9 Haziran 2011 Perşembe

Öyle Bir 'Şey' ki Asi...



                                                                                                                         ribelle'den...

Düşünüyorum, ne zaman başladı bu yolculuk? Asi hangi ara kendini bu kadar sevdirdi, hangi ara yaşamlarımızın bir parçası oluverdi? Ne yaptı da bizi birbirimize bu kadar çok ortak duyguyla kenetledi? Hep soruyoruz ya hani… Asi neydi?

Net bir cevap bulamıyorum hiçbir zaman sorularıma. Belki de işin güzelliği de burada, soruların her zaman cevapsız kalışında… Asi kalıplara koyamadığımız, tanımlayamadığımız, yalnızca ve yalnızca hissedebildiğimiz bir “şey”. Öyle bir “şey” ki Asi, kimselerin bilmediği gizlerimizi fısıldarken çekinmediğimiz, yaralarımızı eşsiz bir şefkatle sarmalayan, gözyaşlarımıza, gülüşlerimize ortak olan…  Yaşamımıza artık ondan ayrılamayacak kadar derin ve çokça nüfuz etmiş… Bizden olmuş, biz olmuş apayrı bir dünya…

İnsanı bulunduğu zamandan, mekandan koparıp… ruhunu alır ve eşsiz bir gezintiye çıkarır Asi… 
Güneşin üzerinde neşeyle oyunlar oynadığı renk cümbüşü tarlalara…
coşkun ve tersine akan bir nehre…
şahit olduğu yaşanmışlıkların ağırlığını taşıyan bir taş köprüye…
fırından yayılan mis gibi kokuların kıvrıla kıvrıla dolaştığı, tarihin, geçmişin neredeyse somut bir şey gibi taşlarına sindiği dar sokaklara…
yılları, yolları, yolu ona düşmüş tüm insanları hoşgörüsüyle taşımış güzel bir şehri tepeden gören, serseri rüzgârı hiç eksik olmayan bir tahta iskeleye…
güneş çiçeklerinin, gelinciklerin açtığı kırlara…
üzerindeki küçük, beyaz tekneyi neşeyle taşıyan engin bir denize…
gözlerde hüküm süren bir sevdaya…
gökkuşağının tüm renklerine…
ama en çok da yeşile… kahverengine…
geçmişinden yorgun, yaralı, ama tüm acıları bir yürekte, bir bakışta, bir dokunuşta dindiren bir adama…
tozlu köy yollarının bukle bukle saçları, yemyeşil gözleriyle biricik mağrur prensesine…
aşkın gerçeğine… tutkunun en derinine… şefkatin en güzeline…
ve illa ki kötü gününde, sevincinde, birbirine kenetli; her hikayesi ayrı gerçek, ayrı keyifli o güzel aileye…

Öyle bir  gezintidir ki bu… Bitirip de bulunduğunuz ana geri döndüğünüzde az önce yaşadıklarınızın gerçek olmadığına, yalnızca bir kurgu olduğuna inandıramazsınız kendinizi. Yüreğinizin en derinine öyle güzel işler ki bu hikâye, gerçekten de gerçektir artık. Çünkü yaşamınızla bütünleşmiştir o andan sonra, sizde bir şeylere dokunmuştur; bir hayalinize, bir keşkenize, bir hüznünüze, cesaret edip de yüzleşemediğiniz bir korkunuza, sıcaklığını hep diri tuttuğunuz bir sevincinize… Öyle bizden, öyle yaşamın içinden, öyle yürektendir işte Asi…

Sadece “aşk” kelimesinin tanımlamaya yetmediği, ama “aşk” ın karşılığına sonsuza dek, değişmemek üzere“AsiDemir” yazdıran Asi -Demir’imiz… Onları anlatmakla, hissetmekle bitiremedik. Daha da biteceğe benzemezler, dünyalarına dalıp gittiğimiz her yeni an başka bir güzelliklerini keşfetmek ne kadar da mucizevi değil mi?

Asi, hayatımıza girdiğinden beri pek çok kez hayalle gerçek arasındaki o buğulu yerde bıraktı bizi. Hangi tarafa ait olduğumuzu bilmeden, aslında bilmeyi çok da istemeden sadece ve sadece hissederek… inatla inanarak sığındık dünyalarına…  Üzüldük onlara, sevindik… Kızdık, küstük; sonra kıyamadık, yeniden kucakladık… Şimdi geldiğimiz nokta, “Hayal mi? Gerçek mi?” diye sorduruyor bana. Gelişmeler takip etmekte zorlandığım bir hızla akarken yüreğimde çocuk sevinçler büyüyor, tam da ihtiyacım olduğu anda... Kaç mevsim geçti Asi’nin üzerinden, kaç gün eskittik? Yaşam akıp giderken, günler hızla geçerken onlar hiç gitmemiş, geçmemiş meğerse… Hani hep diyoruz ya “AsiDemir bize sığınıyor, bize tutunuyor onu sahiplenmesi gerekenler kapıdan çevirdiğinde…” diye… AsiDemir şimdi bize teşekkür ediyor. İnatla, sevgiyle, tutkuyla onu yüreğimizde saklamaya, sakınmaya, beslemeye devam ettiğimiz için. O böylesine güçlenene kadar yanında kalmaya devam ettiğimiz için… İçinde sakladığı tüm o evrensel duygularıyla AsiDemir, sayısız yürekte atıyor ve mevsimler öncesinden çok daha güçlü artık. Bir mucizeyi daha taşıyor yaşamımıza, hep mucizelerle gelmez miydi zaten?

Yaşamımıza bu mucizeyi, bu tılsımı katan o iki güzel insana… Her zaman için bizim Asi  ve Demir’imiz olarak kalacak Tuba Büyüküstün ve Murat Yıldırım’a… Ve Asi’de emeği geçmiş herkese ama herkese… ne kadar teşekkür edersek edelim yetmez değil mi? Hem onlar adına, hem dizimiz adına öyle gururluyuz ki…

En büyük teşekkürlerden biri de bize, kendimize…  Asi’yi herkes yalnız bıraktığında dahi, burada olduğumuz için. Sahiplenmekten, hissetmekten hiç vazgeçmediğimiz için. Asi’nin bize söylediklerini yüreğimizle duyabildiğimiz için…  Kimse bunun için ek bir çaba harcamadığı halde bugünlere gelebildiyse Asi, bu taşıdığı ruhun ve güzel seyircisinin eseri…  
Bu güzelliği içime sindire sindire yaşıyorum günlerdir. Asi’nin her anında olduğu gibi, bu kıymetli anlarında da ortak duyguların çevresinde buluşmuş olmak harika…
İyi ki varsınız Asi dostlar, iyi ki varız…

Asi’yi Asi yapan herkese sonsuz sevgilerle…"

ribelle, 8 Haziran 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder