30 Haziran 2012 Cumartesi

Cevdet Mercan'la sohbet...


Dostlar,
Cevdet Mercan’la tanışma fırsatı buldum bu hafta. Asi tutkumuzu yönetmeniyle paylaşabilmek harika bir duyguydu. En az Sevgili T. Büyüküstün ve M. Yıldırım’la tanıştığım gün kadar heyecan vericiydi.

Cevdet Bey ile bir araya gelmemizdeki asıl amaç Beşiktaş Kongre Üyeliği'ydi. Ama sohbet sırasında yoğun olarak Asi’den de bahsetmeye fırsat bulduk. O kadar sıcakkanlı biri ki ister istemez aynı samimiyetle, hislerinizi onunla paylaşma rahatlığını yaşıyorsunuz.  Sohbetimizin ilk dakikaları Beşiktaş üzerine oldu ama konu çok geçmeden Asi’ye geldi. Hepimizin yüreğinde eksikliğini hissettiği ‘Asi Resmi’nin kapanmasının bizleri ne kadar üzdüğünü söyledim kendisine. Kapanmaması için nasıl gayret sarf ettiğimizi ama süreci sadece bir sene uzatmayı başarabildiğimizi, ne var ki Asi’ye dair yazılı çizili ne varsa bir anda erişilmez olduğunu anlattım.

Bu dönemi takip eden süreçte GÖNÜLCE’nin yönetiminde yer aldığı televizyondizisi’nin bizlere ev sahipliği yaptığını ama sonunda asi-demir.com’un çatısı altında, “Asi” denince akla gelen her şeye ulaşılabilecek bir platform yaratmaya çalıştığımızı anlattım. Bölümler, fragmanlar, reytingler, set resimleri, imza ve avatarlar, funda’nın replikli görselleri, farklı rumuzların karma görsel çalışmaları ve yorumları… hatalar, basında çıkan yazılar, Asi’ye yazılmış şiir ve maniler… akla gelen her şeyin,  her bölüm için ayrı ayrı toplandığını, adeta bir Asi kütüphanesi… arşivi… oluşturmaya çalıştığımızı anlattım. Bulabildiğimiz her şeyin bizler için kıymetli olduğunu söyledim. “Bende de Asi Resimleri var, göndereyim size” deyiverdi çok olağan bir şey gibi. Artık ben bir şey söylemeyeyim siz tahmin edin halimi. “Bunun için ölürüz” diye sayıkladığımı hatırlıyorum sadece.  Şu anda en zengin Asi arşivinin dizifilm’de olduğunu, farklı forumlardaki taramalarımız sırasında en büyük kaynağı bu sosyal paylaşım platformunun oluşturduğunu söyledim. Kendisi resimlerden de ilgisini rahatlıkla görebileceğiniz gibi büyük bir dikkatle ve keyifle dinledi Asi ile ilgili her şeyi.

Asi Dizisi’ne olan ilginin hala devam ettiğini kendi facebook’undan da takip ettiğini, Asi ile ilgili mesajların hala gelmeye devam ettiğini söyledi bize. Antakya’da Asi’nin Çiftlik çekimlerinden birindeyken dolaşanları görmüş yakınlarda, “ne arıyorsunuz siz burada?” diye sormuş. “Asi için geldik” deyince ziyaretçiler, onları Tuba Hanım ile tanıştırmış. Asi dostların halini, heyecanını, inanmazlıklarını tahmin etmek hiç güç değil.  Asi nedeniyle Antakya’ya yapılan ziyaretlerin devam ettiğini, bizlerin de Eylül-Ekim aylarında Antakya’ya gitmeyi planladığımızı söyledim kendisine.  Aslında kendisinin de Antakya’ya tekrar gitmek istediğini duymak yüreklerimizi hoplattı. Dileriz ki bu mümkün olur bir gün.

Ve… Monte Carlo… Asi tacının en göz alıcı incilerinden biri. İzleyici ölçümlemelerinde, dünyanın ilk üçü listesine girebilmeyi başaran bir sonraki yapım hangisi olacak bilmiyorum ama Asi bu kulvarda ilk olma özelliğiyle eser sahiplerini ve biz seyircilerini hep gururlandıracak. Bu olağanüstü süreci anlatmasını rica ettik kendisinden. Bunun çok özel bir şey olduğunu, Monte Carlo’da festival yetkilileri tarafından inanılmaz bir ilgi ve alaka ile karşılandıklarını söyledi. Dünyada ağırlıklı olarak Amerika ve Brezilya yapımlarının mücadele ettiği bir platformda Türkiye’den bir yapımın yer almasının onların da ilgisini çektiğini ve kendilerine çok özen gösterdiklerini söyledi. asi-demir’in festivale akredite olduğunu ve resmi kaynaklardan alabileceğimiz video ve resimleri beklediğimizi anlattım. Ödül gecesinde kendilerinin orada bizim de burada sabaha kadar ayakta olduğumuzu söyledim. “O resimler sizden miydi?” diye sordu. “Evet’ diyebilmek büyük mutluluktu.  Kırmızı halıda çekilen resimlerin çok yetersiz olduğu konusunda yakındım kendisine. Festivalden istediğimiz kadar çok resim gelmediğinden de. Aslında Tuba Hanım’ın annesinin bolca resim çektiğini söyledi. Belki kendisinin bizlere göndereceği resimler arasında Monte Carlo resimleri de çıkabilir. Dilerim bu konunun kendisinin de olduğu bir ortamda açılması bir vesile olur festivalden yeni resimlere ulaşmamıza.

Monte Carlo süreci sonunda kendisinin bir gazete söyleşisini okuduğumuzu, eser sahiplerine telif anlamında hiçbir katkının dönmemesinden dolayı üzüntü duyduğumuzu, bu konunun yeri geldikçe hala bizler arasında konuşulduğunu söyledim.

Cevdet Bey ve Asi olur da… Sevgili Tuba ve Murat olmaz mı… bizim efsanelerimiz… onlar da sohbetimizdeydi. Oyuncularımızın uyumu, kendisinin bu iki oyuncuyu esere hazırlamada ve onlardan en yüksek performansı almada gösterdiği başarı… inanılmaz. Bu hayranlığımızı da paylaştık GÖNÜLCE ve ben kendisiyle. Hatta haddimi çok aşarak… ama biliyorum ki ulusal veya uluslararası bütün Asicilerin de gönlünden geçeni dillendirerek… “Neden bir Sinema filminde bir araya gelmiyorsunuz?” diye sordum kendisine.  Cevdet-Tuba-Murat üçlüsü dünyayı sarsabilir güzel bir projede… Hani haddimi çok aşarak dedim ya… sevgili GÖNÜLCE ile öncelerde paylaştığım Tuba-Murat sinema filmi hayallerimi paylaştım ilaveten. Dilerim bağışlamıştır cürretimi… ama böyle bir fırsat bir daha hayatım boyu karşıma çıkmayabilirdi.

Asi, çıtayı her yapım ve oyuncu için olduğu kadar kendi oyuncuları için de çok yukarıya çekti. Tuba-Murat ikilisinin tekrar bir arada olmasını kariyerlerinde bir risk alma, Asi’nin gölgesinde kalma ya da tekrarlama ihtimali olarak görülebildiğinin farkındayım. Ama kaygı ve endişe… elden gelenden daha fazla titizlik ve yanı sıra başarıyı getirecektir diye düşünüyorum.  Yöresel ve evrensel kriterler doğru dengelendiğinde ve eser seçimi buna göre yapıldığında, teknik ve oyunculuk anlamında parmak ısırtacak bir eser daha çıkarır ortaya bu ekip. Cevdet Bey’e, “Asi’ye başlarken, böylesi tutkuyla takip edileceğini, Monte Carlo’da dünya sıralamasına gireceğini söyleselerdi, bunu nasıl karşılardınız” diye sordum. Ve kendim yanıtladım yine heyecanla… “bunu sadece hayal edilebilecek bir şey olarak görürdünüz” dedim… ama gerçek oldu. Cevdet-Tuba-Murat üçlüsünün ulaşacağı başarı… sadece hayal edilebilen bir şey olmaktan daha fazla bu gün.

Neyse… dilerim hayallerimiz bir gün gerçekleşir diyerek işi uzmanlarına bırakalım. Ve sohbetimiz geri dönelim.

Cevdet Bey’e Asi için ne kadar teşekkür etsek az. Asi ekibinin ruhumuza dokunan bu olağanüstü çalışmasına karşılık bizler sadece naçizane şeylerle mukabele edebiliyoruz. Asi andaç ve ayraç çalışmalarımız da onlardan biri.

Bu sene Tuba Hanım ve Murat Bey’e iletilmek üzere hazırladığımız andaç teması Asi – Gurur & Önyargı idi. Bu andacı oluştururken kimin aklına gelebilirdi ki bir kopyasını da Yönetmenimiz Cevdet Bey’e kendi ellerimle verebileceğim.  Yürekten gelen hediyemizi kendisine verirken yürekten alındığını da gözlerimle gördüm. Bu günü güzelleştiren ögelerden biriydi Asi andacı onun ellerinin arasında görmek. Andacın Siyah-Beyaz renklerine dikkati çekildi ilk. Asi aşka inancı ile beyaz, Demir suskunluğu ile siyahtır. Onlarınki İhsan karakterinin 10. Bölüm söylemindeki gibi  “Beyaz mendilde kara düğüm bir aşktır”. Cevdet Bey’in andaç önsözünde de bu alıntı vardı. Biraz da içeriğinden bahsettim sayfaları karıştırırken karşılaşacağı yabancı simaların kendisine tanıştırarak. 1938’den beri Gurur ve Önyargı esin kaynağı ya da uyarlaması olan eserlerin toplamıydı elindeki çalışma. Asi ise bunlardan biriydi.

Kendisine teşekkür edip veda etme vakti geldi sonunda.  Söylediklerimden çok Asi heyecanlarımızın kendilerine tanık olmuştu Cevdet Bey bu sohbette… ve bu heyecanı anladığını hissettim onunla birlikteyken. İnsanın üzerinde olağanüstü doygunluk bırakan bir his bu. Hala aklıma geldikçe kocaman bir gülümseme yayılıyor yüzüme… belki bir gün gelir ikna olurum… bu hayal değildi, yaşadım ben bu sohbet anlarını Cevdet Mercan’ın nazik ev sahipliğinde.

Alıntıladığım linkten, S&T Lifestyle’ın Cevdet Mercan haberini Sevgili GÖNÜLCE ve İlhan’ın kaleminden okuyabilirsiniz. Aynı sayfada sevgili İlhan’ın objektifinden Cevdet Bey'in farklı karelerini de bulacaksınız.
http://sinematelevizyonlifestyle.com/?p=23048
Sevgili GÖNÜLCE… Sektörü izleyicisiyle buluşturan gayretlerin, bu tanışmalara vesile olduğun ve bu imkanları bütün Asiciler adına bana verebildiğin için...   sana ne kadar teşekkür etsem azdır.





27 Haziran 2012 Çarşamba

Sevgiyi sevdik...



En çok iki cümleyi yazdım ASİ için yazdığım yazılarda. İlkin bir dizinin daha önceleri hiç rastlanmamış zengin ve dopdolu içeriğini yani kültürü, aile bağlarını, doğayı, tarımı, katıksız ve öznesi iki sadece kişilik sevdayı, mimarinin hasını, mutfağın en iddiasız tavırlı; ama en iddialısını, aile içi dayanışmayı, dağ esintisini çiftliği, çiftlik evindeki hayatı, tavukları, kazları, horoz sesini, çiçekli tiril tiril kumaşlardan uçuşan elbiseleri, at binilen etek pantolonları, yağız atları, kırlara olan tutkumu yakaladığımdan, elimde olmadan o diziye bağlanmamın ardından ve sayfalarca yazıya rağmen bana mısın demeden yazmaya devam edince kendimdeki bir diziye  bağlılığı şöyle anlatmıştım;

“Bir dizi izledim hayatımda bir dizi değişiklik oldu.”

ASİ, aslında bir dizi değil bir fenomen. Az önce yazdığım ve yazmayı unutmuş olabileceğim  bir çok unsurun hepsinin bir arada; iç içe, kol kola; her biri ön planda; ama hiç biri geride kalmadan anlatılışını; yaşarken bize de yaşattırdıklarından dolayı fenomen. Yazdığım tüm olguların topluca hamurundan oluşmuş evi mis kokusuna bulamış mahlep kokulu bir çörek. Hamuru, bunların hepsinden. Mayası sevgiden. Yalnızca katıksız sevgiden.
İkinci yazdığım cümlem; ama daha az yazdığım cümle;

“ASİ’de, sevgiyi sevdik biz.

Sevgiyi kim sevmez. Daha kırkı çıkmamış bebekten, kırk yaşına gelmiş koca adamdan, dişleri dökülmüş ninelere kadar. Sevgi, sevilmez mi? Hale sevilmek. Sevginin ifade edilişi, onu duymak  olabilecek güzelliklerin en güzelini yaşatmaz mı? Hele içten, saf, katıksız olan sevgiler. Gururdan ters akarsa sevgi suyu, yorucu oluyor ASİ’ye’deki gibi; ama yine de çok seviliyor sevgi...

Biz, ASİ’de sevgiyi de bulduk az önce yazdıklarımın yanında. Öyle böyle değil, sevginin her türlüsünü bir çırpıda bulduk  hem de. Bir diziye serpiştirilmiş halde. Önce üç yüz yıldır atalarının yaşamış olduğu şimdi de kendilerinin yaşadıkları çiftliklerine, toprağa, tarıma bağlı, okumuş olsalar da, baba avukat kız veteriner olsa da en önce  ille de çiftçi ruhlu olmak kararlı  bir baba kızın; topraklarına, evlerine yurtlarına kara sevdayla bağlı bir baba kızın, evlat ve baba sevgisini sevdik. Lastik çizmeli, çiftçi ruhlu veteriner  kızın baba sevgisi, pek çok kızın babasına sevgisinden farksızdı. O yüzden o kızı çok iyi anladık. Babalar da İhsan Bey’i anlamıştır eminim. Ben bile anladım. Babalar... Sert görünür ama öyle yufkadır ki içleri.

Derken bir yabancı geliverdi komşu çiftliğe. Pek de yabancı değilmiş ya aslında. Aslında hiç yabancı değilmiş ya. Sadece biraz ayrı kalmış ana ata topraklarından, yurdundan o kadar. Daha  iki, üç saat ötedeki Adana’yı saymazsak Hatay’dan adımını dışarı atmamış bir kızın, ASİ’ye’nin yaşadığı çiftliğe komşu yan çiftlikte yaşayan demirden oğlan, İstanbul delikanlısı. Oralı olmuş bazı yönleriyle. Kabuk hırçın dalgalı İstanbul, yürek pamuk ekilmiş Hatay ovaları. Demir adlı, öfke kanatlı, kadife yürekli. O demir, sevda korunda dövüle dövüle tava geldi ASİ kıyılarında, ASİ’ye ellerinde.

Baba kızın sevgisini, babanın ailesine sevgisini, kızın kardeşleriyle birbirlerine sevgi bağlarını, Cemal Ağa adlı büyükbabanın yani dedenin torunlarına özellikle toprağı çok seven torunu ASİ’ye’ye sevgisini, çocuksuz bir teyzenin sanki kendi çocuğuymuş gibi büyüttüğü yeğenlerine sevgisini hatta yeğenlerinin annelerince terk edilmiş arkadaşlarını da büyütüp onlara da sevgisinden vermek gönlü genişliğini, ters akan  ASİ Nehri’nin tersliklerine göğüs gererek ters akıntıya karşı yüzen bir katıksız sevdayı sevdik. Tüm bunlar bir dizinin içindeydi. Gerçekmiş gibi kabullendik, gerçeğinin bir zamanlar oralarda yaşandığını bilerek sevdik, o dizinin o yaşanmış sevdanın ardından verilen bir söz üzerine çekildiğini sanarak öyle sevdik.

ASİ Nehri’nin kenarında bitmiş bir ağaçtı ASİ. Dalları körpeydi daha biz onu ilk gördüğümüzde. Sihirli flütten gelirmişçesine dokunan müziğini ilk duyduğumuzda. Tomurcuklar belirdi sonra ASİ ağacında pembesinden, alından, beyazından, morundan. Her biri ayrı bir sevgi öyküsü mırıldandı. Gururun boyadığı al bir sevda olarak açtı biri. Babacan bir babanın aileden kalma  evine, evlatlarına, toprağına sevgisi olarak açtı bir diğeri. Daha İstanbul’u hiç görmemiş olmaklığı  bir kenara, Hatay’dan neredeyse dışarı adım atmamış kızın, Hatay dağları eteklerindeki çiftliğe, toprağa, kuzulara, atlara sevdası açtı bir başka dalda. Bir şehrin sarıp sarmaladığı en hasından mimarisi, kültüre, doğası, sevgisi açtı.

ASİ, çiçek açtı çeşit çeşidinden, her renkten En son bir çiçek daha açtı. Asla solmaya, sararıp dalından  düşmeyen bir çiçek. O çiçek, bizim ASİ’ye sevgimiz kokuyor. Buram buram, sayfalar dolusu.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 22.06.2012

berenikom büsra

Sevgilerini korkularında taşırlar...




Babalar Günü ve Asi masalının son bölümü art arda geldi..
Asi dizisi ile ilk tanışmam… bağlanmam…
her zaman dile getirdiğim gibi...
Asi-Demir aşkından önce... Asi ile Babası arasındaki bağa dayanır...
ve o gün bugündür...
Babalar Gününde ilk aklıma gelen tümce… kulağıma düşen ses…

Gonca'nın düğün günü İhsan Beyin yaptığı konuşmada geçen
"Babalar pek belli etmezler ama… sevgilerini korkularında taşırlar" cümlesi... her şeyin özetidir…
benzerini bugüne kadar duyamadığım… bundan sonrasında da duyamayacağım için ben de çoook şey ifade eder…

O gün… İhsan Kozcuoğlu'nun kulaklarını bolca çınlattım durdum… kolay değildi öyle Asi'nin... hepimizin babası olması…

19 Haziran 2009'a tarihlenen Asi Efsanesinin son bölümünün yayın tarihiydi...71 bölüm süren masalın sonuna gelinmişti… yangından mal kaçırırcasına…
AsiDemir'in 5 yıllık boşluğunu biz yaşamadık...
o 5 yıl ki... "dile kolay" bu kadarcık bir ifadeyle geçiştirilmişti…
biz Asiseverler 2007'den beri hiç boşluğa düşmedik… farklı kıldık… bağımızı hiç mi hiç koparmadık...
özlem giderdikçe daha çok özledik…
özledikçe paylaştık… Asi bir masaldı… bitti diyenlere inat edercesine…

Savaş'lar… Hasret'ler girdi araya… unutturmak için… ı-ıhh… olmadı…

İki kişiye dar gelen Antakya sokaklarını…
uçsuz bucaksız… gündöndü… mısır-pamuk tarlalarını…
saklı yerleri...
yağmurları… saçak altlarını…
tersine akan Asi'yi hiç mi hiç unutmadık…
toprağına ayak basanlarımız oldu… esen rüzgardan o, toprağın kokusunu duymayı medet umanlarımız
mutfağında yemek pişen… avlusunda nane kurutulan, yün çırpılan… hayatın ta kendisinden olan Kozcuoğlu Çiftliğini hiç unutmadık…
unutmayacağız…

Bir kez daha garip bir mutlulukla... emeği geçen herkese teşekkür ettim… sessizce…
ve Asi adına yapılan tüm çalışmalarda emeği geçenlere yürek dolusu sevgiler gönderdim… ömrünüze bereket diye…

*naile*, Sohbet Köşesi,  20 Haziran 2012

Görsel; (E)



25 Haziran 2012 Pazartesi

Murat Yıldırım Sırbistan Tash TV'de

Bu aralar peş peşe güzellikler yakalıyoruz "Asi" ile ilgili.  Yurtdışında seyredildikçe akisleri yüreklerimize kadar vuruyor. 

S&T Lifestyle'dan  keyifli bir alıntı
Sırbıstan’ın Tash TV kanalında yayınlanan “Asi” dizisinin final bölümü öncesi TV kanalı İstanbul’da Murat Yıldırm ile yaptığı söyleşiyi yayınladı”
15 dakikalık bir Asi söyleşisi izleme keyfini bize verdiği için Murat Yıldırım’a ve Tash TV'ye çok teşekkür ederiz.

Keyifli seyirler...






22 Haziran 2012 Cuma

Murat Yıldırım, Sırbistan Asi Final fragmanında...

Sevgili Murat Yıldırım,  Sırbistan'da yayınlanmakta olan Asi'nin final tanıtım fragmanında yer aldı.


Haberi bize ulaştıran sevgili GÖNÜLCE ve tabi ki S&T Lifestyle... teşekkürler.

                                   









15 Haziran 2012 Cuma

Sn. Nail Yurtsever & Sn. Eylem Aktaş

Sayın Nail Yurtsever

Gönüllerimize Asi Dizisi müzikleriyle taht kuran müzik insanı... Bu sene bizi, bir başka projesinden gelen 'En İyi Dizi Müziği' Altın Kelebek ödülüyle sevindirdi. Başarılarının devamını diliyoruz. 


Asi Dizisi müziklerinden bahsedipte 
Sayın Eylem Aktaş'ı 
anmadan geçebilir miyiz? 
O berrak sesiyle bizlere sevdirdiği asi sözleri... 
hepsi birbirinden anlamlı asi güfteleri onun sesinden dinlemek ayrı bir keyifti. 

Kendisi'nin resmi web sitesini, linkini sayfamıza almak için ziyaret ettiğimde bakın ne karşıladı beni orada. Bizler için zor zamanlar demek olan Alili bölümler. 29. Bölüm... Ali bir telefon görüşmesiyle Demir'i ekarte edip Asi ile yalnız yemek yeme fırsatı yakalıyor. Bir tekne güvertesinde hazırlattığı akşam yemeğine Asi'yi götürürken radyoda dinledikleri bir müzik var... bir kublesi ulaşıyor kulaklarımıza,

                                                            Ben kime bağlanmışım
                                                            Ağlıyorum gizlice


Ali bu parçanın Asi'yi etkilediğini ve durgunlaştırdığını düşünerek değiştirmeyi öneriyor. Asi müdahale ediyor... 'Kalabilir mi?"

Sevgili Tuba Büyüküstün, Asi'den sonraki projesi olan Gönülçelen'de 'Hasret' karakteri olarak bu parçayı söyledi.  Bu ilginç tesadüf beni her nedense çok hüzünlendirmişti...
                                               http://www.eylemaktas.com/ 



Hasret

O gözler bana
Eskisinden yabancı
İçimdeki bu sevda
Hiç dinmeyen bir acı
Ruhumun kederinden
Gözlerim yaşla doldu
Ağlıyorum derdimden
Bana bilmem ne oldu

En candan arkadaşım
Ruhumu saran gece
Ben kime bağlanmışım
Ağlıyorum gizlice
Kimsesiz sararmışım
Derdime şifa verin
Kalbimdeki yaralar
Daha, çok daha derin

Asi mayası...

Ben, Nasreddin Hoca’nın kaşığıyla çalınır bilirdim o maya. Göle yoğurt mayası çalıp, koca gölü yoğurda çevirmek olsa olsa bir Nasreddin Hoca fıkrasıdır sanırdım.

Değilmiş. Anladım. Birkaç sene oluyor.

Her maya, gölü yoğurdu çevirmek için çalınmaz. Her şeyin mayası başka başkadır. Yoğurt mayası en bilindik maya olsa da ekmek mayası gibi bir maya daha varmış. Nasıl doyurucu, nasıl besleyici. Her yere aynı anda çalınan bir maya. Bir şehirde günken bir şehirde gece olsa da fark etmez; tam o anda çalınan bir maya. Hem de müzik çalarak çalınan bir maya.  Her kentte her kıtada her bu mayaya hasret gönülde hiç ikiletmeden tutan maya.

Mayanın  çalınması, bir şarkının çalmasıyla başladı. Bir nota duyduk. Nota. Müzik kokan. Derinden. “Gel de kulak verme” dedirten. Ardından bir nota daha.  Sonra bir yenisi.  “Nasıl bir müzik bu böyle” deyip başlarımız notanın geldiği yöne döndü, ekrana çevrildi haberleri izlemeyi beklerken. Haberleri izlemeyi beklerken yakında başlayacak bir diziden haberimiz oldu. Haberi filan unuttum ben o anda.

Hep diziler vardı oysa televizyonda o güne dek. En görkemli evlerde, varaklı dekorlarda, ışıltılı salonlarda, şıkır şıkır giysiler içinde. Bizim bir nota ile başımızı çevirdiğimiz tanıtım, lastik çizmeler giymiş, asırlık bir çiftlikte okumuşluğu yazmışlığından önce çiftçiliği gelen bir kız ve ailesini gösteriyordu. Mısır koçanlarının arasında gezinen bir kız gördüm ilk. Çiftçi ruhum depreşti.

Geniş bir aileydi asırlık çiftlik evindekiler. Ben çok severim, giderek küçülen aileler olmakta olduğumuz şu sıralarda kıymetini daha bir anladığım, çocukluğumda hep içinde olduğum gibi geniş aileleri.
Dede de vardı ailede; kardeşler de. Kahya da vardı; kahyanın karısı Fatma Anne derler bir ellerinden dolma yenilesi kadın da. Yemeğin en zorunun piştiği, tefriş salonlarını andırmayan bir mutfağı vardı ki pişen her yemeğin kokusunu duyar gibi olurdum.  Her şeyin vaktiyle alınıp oraya, raflara konulduğu ve sofraya kim bilir kaç senedir gelip gitmekte olduğu, kullanılmışlığı apaçık ortada eşyalarla dolu bir mutfağı vardı. Bakır kaplı kacaklı.

Hepsi birbirine benzeyen herhangi bir salondaki koca televizyona gözlerini kırpmadan bakarak birbiriyle hiç konuşmadan bir dizi, o bitince bir dizi daha, sonra bir yarışma izleyen bir aile değildi o asırlık çiftlik evindekiler. Yer karoları en güzelinden desenlerle bezenmiş bir genç kız odasında eski bir karyolanın pirinç başlığına dayanıp oturan,  ortancanın ya da en küçük kız kardeşin ablalarının kendi aralarında fısır fısır neler konuştuğunu öğrenebilmek için türlü şaklabanlık yaptığı;  ama her defasında kendi odalarına savuşturulduğu çiftlik gecelerindeki içli kız kardeş dertleşmelerini sevdik. Yürekten konuşmaları nasıl da özlediğimizi gördük, giderek tek kalmaya alıştığımız koca metropol yaşantısı içinde. Biz konuşmuş gibi olduk onlar bloksuz bir hayatın içinde konuşurken yüksek bloklardaki evlerimizde. Artık her biri hayli uzak yerlerdeki yakınlarımızın uzaklıklarını her gün daha bir duyumsarken hala aynı çatı altında, aynı küçük bir kentte birbirine bu kadar yakın olabilmiş kardeşliğin yanında bir de sırdaş, arkadaş olan kardeşliği sevdik.

Lameler, ruganlar, şık tuvaletler ne gezer çiftlikte. Has deriden, gönden çizmeler, tarla sulamasında giyilen lastik çizmeler, rüzgarda isyan eden ASİ saçları derleyip toplamak için oyalı yemeniler vardı üstte başta.
Bunlar çok önemliydi. Çünkü zaten bunlar vardı Anadolu’da. Bir çiftlikte. Kırlık yerlerde.  Her şey olması gerektiği gibiydi neredeyse. Gösterişsiz; ama o ne görkem, doğal, gerçeklik duygusunu okşayan. Olması gerektiği gibi olmak bazen en zoru. Ama bu zor,  orada kolaylıkla oluvermişti.

Tarlalar yakaladı beni, ilk notada. Reyhanlı yakınlarında olduğunu ve Fransızlar tarafından yapıldığını duyduğum taş duvarlı, çiftlik evi mimarili o ev yakaladı. Çiftlik evine özgü mimarisiyle, ahırıyla, traktörüyle, kazıyla, ördeğiyle, tavuğuyla ve yağız atıyla o çiftlik evi yakaladı.

Ve elbette tertemiz bir sevda. Öznesi sadece iki kişilik. Demirden, çelikten. Ama bazen de camdan. Cam dedikse kırılmaz; ama kırılacakmış gibi görünür.

Doğanın en görkemlisi, mimarinin hangisine bakılacağı şaşırtanı, kültürün çeşit çeşidi, yemeğin otlusu, etlisi, sıcağı, soğuğu; ama ille de Hatay mutfağı olanı oradaydı.

Tiril tiril giysiler, moda dergisindekilere hiç benzemiyordu. Basmadan, pazenden ketenden. Çiçekli hem de. Uçuşuveren. Bir çiftlik kızı, moda dergisindekiler gibi giyinmez.  Saçlara maşanın nasıl da yakıştığını gördük her defasında. Gön çantanın çapraz takılanını.

Mobilyanın masifi ve de oymalısıydı oradakiler.  Eskisi. O kadar eskisi ki kim bilir kaç kez cilalanmış bir marangoz atölyesinde. Kaç kez tamir görmüş kırılan kapağı, kilidi, kolçağı. Yaşanmışlık sinmiş üstlerine. Şimdiki kuşak, onların üstüne otururken “Bu topraklar 300 yıldır bizim” derken, babalarının, dedelerinin oturduğu koltukta oturarak diyordu belki de bunu. Bu bence hayatın en büyük lüksü. Bunu diyebilecek kaç kişi var ki? Onlar diyenlerdendi.

Babalarının,  dedelerinin ektiği, biçtiği, doyduğu, suladığı topraklarda aynı eller değilse bile aynı aileden eller hasat yapıyordu. Bazen hasat için yağmur duaları da yapılıyordu. Bir çiftlik ve çiftçilik temalı dizide yağmur duası olmazsa olmaz. Hayatta yağmur duası hep oluyorsa, dizide olmazsa hayatın bir yönü eksik kalır.

Sabun şenlikleri de eksik kalmamıştı dizimizde. Orada bu şenlikler yapılıyorsa dizide de olacaktı. Oldu da zaten Hatay hayatının içinde hep olduğu gibi.

Maya buydu işte. Doğallık, kültür, aile bağları, tiril tiril giysiler ki çiçekli basmadan. Lastik çizmeler.
O maya öyle bir tutmuş ki seyirci gölünde, öyle böyle değil. Değil göl, denizler, okyanuslar aşıp mayalamış kimleri kimleri. Birbirini hiç tanımayan, bir havaalanında, tren garında, otobüs terminalinde bile karşılaşma ihtimalleri olamayan insanları. Hepsinin adları ayrı, işleri ayrı, zevkleri ayrı insanları. O ayrılıklar bir kısacık kelimede mayalanmış. ASİ. Önce bir ters akan nehir sonra bir göl sonra bir derya olmuş Asi mayası çalınmış her yer.”

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 11.06.2012


İmza ve Avatar takımı (C) YASEMIN.Ö 'ye ait. 
Alıntı tarihi 14.06.10 

10 Haziran 2012 Pazar

Asi Yunanistan TVBox magazin dergisinde kapak

Yunanistan TV Box Magazin 2-8 Haziran 2012 sayısı Asi'yi kapak yapmış. Dergi içinde de 3 bütün sayfa Asi'ye ayrılmış.

asigreekfanclub alıntılarını,  marel'in  2 Haziran 2012, muratyildirimfanclub iletisinden taşıyorum sayfamıza...








Derginin kapak hikayesini anlatan iç sayfaları birleştirilmiş halde...





4 Haziran 2012 Pazartesi

Taş & Demir & Asi

Sevgili Acemi Demirci'nin Hatay Resimleri ve notları...
6 Mayıs 2012


Gezi için değildi Hatay'a gidişim. Günün önemli bir kısmında da Hatay'ın biraz dışında olacaktım. Harıl harıl bir halde. Son gün belki bize biraz vakit kalacaktı. Mayıs ayının bu güzel sürprizi ile Hatay'a ikinci kez gitme şansı buldum. Hatay yağışlıydı. Bence eski bir dostu, beni gördüğü için sevinç gözyaşı dökerken özlediği bir çiftlik evi ailesinin de ardından ağlar gibiydi. Çok gezemedim; adamakıllı dolaşamadım. Vakit yetmedi. Ama bu kadarcık bir özlem giderme bile bana fazlasıyla yetti.
 — Hatay'a iner inmez göremedim elbette Asi Nehri'ni. Ama öyle izler bırakmış ki havaalanı çevresinde; önce izlerini gözrdüm. Yukardan görüntüsünü saymazsak tabii.



Asi dizisinin beni nasıl yakaladığının öyküsünü, her bir fotoğraftaki kupkuru, dümdüz, sakil, özensiz, işçiliksiz olmayan; her biri bir sanat parçası olan bu detaylar ne güzel anlatıyor.


Şimdi neden pencereler ile ilgili bir yazı yazıp onunla da yarışa katıldığım daha iyi anlaşılmıyor mu? Hatay'ın pencerleri nasıl farklı, nasıl güzel. Dantel gibi işlenmiş taşlar, demirler ile kent, sanki bir müze.


Sardunyalı pencereler. Hani yazmıştım ya bu pencereleri. Bunlar Hatay'da.


Sardunyalı balkonlar ve balkon pencereleri.


Dışı böylesine güzel yapıların içleri de böyle güzel. Böyle zevkli. Böyle özenli. 
Ne kupkuru ne sıradan ne de baştan savma.


Yine benim sardunyalı pencerelerimden. İçerden dışarı bakılırken bu kez.


Karolar o kadar güzel ki.


Balkonlar, pencereler, kemerler. 
Avluya bakan balkonlu eskiden ev yenilerde ağırlama amaçlı  yapılar.


Dışı bir başka güzel yapıların içi bir başka. Aynı olan şey, her ikisi de çok güzel, çok incelikli, çok işçilikli, dışardan içeri girmeyi isteten; içerde de oturmaktan, yaşamaktan zevk duyurtan görüntüde.


Vitrinler, raflar da apayrı güzellikte burada. Eski, her yerde. Eskimemiş eskiler yani.


O eski evlerde bugün de hayat sürüyor, yaşanılıyor.


Eve, böyle bir kapıdan girmek nasıldı acaba?


Onlar için yazı da yazdığım hiç bir pencerenin güzelliğini ıskalamamaya çalıştım.


Künefenin hası, közde pişeniymiş. Uzun süreliğine turla gittiğimiz ilk Hatay gezimizde, şehrin merkezinde, bilindik bir künefecide, gaz üzerinde pişen künefeden yemiş ve "bu tadın neyinin bunca büyütüldüğünü" çok merak etmiştik. 
Bu kez, Uzun Çarşı'da, çınar ağacı altında, sülünleri seyrederek biraz da geç bir vakitte yedik. 
Bu tad anlat anlat bitmez.


Közde pişmiş künefelerimizi, çınar ağacına raptedilmiş kafeslerindeki sülünleri seyrederek yedik.

Önce Adana'ya gitmiştik. Daha uçaktan iner inmez şiddetli bir yağmurla karşılaştık. Zaten inişimiz de bu yüzden biraz yürek hoplattı. Havada da bulutlar bizi biraz salladı. Adana, sıcağın hükümran olduğu bir yer bilirdim. Oysa hava çok soğuktu. Üşüdük, ıslandık. Rüzgarda bayağı üşüdük. Yağmur, Adana'dan Hatay'a gidene kadar jipin camlarını yıkadı. Belen'de konaklayıp, Belen tavası yedik. Orada restoranlarda bir adet var. Sıcak havalı yere gelip de hazırlıksız yakalanıp üşüyenlere polar şallar veriliyor. Şallara sarınıp yedik Belen tavalarını. Yağmur hep yağdı. Hava hep yağmur bulutlarıyla kaplı ve kapalıydı. Şaka gibi ama ben ve aynı görevle oraya gittiğimiz diğer arkadaşlarım Adana ve Hatay'da ıslandık ve üşüdük. Sadace son gün Hatay'da hava biraz açtı. Gezebildik.


Hatay'ın kapısını en kısa zamanda yine çalmayı diliyorum. Belki sonbaharda. Eylül ya da Ekim gibi. 
Yanımda tüm Asiseverler ile.


Bu pencere ve demirleri bana çok tanıdık. Kapadokya'daki anneannem ve babaannemin evleri böyle taştan ve aynen bu demirlerle korunmuş pencereliydi. Çocukluğumda o pencerelerin ucu dantelli, kanaviçe işlemeli patiska perdelerinin ardından baktığım günler geldi aklıma. Mangalda dedeme kahve pişirişim.


Burada her şey kendine has. Minareler de. Ahşap işlemelerle bezenmiş.


Dışı bir başka güzel içleri bir başka güzel eskilerin bir mimari usluba sahip yapılarından birinin çok eskiden her apartmanın merdivenlerinin kaplı olduğu mozaikten merdivenleri.Kibrit kutusu mimarili, atık süt kaplarından kapılı binalarının yanında ne kadar doğal, sıcak ve içten.. İnsanlar, hayatlarını nasıl bir güzelliğin, özenin, el emeği ve göz nurunun harcandığı yapılarda geçirmişler bir vakitler. Teknoloji öncesi mi desek o vakitlere? Acaba o zamanlar oralarda geçirdikleri zamanın değerini biliyorlar mıydı?


Vitrinler, raflar bambaşka. "Özgün, yerel, kendine has" sözcüklerinin, kavramlarının Hatay'da sık rastlanır olduğunu hemen anlıyor insan.


Adalı Konağı. Mado burada. Sevgili Asisever minikkulak için özellikle çektim bu resmi. Çok şükür yıkılmamış, ayakta bu eski konak. Ancak yolun karşısındaki binada sanırım restarosyon var. Oranın içi yıkılmış. Binası duruyor. Hatay'da pek çok restorayona alınmış bina hatta bir sokak gördüm. Çok sevindim.




Tam da Savon Otel'de biraz konaklayıp, zonklayan ayaklarımızı dinlendirdikten sonra otelimize dönmüş, saat 07:00'de kalkacak uçağa yetişmek için saat sabahın 04:30'unda kalkacağımızı bile bile ne tesadüf ki televizyonu açar açmaz karşıma Hatay ve Savon Otel çıkınca uykulu gözlerle seyrettim uzun mu uzun programı. Bu otel eski bir hanmış. Eski resimlerinde kupkuru duvarlar ve ortada bir geniş alan var. Fark, hemen farkediliyor dün ile bugün arasında. Avlu kültürünü bugün çok güzel yansıtıyor bu yapı.








Nur Sürer...

Sevgili Nur Sürer, Diyarbakır'da çekilen 'Sultan' dizisiyle seyircilerinin karşısında. dizifilm.com da rastladığım yazınının linkini getirdim ilgilenen dostlarımız için...
Nur Sürer: Töre, ağalar, kadına şiddet, silah... Tüm bunlardan oldukça uzak, sıradan hayatlar yaşayan mizah yüklü iki ailenin öyküsünü anlatıyoruz. Bu anlatımın odak noktasında da kadın var. Bizim hikâyemizin sihri, kadınlar.



1 Haziran 2012 Cuma

Asi Yunanistan'da yayına başlıyor


Dizifilm.com'dan bir yorum Yunanistan'dan 'Asi' haberler getiriyor bize...
"Tam tersi dünyanın çoğu yerinde esti geçti,birilerinin yüreklerini vurup duruyor Asi'nin dalgaları..hala.."

TUBASİ arkadaşımızın bu güzel cümlesinin altına minik bi haberde ben vermek istedim..Asi 6 Hazirandan itibaren Yunan kanallarında yayınlanmaya başlıyor..Tanıtım fragmanı bile şimdiden izlenme rekoru kırıp buralarda büyük bi yankı uyandırdı..Yunanistanda da efsane olma yolunda ilerliyor dizimiz diyebiliriz..Diğer ülkeler dizimizin kıymetini biliyor..Muhteşem etkileyici bi fragman hazırlanmış..Tebrik etmek gerek..

Asi ve Demir karakterleri hakkında yapılan yorumlara göz gezdirdim de, sonuna kadar katılıyorum..Evet, Demir karakteri ekranlarda ki sıradan klişe karakterlerden biri olsaydı belki bikaç ay içinde unutulabilirdi fakat öyle olmadığı için hala aklımızda..

Asi bir diziden çok daha fazlası,bi efsane..

Sevgiler...
Arzu!!, dizifilm.com , 1 Haziran 2012


Yunanistan Tanıtım Fragmanı