1 Ekim 2011 Cumartesi

Biliyorum... biliyorum

…bugün Hatay’a gittim… daha doğrusu, Hatay ili her şeyi ile bulunduğum şehre geldi. 4 gün illerini tanıtacaklar… … … Önce yemek kısmındaydım. Uzun çarşı esnafı ile uzun uzun sohbetler yaptım. Hiç yokmuş gibi kekikler, kimyonlar, kırmızıbiberler aldım. Sonra sini kebabı yedim. Bilirsiniz, Fatma onu güzel yapar… künefeyi de yedikten sonra dolaşmaya başladım. Kendime bir Tike kolyesi aldım… Tike Antakya’nın koruyucu tanrısıymış, daha önce neden duymadım diye hayıflandım. Tike tersine akan Asi nehrinin Antakya’ya zarar vermemesi için ayaklarıyla nehre bastırıyor ve Antakya’nın sular altında kalmamasını sağlıyormuş.

Oradan Samandağ’ına geçtik, ipekler ve iğne oyaları orada bekliyordu. Daha sonra Vakıflı köyüne geldim… başta ceviz reçelleri olmak üzere her şeyin reçeli oradaydı. Oradaki bey dikkatimi çekti… nereden hatırlıyorum diye sordum… Vakıflı’nın muhtarıymış… “Siz Asi’nin organik tarım yapan arkadaşı değil misiniz?” dedim… güldü, “Nasıl tanıdınız?” dedi. Artık ‘her karesi aklımda’ diyemedim… muhtar bana “Bakın, karşıdaki reyonda kim var!” dedi… döndüm… oradaydı… bütün asaleti ve güzelliği ile duruyordu. Asi, “Hoş geldiniz” dedi. Organik tarım sebzeleri için gelmiş, her zamanki gibiydi… “Nasılsın güzel kızım?” dedim, “çok iyiyim” dedi. Asya okula başlamış. Neriman Hanım Asya’ya bakıyormuş. “Babam tarlada biliyorsunuz oradan ayrılmayı hiç istemiyor” dedi… “hoş Ceylan benim yerimi aldı babama çok yardımcı oluyor ama babam topraklarını bir türlü bırakmıyor ki” dedi o güzel gülümsemesiyle. Defne’nin İstanbul’daki lokantası iyi işliyormuş, sık sık Antakya’ya geliyorlarmış. “Demir’le çok mutluyuz, merak etmeyin” dedi. Demir İstanbul’daymış… “Hepinizi biliyorum tanıyorum… sizler beni yaşatmaya devam ediyorsunuz ya bu da bana yeter” dedi. Bizler Antakya’da sizleri bekliyoruz, gelin dolaşın… sokaklarda, Samandağ’ında, Reyhanlı’daki konakta, Arsuz’daki evde… “Biz oradayız, siz beni unutmadığınız sürece hep var olacağız” dedi.

“Asi… güzel çocuğum, bizim sizi asla unutmayacağımızı biliyorsunuz, siz bizim yüreğimizin tam ortasındasınız, sizi seven herkes sizinle sizi yaşatarak yaşayacak” diye cevap verdim. O inanılmaz gözleriyle bakıp en güzel söylediği cümleyi tekrar etti “Teşekkür ederim”… incecik sandaletleri ayağında, kısa kollu bluzu ve eteği ile sanki ışıklar içindeydi… “Hep beraberiz” dedi, “Demir’i ve Asya’yı çok seviyorum… bizim aşkımız sonsuz bir aşk, hiç kimseninkine benzemiyor.” “Haklısın kızım” dedim… “seni çok seviyoruz” diye cümlemi bitirdim. “Biliyorum” dedi “…biliyorum”.

Ürünlerden almak isteyenler vardı, o nedenle içim burkulsa da onu bırakmak zorunda kaldım. Bana uzaktan seslendi. Tuba Hanım da evlenmiş, hamileymiş, sağlıklı çocuklar olmasını Asya’yı sevdiği gibi onları da sevmesini el sallayarak diledi. Oradan ayrılırken gözlerimde yaş vardı… neden bilmem! Defne sabunların standına geldim, şampuan alırken satıcı “ünümüz arttı” dedi. Ben de “bu ünü ASİ dizisine borçlusunuz” dedim. Satıcı bey “çok haklısınız, eğer Asi olmasaydı Antakya olması gereken değeri asla yakalayamazdı” derken, uzaktan sanki Asi’nin önünde eğiliyordu. Güzel kızım, dar sokaklarda Demir’e bakarken… Antakya’dan ayrıldım.

…bu etkinliği düzenleyen İzmirli Antakyalılara teşekkür ettim. Hepsi çok kibardı. Asimizi Antakya’sında bırakarak alandan ayrıldım. Dediğim gibi, neden bilmem gözlerimden sicim gibi yaşlar akıyordu.

Sevgili dostlar hoşçakalın… Asiyle kalın

minikkulak, Sohbet Köşesi, 28 Eylül 2011


ASLIK(C)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder