce durup sakinleşeceğiz. Cüzdanımda duruyor hala doküman evine çıktı almak için götürdüğüm usb, ayraçlara o an için yapabileceğim hiçbir şey yok ama hemen bir fotokopici bulup en azından resimleri tekrar bastırtabilirim. Dostlarla birlikte sete doğru yürüyoruz. Onlar beklerken ben ana caddeye çıkıp bir fotokopici bulmak üzere harekete geçiyorum. Birileri bana acımış olmalı, çok da aranmadan işlerimi hallediyorum. Geri döndüğümde arkadaşlar hala ‘set’ olan binanın giriş kapısının yanında bekliyorlar. İyi bari… en azından onları kaybetmemiş olduğumu anlıyorum.

Bu bekleyiş sürerken, nasıl bir sokaktıysa o… bana sanki Türk sinemasının bütün simaları o sokaktan geçmeyi seçmiş gibi geliyor. İlhan’ın ve Gönül’ün tanımadığı kimse yok… ben artık iliştiğim sokak korkuluğundan dönüp bakmaya bile yeltenmiyorum. Kimseleri tanımıyor olmamla dostlarımı kendime güldürüyorum. Günün erken saatlerinde setin önünden geçip Cafe’ye giderken büyükçe bir karavan görmüştük. Oyuncular orada hazırlıklarını yapıp geliyorlarmış çekim yapılan apartmana… önce Cansel bey geliyor üzerinde siyah saten pijamalar ayağında terliklerle sokağın alt ucundan… bir müddet sonra da Tuba Hanım hazırlanmış olmalı… onun geldiğini görüyoruz, yanında bir bayanla. Onu ilk görüşüm bu uzaklıktan oluyor… o uzakta bir siluet halindeyken.

Sabah evden çıkmadan sevgili usayken’e yazdığım iki satırlık not aklıma geliyor… "Tuba konusunda kendimi ne kadar yatıştırmaya çalışsam da ‘ÇOK HEYECANLIYIM’ aslında hala biraz korku da var, onun için yatışamıyorum herhalde. Kendisini gördüğüm ilk anlarda, ilk göz göze gelişlerimizde hayatta kalabilirsem… sanırım gerisini de getirebilirim diye düşünüyorum.” Göz göze gelmiyoruz o uzaklıktan ama bana sakinleşme fırsatı tanıyor o siluet. Hafif bir rampa var bize… daha doğrusu çekimin yapıldığı apartama doğru… yavaş yavaş çıkıyorlar. Asi’nin o asker adımları yok Tuba Büyüküstün’de… en azından ben onu ilk gördüğümde, sakin bir havası var. Girişte oyalanmadan apartmana giriyorlar. Biz bekliyoruz… insanlar geliyor… insanlar geçiyor… sokağa kurulmuş portatif bir kahve-istasyonundan kahve ve çay ikramı öneriliyor… Gönül bir yerlerden yeşil erik ve sandviç bulup yiyor. Bekliyoruz… apartman girişi vızır vızır. İçeriye sürekli bir şeyler taşınıyor… içeriden sürekli bir şeyler dışarı çıkartılıyor. Sokakta boy boy alimünyum ve bayaz köpük panolar duvara dayalı duruyor. Devasa bir kamyonun içi marangozluk ve elektrik işleri için kullanılan alet adevatla dolu… sürekli hareket halinde insanlar dolanıp duruyor. Bir ara mola veriliyor olmalı. Apartman girişi, merdivenlerine personelin oturup dinleneceği kadar sakinleşiyor. Derken Gönülçelen’ın ‘Kobra’sı ile konuşma fırsatı yakalanıyor.

Sonunda çekim bitmiş olmalı… Tuba Hanım merdivenlerden inerek yanımıza geliyor. Üzerinde siyah kolsuz yazlık bir elbise var ve yine yeleğimsi uzun bir şey eteklerine kadar uzayan… ayağında parmak arası sandaletler… saçları arkadan hafif toplu, uçları serbest ve dalgalı. Bunlar sonradan fark edeceğim şeyler, ilk algıladığımsa bütünündeki zerafet olacak. Ve tabi bizimle buluştuğu andan ayrıldığı ana kadar kaybetmediği o doğal nezaketi. Öncesinde aramızda konuşulduğu şekilde hareket etmeye başlıyoruz. Sokak ortasında eski bir apartmanın girişinde bize ayırabildiği vakti en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyoruz. İlhan resim ben video çekmek için izin istiyoruz. Memnuniyetle onay veriyor.

Çekimlerimiz başlarken, Gönül plaketten başlayarak onun için getirdiklerimizi kendisine takdim etmeye başlıyor. Görsel bir çalışma ile birlikte sevgili minikkulak’ın , bir Tuba Annesinin onun için özel olarak kaleme aldığı bir mektup da Tuba Hanım’a veriliyor. Sokak dar, yarısı park etmiş arabalarla dolu… insanlar aşağı yukarı gidip gelirken… bizler elimizdekilerle resim ve video çekmeye çalışıyoruz. Sokağa arabalar girdikçe Tuba Hanım…. “aman araba geliyor” diyerek uyarıyor, ellerini gayriihtiyari bizlere doğru uzatıyor… o sokak zaten kalabalıktı ama sanki Tuba Hanım kapıya geldiğinde birden daha bir hareketleniyor. Kaç arabadan kaçtım… kaç yaya önümden geçip kaydı engelledi sayamadım bile… ama son olarak maceralı resimlerimizi Tuba Hanım’ın ellerinde görüyorum. İmzalayacak ama nerede?

Geriye doğru dönüp bir ayağını merdivene koyuyor, dizinin üzerine plaket kutusunu yerleştirip kendine portatif bir yazı alanı oluşturuyor. Gönül’ün sesini duyuyorum hayal meyal… “uzaklardan usayken hazırladı bu resmi” diyor… Resim’de yarım Tuba profili var… çok beğeniyor. Bu tarz çalışmaları sevdiğini söylüyor… andacının arka ve ön kapağındaki yarım Tuba profilleri aklıma geliyor… bir yandan da imzalıyor. Elimde hala video… kendisini kaydetmeye çalışırken “Aslında bir ayraç kolleksiyonu hazırladığımızı ama aksilikle unutulduğu”nu söylüyorum. Bir sakınca oluşturmayacaksa, basın danışmanına veya menajerine kargo ile göndererek kendisine ulaştırmak isteyeceğimizi söylüyorum. “Tabi, olur” diyor…

İzni olursa kendisiyle bir resim çektirip çektiremeyeceğimi soruyorum. Kabul ediyor. Zaten uzun boylu… eğimli kaldırımda aşağıda durunca da kendimi iyice küçülmüş hissediyorum o an için… ama ne önemi var… ellerimi önümde kavuşturup yanında duruyorum… sanki o kolunu arkama doğru uzatıyor. Ömür boyu saklanacak, iki poz resim çekiliyor. Yerime döner dönmez yeniden kayıda başlıyorum. Bizlerin resim çektirdiğini görenler oluyor, onlarda Tuba Hanım ile resim çektirmek istiyor. Herkese ‘olur tabi’ diyor… önce bir bayan kucağında çocuğu… ardından iki bey yanımıza yanaşıyor. Resim çeken bey ile yan yana duruyoruz, o fotoğraf alırken ben video kaydındayım hala… yanımdan bir ses duyuyorum. Arkadaşına “Sarılsana…”diyor. Ağrıma gidiyor… Tuba Hanım’ın resim çektirmeyi kabul etmesi demek insanların ona sarılmasına da izin verdiği anlamına gelmiyor. Yaz günü, üzerinde incecik elbiseler, kimsenin kendisine dokunmasına katlanmak zorunda olmadığını düşünüyorum. Bir hanım olarak ben bile ellerimi önümde tutup onun kişisel alanına saygılı davranma özenini göstermişken… bu ‘rahatlık’ beni ‘rahatsız’ ediyor. Onun hakkında söylenen ‘mesafeli’ oluşları aklıma geliyor… Dayanamayıp ben müdahale ediyorum yüksekçe sesle… sarılması “gerekmiyor”.

Sokak sakinleşmeyecek… tam tersi daha da kalabalıklaşacak gibi geliyor. Çünkü karşı bina neresiyse… artık oradan da insanlar pencerelerden sarkmış sokakta olan biteni seyrediyor… “Tuba hanım… buraya da bakar mısınız?” gibi sesler yükseliyor… onlar da oradan resim çekiyor olmalılar. Bizim artık gitmemiz gerekiyor. Kamerayı durdurup diğer dostların neler yaptıklarına bakıyorum. Bir toparlanma halindeyiz. Ayrılmadan… onunla yüz yüzeyken son bir şey söylemeden duramıyorum… ayracını kendisine gecikmeden ulaştıracağımızı, kitap okumayı sevdiğini bildiğimizi, kendisi için hazırladığımız ayracı da keyifle kullanmasını dilediğimi söylüyorum… ve veda ediyorum.

e.min/Cihangir/İstanbul/03.06.2011


Alternatifi:

tuba büyüküstün plaket buluşmamız | izlesene.com

2 Haziran 2011 Perşembe

Heyecan...

Bugünler de farklı bir heyecan yaşıyoruz… İzlemekten bıkmadığımız, konuşmaktan yorulmadığımız ASİ dünya kulvarında…Yarıştığı kategori tüm açıklamalarınıza rağmen beni pek mutlu etmese de heyecanla bekliyorum… Birinci olup olmaması benim için önemli değil… Eğer sadece izleyen ben olsaydım bile hep yüreğimin bir yerlerinde olacaktı…Ama bu heyecanı babacığımla birlikte paylaşmak isterdim… Dizi devam ettiği sürece yan yana göremediğimiz oyuncular yan yana yürüyecek… Umarım hayal kırıklığı yaşamayız…Aslında en çok da bunu merak ediyorum… Oradaki tavırları çok önemli kafamda soru işaretlerinin çözümü için…Tabi 3. şahıslar izin verirse… Umarım yapımcısından oyuncusuna , yönetmenine herkes yaptıkları işin boyutunun farkına varmışlardır…Bu festival haberlerinin sıklaşması üzerine 1.bölümden başlayarak izlemek istedim… İzleyemedim… Kıskandım Asi’yi… Babası hep yanındaydı… Demir’e üzüldüm… Galiba kafayı yiyorum… Ne kadar özdeşleştirmişim her şeyi… Kendi kendime karar verdim… Bir süre ASİ’den uzak duracaktım… Yapamadım… Şiir sayfasına döndüm… Saatlerce şiir araştırdım… Sevgili e.min’in iç döküşlerine, sevgili usayken ve fundanın görsellerine uygun şiirler baktım … Bazen bu iç döküşlere görsellere yetecek,ifade edebilecek şiirler bulmakta zorlandım… Biz de 4 gün tatil var… Fırsat buldukça ekleyeceğim…

Emeklerinize, yüreğinize sağlık sevgili e.min ve usayken ve sevgili funda…

CEYHAN, 1 Haziran 2011



snm'den alıntı...