3 Haziran 2011 Cuma

Tuba Büyüküstün ile tanışma...

Nasıl anlatacağımı bilemediğim, nereden başlayacağımı kestiremediğim bir gün daha. Böyle başladığım her mesajımda muhakkak bir resim oluyor masamda. Bu seferkinde bana çok tanıdık bir kızın mahzun gülümseyişi var… aylarca yıllarca görselleriyle hep karşı karşıya… ama bu resmi farklılandıran üzerindeki el yazısıyla atılmış imza, gözlerimin önünde kondu oraya.

Ben nasıl geldim bu ana…

Televizyondizisi.com’dan sevgili Gönül, forumun 2011 en iyiler plaketini Tuba Hanım’a taktim etmek için bir organizasyon yaparken, kendisine asi-demir.com’un Tuba Hanım için hazırlamış olduğu andacı da verip veremeyeceğini sordum. Bu aslında Nisan ayında hazırlanmış bir çalışmaydı. Yine televizyondizisi.com'un organizasyonunu yaptığı, Murat Yıldırım’ın 2011 doğum günü kutlaması çerçevesinde ona özel hazırlanmış andaç ve ayraçlar serisinin, Tuba Büyüküstün’ün 2011 doğum günü anısına yapılmış devamıydı. Ne şartlarda verilebileceği bile bilinmeden koleksiyonun devamı niteliğinde yapılmışlardı. Havalara uçmuştum elden verilebilecek olmasına Gönül sayesinde. Çünkü sevgili Murat Yıldırım’ın çalışmalarını kendisine ulaştırmak da yine Gönül’le kısmet olmuştu. Bunu en iyi şekilde yapacağını biliyordum.

Set ortamında yapılan ziyaretlerde kalabalık gurupların rahatsızlık verdiğini bildiğimden hiç aklıma bile gelmemişti benim de guruba katılma ihtimalim… ta ki Gönül beni davet edene kadar. Ve bir anda yön değiştirdi her şey. Yine de bir sürü sorun vardı. Geç bir saate randevu verilebilirdi veya benim uygun olmayacağım bir zamana… hala katılamayabilirdim Gönülçelen setini ziyaret ederek plaketi verecek olan guruba. Ama şanslıymışım… Cuma 12.00 – 13.00 arası verilen görüşme saati sevgili Tuba Büyüküstün ile tanışmamı mümkün kıldı.

Heyecanla bastırdım ayraç çalışmasını… Döküman evindeki delikanlı “Aaa bu Asi değil mi?” diye sordu usb’den ekrana kaydettiğinde çalışmayı. “Evet” dedim “O”… “Seyrettiniz mi Asi’yi?” Seyretmiş… çok uyumluymuş üstelik ikisi. Sormadım artık ne demek istedi! Çalışmayı bırakıp ekranda, başladık Asi üzerine sohbete. Hadi bayan izleyenler duygusal, takipçi… ama bir erkek izleyenden duymak böyle bir yorumu… ilginçti. Ayraçların hikayesi burada bitmedi… Elimde basılı malzeme, soluğu tuhafiyecide aldım. Daha püskül ve kurdele beğenilmeli. Çalışma siyah-beyaz… karakterlerde öyle… Murat Yıldırım’ınki ‘siyah’ aksesuarlıydı, Tuba Büyüküstün’ün ki ‘beyaz’ olmalı. Birkaç tonda beyaz püskül var… hangisi yakışır görmek için ayraçların üzerine koydum. Sevgili usayken’ın Tuba Büyüküstün’e imzalatmak üzere hazırladığı bir görselde çıktı diğer basılı malzeme ile birlikte açığa…. “Aaaa bu Asi değil mi?”… tuhafiyeci bayan resmen şaşırttı beni, çünkü benzer sözleri daha biraz evvel duydum … “Ben bu kıza bayılırım… sizin ne işiniz var bu kızla?”… Hiçbir işim yok… canlandırdığı karakterlerden birini yorumluyorum… Asi’yi. Resmi o kadar beğendi ki iki kopyadan birini muhakkak istedi. “Olmaz” dedim… “Tuba Hanım’ın kendisine imzalatabilmek için hazırladık bu resimleri. Size ayraçlar hazır olduğunda onlardan getiririm bir tane”… bir asi sözüyle, anlaştık. Asi canlandıranına gidecek ayraçlar olan bitenin şahidi.

Biricik biricik özenle kesildi, andaca püskül ayraçlara kurdeleler eklendi. Her şey hazır. Zarar görmemeleri için çifter çifter zarflara konularak akşamdan dikkatlice çantaya yerleşti. Artık bundan sonra benim heyecanımı yenmem gerekli…

Buluşma günü geldi, Sevgili Simge’yi alacağım , Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçeceğiz, Gönül bizi Beşiktaş da bekliyor olacak… onu da yoldan toplayıp Gönülçelen setinin olduğu Taksim’in altındaki Cihangir semtine gideceğiz. Her şey harika. Gün güzel, güneşli. Ne çok sıcak ne çok soğuk. Zaten olsa bile bizde fark edecek hal yok. Asi ekibinin Monte Carlo katılımı ile hareketlenen forum ortamı sohbetleriyle, trafiğin elverdiği ölçüde erken vardık Cihangir’e. Ekibe katılacak olan sevgili İlhan çoktan buluşacağımız kafeye gelmiş. Şipşirin bir Cafe Cihangir’in arka sokaklarında. İçerisi sıcacık döşenmiş. Sevgili İlhan’ın içtiği damla sakızlı türk kahvesinin kokusu yayılmış mekana ve gitmemiş yerden tavana kadar olan camların kapıları ardına kadar açık olmasına rağmen. Nasıl cazip geliyor bir yorgunluk kahvesi o sabahın koşuşturmasından sonra. Hemen kendi siparişlerimizi veriyoruz. Buluşmaya bir saat evvel gelmişiz, Tuba’yı görme fırsatından evvel bir saat de oturup dostlarla sohbet etme şansımız var. Bulunmaz bir fırsat… Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz o arada. Gönül uyarıyor, 12’ye geldi, gidelim sete diye. Toparlanıyoruz. Set ortamının nasıl olduğunu bilmediğimden, ben de Tuba Hanım’ın ayraçlarını, plaketin olduğu çantaya koyayım diye düşünüyorum. Nasıl bir imkan yaratılacak bilmiyoruz, orada çanta açıp kapamakla uğraşmayalım.

O da ne!.. Çantanın içi boş… Ayraçların paketi yok. Başımdan aşağı kaynar sular akıyor… akıyor… akmaya devam ediyor. Çantayı kapatıp tekrar açıyorum. Elimi sokup iyice karıştırıyorum… kalın zarfa değmiyor bir türlü elim… daha kimsenin haberi yok, herkes kendi eşyalarını toparlanma telaşesinde, ben kendi kendime debeleniyorum. “Ayraçlar yok” diyebildiğimi hatırlıyorum. Gönül şaşkın bakıyor… İlhan “Dur… telaşe etme, belki arabada bıraktın diyor”… Hayır… ne arabada bıraktım, ne de çantanın dibi kara delik olup yuttu ayraç paketini… sadece ben başka bir çantayı alıp evden çıktım. Emeğe mi yanarsın, Tuğba Hanım’a elim boş geldiğime mi! Hele imzalatacağımız resimler… sen tuhafiyeci hanıma vermez misin? İşte olacağı budur… artık akla gelenleri say say dur. Deli olmak işten değil. Ne yapacağız? Önce durup sakinleşeceğiz. Cüzdanımda duruyor hala doküman evine çıktı almak için götürdüğüm usb, ayraçlara o an için yapabileceğim hiçbir şey yok ama hemen bir fotokopici bulup en azından resimleri tekrar bastırtabilirim. Dostlarla birlikte sete doğru yürüyoruz. Onlar beklerken ben ana caddeye çıkıp bir fotokopici bulmak üzere harekete geçiyorum. Birileri bana acımış olmalı, çok da aranmadan işlerimi hallediyorum. Geri döndüğümde arkadaşlar hala ‘set’ olan binanın giriş kapısının yanında bekliyorlar. İyi bari… en azından onları kaybetmemiş olduğumu anlıyorum.

Bu bekleyiş sürerken, nasıl bir sokaktıysa o… bana sanki Türk sinemasının bütün simaları o sokaktan geçmeyi seçmiş gibi geliyor. İlhan’ın ve Gönül’ün tanımadığı kimse yok… ben artık iliştiğim sokak korkuluğundan dönüp bakmaya bile yeltenmiyorum. Kimseleri tanımıyor olmamla dostlarımı kendime güldürüyorum. Günün erken saatlerinde setin önünden geçip Cafe’ye giderken büyükçe bir karavan görmüştük. Oyuncular orada hazırlıklarını yapıp geliyorlarmış çekim yapılan apartmana… önce Cansel bey geliyor üzerinde siyah saten pijamalar ayağında terliklerle sokağın alt ucundan… bir müddet sonra da Tuba Hanım hazırlanmış olmalı… onun geldiğini görüyoruz, yanında bir bayanla. Onu ilk görüşüm bu uzaklıktan oluyor… o uzakta bir siluet halindeyken.

Sabah evden çıkmadan sevgili usayken’e yazdığım iki satırlık not aklıma geliyor… "Tuba konusunda kendimi ne kadar yatıştırmaya çalışsam da ‘ÇOK HEYECANLIYIM’ aslında hala biraz korku da var, onun için yatışamıyorum herhalde. Kendisini gördüğüm ilk anlarda, ilk göz göze gelişlerimizde hayatta kalabilirsem… sanırım gerisini de getirebilirim diye düşünüyorum.” Göz göze gelmiyoruz o uzaklıktan ama bana sakinleşme fırsatı tanıyor o siluet. Hafif bir rampa var bize… daha doğrusu çekimin yapıldığı apartama doğru… yavaş yavaş çıkıyorlar. Asi’nin o asker adımları yok Tuba Büyüküstün’de… en azından ben onu ilk gördüğümde, sakin bir havası var. Girişte oyalanmadan apartmana giriyorlar. Biz bekliyoruz… insanlar geliyor… insanlar geçiyor… sokağa kurulmuş portatif bir kahve-istasyonundan kahve ve çay ikramı öneriliyor… Gönül bir yerlerden yeşil erik ve sandviç bulup yiyor. Bekliyoruz… apartman girişi vızır vızır. İçeriye sürekli bir şeyler taşınıyor… içeriden sürekli bir şeyler dışarı çıkartılıyor. Sokakta boy boy alimünyum ve bayaz köpük panolar duvara dayalı duruyor. Devasa bir kamyonun içi marangozluk ve elektrik işleri için kullanılan alet adevatla dolu… sürekli hareket halinde insanlar dolanıp duruyor. Bir ara mola veriliyor olmalı. Apartman girişi, merdivenlerine personelin oturup dinleneceği kadar sakinleşiyor. Derken Gönülçelen’ın ‘Kobra’sı ile konuşma fırsatı yakalanıyor.

Sonunda çekim bitmiş olmalı… Tuba Hanım merdivenlerden inerek yanımıza geliyor. Üzerinde siyah kolsuz yazlık bir elbise var ve yine yeleğimsi uzun bir şey eteklerine kadar uzayan… ayağında parmak arası sandaletler… saçları arkadan hafif toplu, uçları serbest ve dalgalı. Bunlar sonradan fark edeceğim şeyler, ilk algıladığımsa bütünündeki zerafet olacak. Ve tabi bizimle buluştuğu andan ayrıldığı ana kadar kaybetmediği o doğal nezaketi. Öncesinde aramızda konuşulduğu şekilde hareket etmeye başlıyoruz. Sokak ortasında eski bir apartmanın girişinde bize ayırabildiği vakti en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyoruz. İlhan resim ben video çekmek için izin istiyoruz. Memnuniyetle onay veriyor.

Çekimlerimiz başlarken, Gönül plaketten başlayarak onun için getirdiklerimizi kendisine takdim etmeye başlıyor. Görsel bir çalışma ile birlikte sevgili minikkulak’ın , bir Tuba Annesinin onun için özel olarak kaleme aldığı bir mektup da Tuba Hanım’a veriliyor. Sokak dar, yarısı park etmiş arabalarla dolu… insanlar aşağı yukarı gidip gelirken… bizler elimizdekilerle resim ve video çekmeye çalışıyoruz. Sokağa arabalar girdikçe Tuba Hanım…. “aman araba geliyor” diyerek uyarıyor, ellerini gayriihtiyari bizlere doğru uzatıyor… o sokak zaten kalabalıktı ama sanki Tuba Hanım kapıya geldiğinde birden daha bir hareketleniyor. Kaç arabadan kaçtım… kaç yaya önümden geçip kaydı engelledi sayamadım bile… ama son olarak maceralı resimlerimizi Tuba Hanım’ın ellerinde görüyorum. İmzalayacak ama nerede?

Geriye doğru dönüp bir ayağını merdivene koyuyor, dizinin üzerine plaket kutusunu yerleştirip kendine portatif bir yazı alanı oluşturuyor. Gönül’ün sesini duyuyorum hayal meyal… “uzaklardan usayken hazırladı bu resmi” diyor… Resim’de yarım Tuba profili var… çok beğeniyor. Bu tarz çalışmaları sevdiğini söylüyor… andacının arka ve ön kapağındaki yarım Tuba profilleri aklıma geliyor… bir yandan da imzalıyor. Elimde hala video… kendisini kaydetmeye çalışırken “Aslında bir ayraç kolleksiyonu hazırladığımızı ama aksilikle unutulduğu”nu söylüyorum. Bir sakınca oluşturmayacaksa, basın danışmanına veya menajerine kargo ile göndererek kendisine ulaştırmak isteyeceğimizi söylüyorum. “Tabi, olur” diyor…

İzni olursa kendisiyle bir resim çektirip çektiremeyeceğimi soruyorum. Kabul ediyor. Zaten uzun boylu… eğimli kaldırımda aşağıda durunca da kendimi iyice küçülmüş hissediyorum o an için… ama ne önemi var… ellerimi önümde kavuşturup yanında duruyorum… sanki o kolunu arkama doğru uzatıyor. Ömür boyu saklanacak, iki poz resim çekiliyor. Yerime döner dönmez yeniden kayıda başlıyorum. Bizlerin resim çektirdiğini görenler oluyor, onlarda Tuba Hanım ile resim çektirmek istiyor. Herkese ‘olur tabi’ diyor… önce bir bayan kucağında çocuğu… ardından iki bey yanımıza yanaşıyor. Resim çeken bey ile yan yana duruyoruz, o fotoğraf alırken ben video kaydındayım hala… yanımdan bir ses duyuyorum. Arkadaşına “Sarılsana…”diyor. Ağrıma gidiyor… Tuba Hanım’ın resim çektirmeyi kabul etmesi demek insanların ona sarılmasına da izin verdiği anlamına gelmiyor. Yaz günü, üzerinde incecik elbiseler, kimsenin kendisine dokunmasına katlanmak zorunda olmadığını düşünüyorum. Bir hanım olarak ben bile ellerimi önümde tutup onun kişisel alanına saygılı davranma özenini göstermişken… bu ‘rahatlık’ beni ‘rahatsız’ ediyor. Onun hakkında söylenen ‘mesafeli’ oluşları aklıma geliyor… Dayanamayıp ben müdahale ediyorum yüksekçe sesle… sarılması “gerekmiyor”.

Sokak sakinleşmeyecek… tam tersi daha da kalabalıklaşacak gibi geliyor. Çünkü karşı bina neresiyse… artık oradan da insanlar pencerelerden sarkmış sokakta olan biteni seyrediyor… “Tuba hanım… buraya da bakar mısınız?” gibi sesler yükseliyor… onlar da oradan resim çekiyor olmalılar. Bizim artık gitmemiz gerekiyor. Kamerayı durdurup diğer dostların neler yaptıklarına bakıyorum. Bir toparlanma halindeyiz. Ayrılmadan… onunla yüz yüzeyken son bir şey söylemeden duramıyorum… ayracını kendisine gecikmeden ulaştıracağımızı, kitap okumayı sevdiğini bildiğimizi, kendisi için hazırladığımız ayracı da keyifle kullanmasını dilediğimi söylüyorum… ve veda ediyorum.

e.min/Cihangir/İstanbul/03.06.2011


Alternatifi:

tuba büyüküstün plaket buluşmamız | izlesene.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder