28 Ağustos 2011 Pazar

Yosun Gözlü Oyuncu


-Tuba Büyüküstün İstanbul doğumlu ve 29 yaşında. Yengeç burcu. Annesi banka memuruydu ve emekli oldu. Babasıysa elektronik mühendisi. Tek çocuk olan Büyüküstün, anne ve babası hep çalıştığı için küçük yaşlardan itibaren kendi kendine yetmeyi öğrendi.

- İstanbul Özel Doğuş Okulları’nda okudu. Genetik bilimci olmak istiyordu. Lise üçüncü sınıfta güzel sanatlar okumaya karar verdi. Mimar Sinan Üniversitesi’nde sahne, dekor, kostüm tasarımlarını kazandı ve mezun oldu.

- Tesadüfen tanıştığı Gaye Sökmen’le çalışmaya başladı ve reklam filmlerinde rol aldı. Bu sayede yönetmen Tomris Giritlioğlu tarafından keşfedildi. 2003’de ‘Sultan Makamı’ adlı dizide kısa süre oynadıktan bir yıl sonra esas çıkışını ‘Çemberimde Gül Oya’da canlandırdığı Zarife rolüyle yaşadı. Cemal Şan’ın yönettiği ‘Gülizar’ adlı televizyon filminde Şevket Çoruh ve Yetkin Dikinciler’le başrolleri paylaştı.

- Ardından 2005 ve 2007 yılları arasında ‘Ihlamurlar Altında’ adlı dizide Bülent İnal ve Sinan Tuzcu ile başrolleri paylaştı. Bunu Hatay’da çekilen ‘Asi’ dizisi ve geçen sezon ekrana veda eden ‘Gönülçelen’ takip etti.

- Büyüküstün sinemada da kariyer yapmaya kararlı. Çağan Irmak’ın yönettiği ‘Babam ve Oğlum’ filminden sonra ‘Sınav’ isimli filmde rol aldı. 2010’da Müslüman bir kızla Hıristiyan bir gencin aşkını konu alan ‘Yüreğine Sor’ filminde başrol oynadı.

- Birçok markanın reklam yüzü oldu. Türkiye’nin en güzel kadınları arasına girdi. Beren Saat’le kıyaslandı. Ortadoğu’nun yıldızlarından oldu. Hayranları tarafından yosun gözlü ve duru güzel gibi lakaplarla anılıyor.

- Onlarca fan sitesi var. Hatta bu siteler arasında bile gerçek hayran hangi sitenin üyeleri diye tartışmalar çıkabiliyor.

- Eşi Onur Saylak’la dört yıl önce ‘Asi’ dizisinin setinde tanıştı. İkili, ‘Gönülçelen’ dizisinde de birlikte rol aldı. Büyüküstün ve Saylak’ın Paris’teki Türkiye Başkonsolosluğu’nda geçen ayın sonunda nikahları kıyıldı. Törene çiftin ailesi ve çok yakın arkadaşları katıldı. Evlendiğinde iki aylık hamile olan Büyüküstün ikiz bebek bekliyor.

- Gelinliği siyah kuşakla dikkat çekti. Büyüküstün’ün siyah kuşağı son iki sezondur yurtdışında çok moda olduğu için tercih ettiği söylendi.

- ‘Gönülçelen’ diziniz geçen sezon sona erdi. Yeni projeleriniz var mı?
- Hayır, çünkü 2004’ten beri hiç ara vermeden çalıştım ve kendimi toparlamam, tazelemem gerektiğini düşünüyorum. Zaten bir sezon kadar ara vermeyi planlıyordum. Hayat ne getirir bilmiyorum ama bu sezon yeni bir projede yer almayı düşünmüyorum.

- Genelde hep aşk konulu işlerde yer aldınız. Bundan sonra farklı rollerde oynamak ister miydiniz?
- Aşk hayatın içinde... Dolayısıyla aşkı bir tarafa atmak gibi bir şey mümkün değil. Nasıl bir rol olursa olsun hikâyenin içinde hep aşk var. Olabildiğince birbirinden farklı karakterler seçmeye çalıştım, bundan sonra da öyle yapacağım.

- Türkiye dışında Ortadoğu’da da hayranlarınız çok. Onlarla ilişkiniz nasıl?
- Ortadoğu’ya için yabancı bir ünlüyüm, sonuçta... Türkiye benim anavatanım. Burada insanlar sokakta beni görmeye alışık ama orada beni gördüklerinde çok şaşırıyorlar ve buradan çok daha fazla ilgi gösteriyorlar.

- Evlendiniz. Şimdi hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
- Bu kadar çalıştıktan ve hareketli bir yedi sene geçirdikten sonra şu an durma, tazelenme ve yenilenme dönemi yaşıyorum.

- Hayat mottonuz nedir?
- Hayatta her şey mümkün. İnsanız ve her an her şeyi yaşayabiliriz. Dolayısıyla hayatı kalıplar içine hapsetmenin işimizi zorlaştıracağını düşünüyorum.

- Hep sakin bir duruşunuz var. Sizi neler kızdırır?
- İnsanların benim alanıma izinsiz girmeye çalışmaları beni gerçekten kızdırıyor.

Hakan Gence, Hürriyet, Kelebek, 28 Ağustos 2011
http://www.hurriyet.com.tr/magazin/magazinhatti/18594906.asp


27 Ağustos 2011 Cumartesi

Yıllar aktıkça...

Bir kere de izlesen aynı bin kere de. Belki bin biri bulanlar olmuştur daha ben ikileyemedim bile.

Birkaç yıl önce, haftada sadece bir kere, haftanın tek bir gününde yalnızca saat 20:00-22:00 arasında Hatay’da bir çiftliği, tarlalarını, yaşayanlarını, geleneklerini, doğallığı, naifliği izlemekle yol bulmuş; yıllar aktıkça akacak bir kapılış.

Üstelik üstünden birkaç yıl da geçti. Bölümleri indirmiş ve istediğinde, özledikçe izleyenlere öykünmüyor değilim. Değilim ama hala elim değmedi o işlere. Foton devri dedikleri doğru galiba. Bir gün yirmi dört saatte geçmiyor gibi. On altı saatte geçiyor sanki. Yoksa hiç indirmez miydim ben onların yetmiş birini de yetmiş bir defa... Ellerim hep tuşlarda. Kah bura konularına kah “olur a bir gün bir işe yararsa” diye başka başka yazılara, öykülere değiyor.

ASİ bu akar, akarken de akıtır. Bizi de sürükler önünde. Selin önündeyiz. Selin önündeki kütükler bile bir yerlere takılı kalır ama biz ne dal tutarız ne ağaca sarılırız. Akarız Asi ile. Zaten kütük de değiliz. O bir teşbihti.

Öyle iyi anladım ki ASİ’nin ters aktığını. Güya bitti dizimiz. Ama biz dizinin hala tam içindeyiz. Göbeğinde. Hatay güneşinin altında. Çatlamış toprağın üzerinde. Çiftliğin palmiyelerle gölgelenmiş yolunda. Künefe kokan, Hatay yemekleri kokan rafları işlemeli örtülerle kaplanmış mutfağında. Esintili terasında. Düşman ailelerin hepsinin de evlerinde. Koyunların ağılında. Atların nal izlerinin peşinde. Taş evlerin köhnememiş ama eskidikçe dirilmiş avlularında. Çay masalarında çiftlik bahçelerinde ceviz ağacı altına kurulmuş. Lastik çizmelerden halılara dökülen çamurlarda. Sulama kanallarının yanı başında.

Hala en sevdiklerimizin tam ortasında Hatay, Kozcuoğlu çiftliği, sabun şölenleri, lastik çizmeli kızla komşu çiftliğin oğlunun aşkı. Evin her bir bireyi, oranın her aşkı taptaze aklımızda. Sevdaların külleneni de, alev alev yananı da. Ne yangınmış o sevdalar. Ne Asi Nehri’nin bulanık suları söndürebildi hani o ters akan çılgın nehir ne de geçen yıllar.

Bir kere izledim ASİ’yi. Sadece bir kere. O da yetti. Binlerce sayfaya bedel, yüz binlerce sözcüğe denk oldu. Yüz binlercesi de yolda.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 24.08.2011


CaNaN

Bir yaşam ki;

Ayaklar toprağa değerek. Tarlada sabahlayıp, otların içine dalarak. .Toprağın kokusunu duyarak büyümüşlerin yaşamı. Toprağı avuçlamışların, toprağa kazma vurmuşların, bel yapmışların yaşamı. Nasırlı ellerin, terli alınların, çatlamış avuçların öykülerinden oluşur orada yaşam. Asi kenarında. Asi akarken yaşamlar da akar. Asi tersine akar. Bazen yaşamlar da.

Kazmalar toprağa da vurulur taşlara da. Taşlar güzellik katar orada hayata. Ev olarak, mimarinin yapı taşı olarak. Sanata dönüştürür ortalığı. Orada toprakla uğraşılır, taş evlerde yaşanır. Taşlarının üstü toprağın bitkileriyle, çiçekleriyle desenlenmiştir.

Ekim mevsiminde geceyi gündüze katarak geçer hayat orada. Hasatta gülmesi beklenen yüzler gülmez bazen.

Bir çiftlik ki tablosu yapılası. Gündüzü ayrı havalı gecesi ay ışıklı. Mutfağında pişen yemekler özgün. Ora bura mutfağı, yemeği değil yani o mutfağın kokuları. Doğrudan Hatay mutfağı. Künefesi de kokar mis gibi, tereyağında pişen yemekleri de. Ama hepsi de zahmetli. Hem de nasıl lezzetli.

Sadece tohumlar yeşermez o çiftlik avlusunda. O çiftlik evinde. O komşu tarlalarda. Sevdalar da yeşerir. Kinler de. Garezler de. Duygu bolluğu hasat edilir oralarda. Her türlüsünden. Ama hepsi de ağlatır. Sonu güldüren de olmaz değil. Onlar evlerinde gülerken biz de güleriz evlerimizden.

Öyle sevdalar ki. Ne unutulur ne unutturur. Kardeş sevgisi de vardır sevdalardan ayrı. Naif yüreklerde, çetrefilleşmemiş düşüncelerde, tek bir yörede yoğrulmuş kişiliklerde büyür büyür destan olur sevdalar. Nedense hep düşmanların kalbine düşer aşk ateşi. Nedense düşman aile çocukları sever birbirini.

Neyse ki düşmanlık sevgiye yenilir de sevgi kazanır. ASİ, sever de sevdirir de.

Acemi Demirci,Sohbet Köşesi, 22.08.2011


MERVE61

23 Ağustos 2011 Salı

Çiftçi kız olmak...

Hepimizin içinde bir çiftçi kız var artık değil mi?

Yollarda tarlalarda çalışan insanlarımızı görünce içiniz mutlaka cız ediyordur. Eminim. Toprak konusuna kafanızı fazla yoruyorsunuzdur eminim. Hele toprakla ilgili yüzlerce geleneklerin olduğu konusuna ise fazla hassasiyet gösteriyorsunuz artık. Biliyorum.

Benim o çiftçi kız ruhum bugün öğleye kadar uyuma dedi. Sabah ezanı okurken bir traktörün arkasına bin dedi. Sen gözlerini açmaya çalışırken yanındakiler yeni uyanmış capcanlı gözleriyle dimdik olacaklar dedi.

Yıllardır her yaz bağ evine geliriz. Benim açımdan epey sıkıntılı olup, kaçmak için (başarırım da) elimden geleni yaparım. Yaz sıcağının doruklaştığı zamanlarda işte çaresizlikten boyun eğerim.

Bu sefer erkenden uyandım. Yüzüme kaç kere su fırlattım hatırlamıyorum ama asi kadar inatlaştım, uykumla tabi. Bir traktörün arkasına bindirildim. Bütün organlarım birbirine girmiş gibi his olsa da traktörün o zangırtısıyla söylenen türküler birbirine karışırken kendimi çok mutlu hissettim. Türkülerden biri 'bir dalda iki kiraz'dı… O an uyandım. Eşlik ettiğimde köylü de bana artık yabancı gözüyle bakmıyordu.

Bana önce kolay gibi görünen fasulye toplama gününün sonunda ellerim şimdi bana yabancı geliyor.

Benle aynı yaşta olan kızların gözlerinin kenarlarındaki kırışıklığı ,o büyümüşlüğü de şimdi anlıyorum…

Çiftçi kızı olmak kolay değilmiş…

Ve Asi kadar toprağı sevmek de kolay değilmiş…

Sırtımda derin bir ağrı varken bile mutluyum. Islak toprağı elime alıp burnuma götürdüğümde Asi'yi anlıyor oldum.

Bir kere daha mı?

Evet. Giderim.

En çok da hayatımın ne kadar değerli olduğunu anlamak için giderim.
TUBASİ, Sohbet köşesi, 22 Ağustos 2011


MERVE61

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Geçmişin ayak sesleri...

Şimdi sizleri okurken düşündüm yine, o güzel yazılar düşündürdü beni...
Asi’yi neden sevdik biz?
Çünkü Asi bizdik, normal insanlar, daha İstanbul’u bile görmemişti Asi, Defne öyle demişti.
Defne’de görmemişti, gördükleri en büyük şehir Adana’ydı, orada okumuşlardı.
Dizide köşkler, zengin giysiler, pahalı arabalar yoktu, normal yaşamlar vardı.
İngiltere’de toprağı olanlara Lord diyorlardı ama Antakya’da Lordlar parasızlık kıskacında ailesini ayakta tutabilmek için çaba sarfediyordu.
Hepimizin başına gelen ya da gelebilecek olan durumlar.
Asi’de abartı yoktu, lastik çizme uzun etek vardı. Ne çok kızardık Asi’ni çizmelerine… onlar düğünlere yemeklere bile normal kıyafetle giderlerdi.
Gökyüzünün altında olmak vadideki geçmiş uygarlıkların ayak seslerini dinlemek belki de en büyük kazançlarıydı.
Onlar küçük şehrin büyük insanlarıydılar… hepsini nasıl bulmuş Tomris Hanım, bu kadar mı uyar insan rolüne… belki de rol bile yapmadılar…
Antakya’nın büyülü atmosferinde kendilerini asi demir neriman ihsan defne fatma süheyla kabul ettiler.
Ben gittim geçen sene hepsi oradaydılar… işlerinin başında… yine gideceğim, mutlaka orada olacaklar, onları dar Antakya sokaklarında göreceğim biliyorum.

Üzüldüğüm bir haberim var, yönetim Antakya’nın adını silmek için çaba içinde… gazetelere bile yansıyan bir durum… Antakya adı kullanılmadan sadece merkez ilçe deniyormuş, ne acı ki Antakya büyük bir uygarlığın, ‘Komegena’... büyük bir dinin, Hıristiyanlık’ın en önemli merkezidir. Bütün medeniyetlerin kavşak noktasıdır… Antakya’nın unutulmasına izin vermeyelim.
Hatay vilayetin adıdır ama Antakya her şeyi ile gerçekliktir.
Eğer Asi ve Antakya olmasaydı bu dizi bu kadar muhteşem olmazdı… eğer bir gün gidebilirsek Antakya’ya siz de o duyguyu hissedeceksiniz… biriciklerimizde orada olacaklar.
Daha öncede yazdığım gibi Komegena kralları gibi sonsuz bir sükünet içinde bizi bekliyor olacaklar.


minikkulak, Sohbet Köşesi, 17 Ağustos 2011



xxdxx

Önümüzde bitiveren destan...

Destanları hep eskilerde kalmış bilirdim. Tarih öncesi denilen dönemlerin hikayeleri olarak. Mitleşmiş yaşantılardı onlar evvelce olmuş bitmiş… Herkesin torununa anlatmayı sevdiği ilk şeyler olarak bellemiştik destanları. Bir daha yazılmaz, yazan çıkmaz sanırdım.

Her akla kazınan kahramanları olan büyülü öykülerdir onlar. Ama ille de eskilerde olmuştur, geçmiştir. İlle de mitolojiktir, antik çağlara dayanır. Ya da daha yeni olanları olsa da onlar bile binlerce, yüzlerce yıllar öncesinin hadiseleridir. Aşklarıdır. Onlar dinlenir ama onlara tanık olunmaz. Sadece dinlenir bilmiştik. Bir Truva aşkı olabilir miydi bu çağda?

Öyle değilmiş işin aslı. Bir gün gelir gözümüzün önünde bitiverirmiş bir destan. Başlar, dallanır budaklanır ve hatta sonlanırmış. 71 hafta masalı olurmuş uykudan önce yetişkinlerin, çocuklarına masal anlatan büyüklerin. Kaç kere yetmiş bir bin kez anlatılmak üzere.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 17.08.2011


FloRa

21 Ağustos 2011 Pazar

Akdeniz'de başlayan masal...

Ege yolları Akdeniz yollarını andırır. Akdeniz’in inciri, narı, limon ağaçları Ege’de de aynıdır Akdeniz’de de. İzmir’de daha çok limon yetişir. Yaprağı burcu gibi, mis gibi kokan Çeşme limonu dikilidir bahçelerde portakaldan, mandalinadan ziyade. Kimileyin bahçelerdedir narenciyeler kimileyin yol boylarında. Ha Ege’de ha Akdeniz’de nerede olsa yetişir onlar; ama o iklimde yetişirler. Aynı yapraklı ağaçlar aynı renkteki meyvelerini verirler ha güney olmuş ha batı olmuş aldırmadan.

Akdeniz’de sedir ağaçları uzanır tek tük; Ege’de ardıç. Ege dediysek, İzmir civarı. Çeşme.

Ne kuşlar öter o ağaçlarda, ne kuşlar. En son nefti mavi tüylerle kaplı kanatlısını gördüm. Göçmen olmalılar. Bu sene oralarda konaklamışlar anlaşılan. Daha önceki yıllarda gördüğüm kırmızı siyah kuşları görmeyeli çok oldu.

Kumrular fıstık çamında gezmeyi çok sever. Ardıçtan kalkar zeytine konarlar.

Sığırcıklar ağaç diplerini deşerler zıplaya döne. Kırıntılara gelenleri de olur. Bahçedeki ekmek kırıntılarını yerken biraz biraz size alışır bile bazıları. Yine de temkinli olmayı bir kenara bırakmazlar. Gözleri hep üstünüzdedir.

Ege kokusu benzer Akdeniz kokusuna. Kekiği, sarı kantaronu. Ama sakızı Akdeniz’de bulamazsınız. O sadece Çeşme vardır.

Aslında İç Anadolu’da, Karadeniz’de, Marmara’da Akdeniz dolu günler yaşanıyor hep. Akdeniz’in adı ASİ oldu artık. Kıvrıla kıvrıla akan tüm nehirler, ASİ ters akar dedirtti yataklarında çağıldarken.

Koca Akdeniz geldi bir çiftliğe sığdı. Tarla oldu, konak oldu dar sokaklara dizilmiş. Hatay oldu.

Narenciyesi, inciri, palmiyesi benzese de yine de benzemez tam olarak Ege ile Akdeniz. Coğrafyasından değil elbet. Aşklarından. Lastik çizmeli kız ile yan çiftliğin Demir’i Akdeniz’de yaşadı.

Ege’de bile Akdeniz dolu günler yaşanıyor. Mandıralardan gelen çiftlik kokuları hep aynı çiftliği, o çiftliğin halkını çağrıştırıyor. Ağustosta bile serin, rüzgarlı, haşin dalgalı sahilde sörfçüler var ama atla gezen bildik iki sima olsa fena mı olurdu. Belki yağmur bile yağardı üstlerine; sırılsıklam olurlardı. Onlar fark etmezlerdi gerçi sırılsıklam olduklarını eminim. Onlar zaten sırılsıklam olmuş zira. Aşktan. Hani bizim ASİ’ye ile Demir.

ASİ’yi de Ege de bulamazsınız. O sadece Akdeniz’e akar. Ege’nin eski taş evleri bir Akdeniz masalını anımsatır. Adı ASİ olan. Nedense burnunuz sızlar. Bir çiftlik görmeyi istersiniz taş evin yerinde. Kozcuoğlu Çiftliği diye anılan. Bahçesinde tanıdık birileri olsun istenir. Evin kızları, Ökkeş, Fatma Anne, deli dolu tavırlarıyla Aslan. Çığırtkanca bağıran, sataşırcasına söylenen Neriman’a bile razı olursunuz ama masal Akdeniz’de başlamıştır, Akdeniz’de bitmiştir. Asi Nehri tersine akar ama zaman tersine akmaz. Kalan derin bir izdir her şeyde o masalı çağrıştıran..

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 16.08.2011

snm

Sessizce izlesem...

Ne kadar o Hatay’daki çiftlikte yaşamak isterim bilemezsiniz…
Kozcuoğlu ailesi bana da bir oda verir mi dersiniz orada?
Hani şu pek kullanılmayan Neriman hanımın odasının ilerisindeki odalardan biri…
Aşağıda Fatma Hanım’ın evi içinde bir bölüm de olabilir
Sessizce izlesem onları zaman tünelinde...
Henüz Asi ve Demir'in ilk çekişmeli dönemleri olsa
Hatta hatta Cemal ağanın Asi Demir yakıştırmalarını ben de işitsem kenardan Neriman hanım gibi iç geçirsem
Ya da hadi 4'ü birden yemeğe gitmişlerdi tesadüfen "ayarlasalar bile olmazdı" Kerime göre... O yemekte yan masada ben de olsaydım.

serapSU, Sohbet Köşesi, 16 Ağustos 2011



Hatay'da bir çiftlik

Hatay’da bir çiftlik.
Örme taştan duvarları. Örme taştan duvarların üzerinde dört kız kardeş. Bir de ağabeyleri olacak Aslan. Daha hiç birinin haberi yık bu kardaşlıktan. Bir de baba var o çiftlikte. İhsanmış adı. Baba gibi. Hasından. Bir baba ki bırakmış avukatlığı, davaları. Giymiş çizmeleri, kasketi, vala pantul ya da zıpka denilen dize kadar bol inen, dizde daralan, çizme içinde kalan pantulu. Çiftçiliği yeğlemiş nicedir. Tarlaları, ekinleri yeğlemiş hayli zamandır mahkeme koridorlarına. Bir dede ki baba mı baba. Ağa da hem. Baba da hem. Hin de olur isterse cin de. İsterse pamuk yürekli bir kız babası da olur isterse dört pamuk prensesin iyi kalpli dedesi de. Ama kayınpederligi sıkıdır. Damat boğan cinsinden. Gerçi o elleriyle boğmaz damadını ama boğum boğum daraltır onun içini.

Hatay’da bir çiftlik.
Koyunlar kuzular meleşir orada. Tavuklar kaçışır ortalıktan; horozlar ötüşür. Ceviz ağaçlarının iri yaprakları rüzgarda oynaşır tatlı hışırtılarla. Terasından ova görünür çiftliğin, maydanoz ekili, mısır ekili, turunç dikili. Terasında dertli anlar geçirilir gözler çok uzaklara dalamışken. Hatay yeli, limon çiçeklerinin kokusunu taşır teras sefası yapan saçları maşalı kızlara. Kemerin ucunun aşağı sarktığı ince belli kızların geniş etekleri savrulur durur esen yelde saçları gibi.

Hatay’da bir çiftlik.
Yakınlarından Asi nehri geçer o çiftliğin. ASİ’ye yüzer Asi Nehri’nde. Bazen de düşer nehre. Boğulmasına az kalır. Bir kurtaran her zaman bulunmaz ama onu bir kurtaran bulunur. Adı Demir olan. Daha bilinmedik düşman. Daha bilinmedik sevdicek. Gör bak başa neler gelecek. ASİ sularında boğulmayanlar, sevda denizinde boğulup gidecek.

Hatay’da bir çiftlik.
ASİ’ye kurtarılmıştır Asi’nin azgın yeşil sularından; annesi ASİ’nin yeşil sularınca yutulan demir gibi gözükse de pamuk yumuşaklığındaki biri tarafından. ASİ’ye, Asi’de boğulmaz. Suda boğulmaz ama ASİ’ye boğulur bir demir gözde. Kalbi kırık, içi buruk Demir’in gözlerinde.

Hatay’da bir çiftlik.
Defne dalından kırılgan bir Defne. Kırık gülüşlü, ürkek bakışlı. Her ressam onun tablosunu yapmak ister. Her duruş ancak o zariflikte anlamlı olur bir tabloda.

Hatay’da bir çiftlik.
Giysilerin en kır desenlisi, kadına yakışanı, efil efil rüzgarda tiril tiril uçuşanı görüldü dört kız kardeşte, o çiftlikte. O giysiler mi çok güzeldi yoksa o giysiler sadece o çiftlikte o çiftliğin kızlarında mı güzeldi demedik bile. Giysiler en güzelindendi, en güzel çiftlikte, en zengin kültürde, taş mimarisin, kırın bayırın hemen yamacında. Kırdandı, çiçektendi, rüzgardandı desenleri kumaşların. Terzi işiydi hem. Elde dikilme. Hatay’da sessiz bir moda rüzgarı esti. ASİseverler bildi o rüzgarı tek; başka kimse bilmedi.

Hatay’da bir çiftlik.
Aşkların en çetrefillisi yaşanır o çiftlikte hep. İhsan Bey’in aşkından ASİ’ye’nin aşkına. Gözyaşları akıtan aşklardır onlar. Kolay olmayan sevdalardır. Karşılarında duvar bulurlar daima. Atlayanı da olur o duvarları atlayamayanı da. ASİ’ye, atladı da, atlattı da. Duvara dayadığı merdiven, kendi omuzlarıydı, sabrıydı. Omuzlarında az yük taşımadı sevdasını gizli ya da ayan beyan çekerken.

Hatay’da bir çiftlik.
Toprakla uğraşan lastik çizmeli bir kız yaşar orada. Denizde dertlerini dindirecek, alıp başını Asos denizlerine gidecek, tekne boyamakta usta deniz adamına tutkun bir topraksever kız yaşar orada. Denizler karaya ulaşır bir gün. Mutlak ulaşır. Dalga dalga. Karayı döve döve. Deniz bu, dalgalanır, döver, taşar. Toprak da topraktır. Kendini çiğneyeni bile besler, buğdayıyla, başağıyla. Başak başak ASİ sevgisiyle.

Hatay’da bir çiftlik,
Eski mi eski. Eskimeyen bir eskilikteki asalet bu çiftlik. Sade mi sade. Bu zamana kadar bilinmeden gelmişti at gezintisinin en keyiflisinin yapıldığı önündeki palmiye gölgeli yoluyla. Ayın geceleri ardına saklandığı ulu ağaçlarıyla. Bu zamanda artık ASİ denince Hatay, Asi Nehri, çiftlik bir oldu, bütünleşti. Bilindik oldu. Hepimizin oldu. Eski çiftlik eskimeyecek, eskitilmeyecek. Zihnimizde kazındı çünkü. Bir destansı aşkın evi çünkü.

Hatay’da bir çiftlik.
71 haftamızın her saniyesi; 71. hafta sonrasının bitmez masalı. Büyüklere masalı. Anlata anlata yılmayacağımız öykü. Binlerce kelime döktüğümüz daha binlercesinin yolda olduğu güneyden her yöne uzanan bir öykü.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 15.08.2011



HASİBE

14 Ağustos 2011 Pazar

Yağmurunu da ver...

Bereketini verdin… Yağmurunu da ver diyordu ya Asi...
tohum attığı toprağının yeşermesi için…
Tanrıdan yakarışıydı kendince…
Yağmurlar… yağdırıldı...

bereket olsun diye toprağa… dağa-taşa...
sevi olsun diye yüreklere...

bilmezdi belki, toprağın kızı…
yüreğinde de bir sevdanın yeşereceğini…

Sevgili Asidostlarıma bir merhaba…
Ağustos'un 15'i yaz… 15'i kış derdi anneannem… 15'ine gelmeden yaz sıcaklarına bir yağmur molası verdik… doğal olarak da balkona…

Yağmurun bereket olduğuna ben de inanırım Asi gibi…
yaşamın sürekliliğinin temelidir...

ama bu kadar seveceğim aklıma gelmezdi…
gelmezdi...
çünkü..
yüzüme çarpan yağmur damlalarıyla çocukluğumdan beri kavga eder dururum… (huy-suz-luukk … böyle bir şey...)

ama AsiDemir… ezberimi bozdurdu...

Yağmur... hiç kimseye yakışmadı… onlara yakıştığı kadar…
o yağmur altında… ilk sarılışı gördük… Demir köprü üzerinde…

İçlerindeki duyguların şiddetini ilk yağmur altında test edip onayladılar…(Neriman görmedi ama… biz gördük...)
o yağmur bile ateşi söndüremedi…

Saçak altlarından medet umduk… Kuşlu evde… Asi'nin saçından tenine süzülen damlalara Demir'in gözlerinden kaçamak bir bakış attık…

sonra…

yine bir yağmur altında..arklar temizledik… hep beraber…
o yağmur altında… kızgın… öfkeli… Asi… Adana'ya gitme kararını Demir'e açıkladığında…
o yağmurların toprakta değil ama Demir'in yüreğinde taşkın sele dönüştüğünden eminim…
su kadar kolay akıp gitmemeliydi… Asi... başka yağmurlarda ıslanmamalıydı…

Merhum Cemal Ağa, bile…yine kaçakçılık günlerine dönüvermişti… o yağan yağmurdan medet umarak…taze Damat Kerim'le kızların çeyizini hacze kurban vermemek için…

ve sonra…

yağmurlu bir gecede… su uyur… düşman uyumazdı… konağında… yatağında…yaşamı son buldu Cemal Ağa'nın…
ama öyle bir sel kaldı ki… geride… önüne kattığı her şeyi başka başka yerlere sürükledi… sürüklendik...

şehrin biraz ötesinde…
Çiftlikler bölgesinde… Kozcuoğlu Çiftliği’nde…

buğulu gözlü güzel bir genç kız… dışarıda yağan yağmura bakıp… yaşamıyla ilgili verdiği kararın doğruluğunu sınarken…
bir hayal belirdi… gözlerinde… tanıklık ettik...
yağan yağmura aldırış bile etmeden…
bembeyaz gelinliği içinde…
at üzerinde…
yüreğinin sesini dinleyip… Demir'e koşmuştu… dörtnala…

Şehirden… Çiftliklere giden yolda…
genç bir adam… arabasının hızını yağmur silecekleriyle yarıştırıyordu…
içinden taşan duyguları sahibine teslim etmek için…
ayrıca…
geri verilen armağan at da ait olduğu yerde yaşamalıydı…

ve an geldi…
camın ardındaki buğulu gözlü genç kız… bahçedeki yağmurdan sırılsıklam ıslanmış genç adamı gördü...
içindeki duyguları… ayaklarının bağını çoktaan çözmüştü… koştu… hiç durmamacasına…
demek… hayal ve gerçek böyle karışıyordu birbirine…
yağmurlar altında.. sarılıp sarmalandılar… yanlıştan dönmenin mutluluğuyla…
ama mutluluklar kısa sürermiş derler… öyle de oldu… ışıkları yanıp sönen polis arabası… yağmuru bıçak gibi kesti…
ortalık kara kışa teslim oldu…

eksik kalanları vardır şüphesiz bu yağmurların… devamını siz Asidostlarıma emanet ettim…

bir yaz yağmuru… nereden aldı nereye getirdi… sözü…

4 mevsimi yaşadık… Asi'de…
kimi zaman … bahar dalları açtı…
kimi zaman… sıcak... ateş gibi yakıp kavurdu…
kimi zaman… bahar yağmurları yağdı…
kimi zaman da kara kış oldu…
duygu coğrafyamızda…

belki de bunun için o kadar sevdik… bağlandık bu diziye...

Sevgiyle kalın… esenlikle yaşayın…

*naile*, Sohbet Köşesi, 12 Ağustos 2011


MERVE61

e.min potpuri...

… sıkça rastlıyorum bazı bölümlerin izlenemeyişine asi-demir’de. Benimse tekrar izleyemediğim tek sahne ‘fener alayı’… aslında kırayım şu tabuyu, boş bir vaktimde izleyeyim diyorum ama olmuyor nedense… artık kaçmasam bile, hep o anı dolduracak daha keyifli şeyler buluyorum ve onlara kayıyorum… bir sonraki akla gelişe kalıyor o sahnelerin ikinci seyri… Sonunda sanırım nedeni buldum… o ‘fener alayı’ 71 bölümlük izletide benim için tek gerçek olmayan yandı. Kaçmak değil de sanırım manasız bulduğum için bir türlü fırsat yaratamıyorum onu seyretmeye…

[eda]



…27. Bölüm… gerçekten Asi ve Demir’in karakteristik pek çok yönünü öne çıkaran bir bölümdü. Demir’in kendi kendini soktuğu suçluluk cenderesinde kısılışı, Asi’nin yılmayan ama tek bir söze suları tersine akıtan mağrur yapısı. Ve ne kadar haklısın… Asi hep bekledi… hatta Demir’i beklediğini bilmeden bekledi o senelerce… beklemesine değecek birini bekledi önceleri… ve sonrasında tek bir kez söylenen “Bekle beni” için bekledi hep. Bir keresinde suçladı Demir Asi’yi… “İlla söylemem mi gerekiyor, anlamıyor musun?” diye… halbuki Asi onu hep anladı, bazı anlar fevri davransa bile sonrasında anladı… aslında Asi-Demir’in sonu gerçekte ‘hazin’ olmalıydı… Yaşamın kendisinde ‘birbirine inanç’… ‘aşka inanç’ hiçbir zaman bu kadar kuvvetli olmuyor… ‘ben’ ve ‘gurur’ garip şeyler, korkarım aşka asla yenilmiyor. İyi ki yenildi bizim dizimizde… bunun için yürek dolusu teşekkürler senaristlerimize…

EMOSH



…gerçekten de yaz ile boğuşuyoruz… sıcaklarla da … ama bu gün yağmurlar yağdı İstanbul’a… pek hoşuma gitti bunca zaman sonra. Böyle yaz yağmurlarında asi-demir’i hissedişim gelip gelip durdu aklıma. Hani o Asi-Demir’in ilk bittiği 2009 yazı… ne inanılmazdı. Bu günler içinde aynı şeyi söyleyeceğiz gelecekte biliyorum… yarınlar içinde. Ama o yaz bir başkaydı işte. Bol yağmurlu bir yazdı ve asi-demir sürekli yağdı… biraz geriye gidelim istedim… o günleri yad edelim


“… Gözalabildiğine ayçiçeği tarlası... yeşil saplarının üzerinde nasıl da mağrurca salınıyor kozmik fiziğin anahtarları, bu papatya familyası. Sanki bilmiyormuşum gibi, sanki bıktıracak kadar yazagelmiyormuşum gibi Asi-Demir’de hissettiğim mucizeleri, uyumu... kışkırtıyorlar daha da beni... ‘İşte bak doğanın altın oranı... aldık aramıza onları.’ Ne yorgunluk artık bu tesadüfler, ne de dermansız bırakılış... bir tür bakakalış. Okuduklarımla, gördüklerimle, inandıklarımla... benimle bu dizide buluşanlarla... hayal gücümü zorlayanlarla... sınırlara taşıyanlarla, kalakalış orada. Tanımazlıktan gelemiyorum bu defa da... bir kıskançlık miti dokunup dokunup kaçıyor aynı zamanda bana... her gün doğumunda tanrısına dönen o su perisinden farklı değil asi kızda... cezalandırıcı, sevgisi oranında. Kaskatı kesecek Asi’yi kıskançlık da... Saçları... birtek saçları teslim olmayacak onunda... dönecek adanmışlıkla tanrısına daima. Altın oran ve kıskançlık... kucaklıyorlar benim uçuk kaçık hayallerimde birbirlerini burada. “(2009)

esra



…Icequeen… ne muhteşem bir başka dönem! Asi-Demir’le yolu kesişen ama ne yapacağını bilemeyen bir yürek… nasıl da engellenemez bir paylaşma ihtiyacı içindeydi o da bizler gibi. Hangimiz bir diğeriyle konuşmaya daha muhtaçtık bilmiyorum, bizler mi, o mu? Onun her yazısını deliler gibi kendi kendime mırıldana mırıldana okuduğumu bu gün gibi hatırlıyorum. Usayken’le şaşkınlık içinde onun yazıları hakkında konuştuğumuzu… Asi, Monte Carlo’dan çok daha evvel, forumları takip eden bizler için, evrenseldi… bu o kadar belliydi ki. Asi’nin burada kalmayacağına inancım da çok. Kendi yok olup giden güneşler gibi ışığı yıllarca insanlara gelmeye devam edecek. Ve biz dönüp dönüp aynı şeyi duyacağız… “Bu nasıl bir şey!”… Bu bir dizi mi?

Gönül istiyor ki dil de evrensel olsun… onların gözlerinin sözleri gibi… herkese aynı şeyi duyursun… ama olmuyor maalesef. Hiç değilse İngilizceye tercüme edilmeleri ricası geliyor arada Türkçe forum paylaşımlarımızın ama sizlerde takdir edersiniz ki bu neredeyse imkansız. Hangi birini tercüme edeceksiniz. Mümkün değil. Belki parça parça… alıntılanan ‘icequeen’ parçası gibi… tercüme diyemiyorum asla ama anlatmaya çalışabiliriz duygularımızı…

"and to me this is what made sooo many people believe in this love... that it is soo REAL and SURREAL... even the actors themselves... 'coz they had the ability to perfectly convey these conflicting emotions.. .and live under the skin of Asi and Demir for two wonderful years... ...?

… ve benim için, birçok kişinin bu aşka inanışının nedeni… o kadar gerçek ve gerçeküstü ki… hatta aktörlerin kendileri… çünkü bu çelişen duyguları bize kusursuzca geçirmekteki yetenekleri… ve iki harikulade yıl boyunca (tenlerinin altındaymışçasına) yaşayışları Asi ve Demir’i

e.min, Sohbet Köşesi, 12 Ağustos 2011


emos

12 Ağustos 2011 Cuma

Monte Carlo TV Festivali Kırmızı Halı





Kader...

Keyifle duyururalım sevgili TUBASİ'nin başlayacağı senaryoyu Asi dostlarımıza

alıntı...


Bir gün ruhu güneşten bir kız var olmuş .Gözlerinden dünyanın bütün parıltılarını görmek mümkünmüş.Yürüdüğü zaman toprak önünde eğilirmiş.Saçlarını salıdığında rüzgarda ona katılırmış.Her çiçekli sabahında bulutları gözleriyle okşar,her damlası için teşekkür edermiş.-.Ama eksikmiş..yarım hissedermiş kendini.

Bir adam varmış. Ruhu loş rıhtımlara sokulup, gizlenmiş. İçindeki kalabalık susunca o da konuşmak istemez olmuş. Gözleri karanlık kadar derin ama aydınlık kadar huzur verirmiş.Yüzüne bakılınca bir girdabın içinde hissedermiş insan,kaybolurmuş.Sanki yokmuş gerçekten ,başkaları için varmış.Ama yorulmuş.

Bir gün. Hissetmiş adam. Güneşin yakıcılığını teninin derinliklerinde duymuş ilk kez. İçinde canlı bir coşkunluğun seslerini duymuş.

Bir gün. Kız, bulutlara vakit ayırmak istemez olmuş. Güneşini yalnız birine ayırmaya başlamış.

Sonra mazinin ziyaretçileri vurmuş hızla kapıya. Nefretin neferlerini çağırmış. Öfke kıpırdamış huzursuzca.

Cesur bir şehirde, durgun akan bir su kadar geçen bir zamanda

Adam ‘gel’ demiş kıza. Sıcak ellerini uzatmış ona’.Akma tersine ne olur’ diye yalvarmış.
Kız ağlamış.’Bu kadar yürekten çağırma. Gelemem ki.’demiş
Adam ‘gel, geçmişe kilit vuralım, kaçar gibi gitme uzaklara demiş. Gerçeği gömelim toprağa.’
Kız ‘ağacın kökünü değiştiremezsin’ demiş.

Ama tekleyen adımları koşar olmuş adama giderken. Yüreği sormamış kıza.

Sonra adam’ bekler misin zamanı’ demiş.
Kız ‘beklerim’ demiş. Susmuş sonra.’Ama ayrılığı dallanıp budaklandırma’ diye eklemiş.

Beklemiş, gün eklemiş beklemelere ama gelememiş adam.

Ama kader heveslerin kurakta kalmasına bir türlü izin vermek istemiyormuş. Bütün yolları onlara açmaya başlamış. Toprağa bir göz yaşı düşmüş bu yüzden.Ya da neşeli bir gülücük karışmış havaya.

Kazanan hep kader olmuş bu masalda. Oyununu oynayıp,keyifle izlemiş.


Bir gün kız’ unuttun mu’ diye seslenmiş acı acı.
Adam usulca cevap vermiş: An gibi aklımdasın.

***

KADER'le çok yakında görüşmek üzere..

TUBASİ - Sohbet Köşesi, Üye Çalışmaları, Asi Senaryosu, 9 Ağustos 2011

alıntı...

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Mutlu Şehir...

Antakya'da yaşlı bir Yahudi amcanın evinin önünde çaya davet edilmiştik… Bizim yabancı olduğumuzu anlamış… nerden gelip nereye geldiğimizi iyice sorduktan sonra kokusunu aldığımız çayına çağırmıştı... O dar sokağa atılmış küçük bir masanın etrafına iskemleler eklenmişti… Sohbetin ortasında ona 'buraların aşkları çok ünlüymüş' dedim… Aklımda bir Asi ve Demir vardı… Başını olumsuzlukla salladı… 'yanlış bilmişsin… ayrılık vardır burada tek'… 'Görüldüğü gibi bereketli değil o zaman ' demişti yanımdaki arkadaşım... Ona bu cuk diye oturan lafından sonra (herhalde beklemiyordum ondan ) şaşkınlıkla bakmıştım... İsmini sormayı unuttuğum (oysa o bizimle ilgili her şeyi öğrenmişti)o tatlı insanın gözüne bir efkar gelmişti…

Sonra bana sanki tanıyormuşum gibi bir sürü isim saydı… eskiden kitabevi işletmiş… O arada eski yerinin nasıl kıymete bindiğinden de övüne övüne biraz da pişmanlıkla anlattı durdu… Şehrin en muntazam yeriymiş onunkisi… Sevgililer gelirmiş kitap okuma bahanesiyle zamanında... Her birine şahit olmuş… Evlenip çoluk çocuğa karışanına da… bir daha kavuşmadan ayrılanına da…

'Çok mutlu bir şehir değil' demişti sonra… Gözlerinde çok fazla okumuş bir hal vardı… Gene gideceğim Antakya'ya... Mutlaka uğrarım yanına…

Bir iki hikaye anlatmıştı bize… Bazılarını abartıyor hissine kapılsak da hiç bozmadık o güzelliği…

Asi'nin 27.bölümü izledim bugün…

Hani Ali Efendi'nin geldiği bölüm.

Ama ayrılık bariz olduğundan izledim… Ayrılık bölümlerini izliyorum bu sıralar… Ayrılığın da nasıl kıymetli bir şekilde taşındığını izliyorum… Ben Asi ve Demir ayrılırken, hüzünlüyken... nedense daha çok söyleyecek buluyorum…

Demir 'İhsan Bey’in hatırına' yeni açılacak süt fabrikasıyla ilgili yemeğe katılacak… Kerim'e rahatsızlakla 'Asi'nin olup olmayacağını' soruyor…Yemek sırasında İhsan'ı ne Asi ne de Demir dinliyor… Demir kaşları kalkık, gözleri yere doğru bakıyor dimdik oturduğu sandalyede… Asi sürekli ona bakıyor… bir kırıntı arıyor… bir tane… ufacık da olsa o bakışlardan… o itiraflar ettiği adamdan. Öptüğü adamdan bir şeyler arıyor… Demir kalkıyor masadan… Ardından Asi… gidiyor arkasından… Yetişmek mümkün değil… Arabasına atlayıp uzaklaşıyor Demir çoktan… Burnu sızlıyor sanki… nefes alıp bir adım daha atmak için hazırlanıyor…

Şirketin önüne gidiyor… Telefon açıyor… Demir merdivenlerden inerken telefona bakıp yüzünü ekşitiyor nerdeyse… Asi şaşkınlıkla bakıyor o manzaraya… Demir telefonu duymazdan gelip cebine koyuyor… Asi'nin elinden telefon yanağından süzülüp aşağıya doğru iniyor… Küçük bir çevrede, yıllardır aynı insanlarla aynı hayat tarzında yaşayan birisi bu çok fazla… O bu değişimi anlayamıyor…

Ama bir adım daha atmak… sormak… sorgulamak için gidiyor gene arkasından… Onun dünyası bunu anlamıyor çünkü…

Demir kuşlu eve gidiyor… sokakta ona ait değilmiş gibi duran ağır adımlarla ilerliyor… Asi ise aksine emin, sık adımlarla gözlerinde hüzünler yığılmış bir şekilde… O şarkının melodisi başlıyor… Dinlemiyorum uzun zamandır… Sol yanım cız ediyor çünkü…

'Bir Asi Aşk'

Asi'nin eli o kapıya zor gidiyor… yaşları akmak için çırpınıyor pınarlarında… Dudağındaki sızı atıyor zoraki… Elleriyle hızla yaşlarını siliyor, burnunu çekiyor...

Demir ise eşyaları topluyor… gözleri efkarlı… umutsuz… Bakıyor Şahmerana…

Kapı vuruluyor… açılıyor...

Demir'de gördüğüm ne bilmiyorum... Asi'ye bakınca görüyorum sonra… Hissizlik Demir'in ki… Boşluğa bakar gibi bakıyor Asi'ye...



Betona önce Demir oturuyor… sağ kaşı inip kalkıyor… ellerini birbirine bağlayıp önüne getiriyor… Asi kararsızca yanına oturuyor…

Oturuşları… Asi'nin krem gömleğinin açık düğmelerinin arasında duran altın kolye… Demir'in griliği. Arkada duran renk renk çiçekler... Asi'nin Demir'e bakarken sarkan buklesi… Elleriyle nasıl taşa tutunuşu… Demir'in tek bir noktaya bakışı… yoksuzluğu...

Her şey… O kadar uygun ki… Yolları ayırmaya… Arkadan göz kırpan çiçekler bile bozamıyor o kasveti… Ötüşen kuşlar nafile çırpınıyor… Tyche elinden geleni yapsa da işe yaramıyor…

'Yüzüme bakmıyorsun… Sorun ne… Yoksa kira meselesi mi..?
'Kira değil… İlgisi yok...'

Asi konuştuğu için biraz rahatlıyor sanki...

'Ailevi meseleler… Biz sizin gibi birbirimize kenetlenemiyoruz… Özellikle son zamanlarda bunu pek beceremedik… Dağılıp gittik.'

Sonra Demir başını biraz olsun ona döndürüyor… Bir an bakıp kaçırıyor gözlerini… Asi o temiz güneşle apaydınlık duruyor çünkü… hele ki hüzünle iyice saflaşıyor güzelliği… Bakamıyor Demir… Kaçıyor…

'Ailemin bana ihtiyacı var'
'Peki bunun bizimle ne ilgisi var'
'Bizimle ilgisi yok tabi… Doğrudan benimle ilgisi bir mesele… Son zamanlarda kendi duygularımla o kadar meşguldüm ki. Yakınlarıma neler olduğun fark etmedim bile… Önceliklerim değişti Asi… Önce hatalarımı düzeltmem lazım'
'Yani?'
'Sadece şu sıralar zamanımı onlarla geçirmem lazım'
'İyi… Tamam'

İç çekip gözünden akan yaşı sildikten sonra ayrılıyor Asi oradan...

İzin verse Demir… Asi o küsmüş çocuğa uzanıverecek… Demir'se acının altında kalmış… güçsüz bırakılmış… Bir mesele Süheyla değil, onla nükseden yarası...

İzin verse Demir… Geçmiş günahları yakmaya hazır biri var yanında... Ama Asi bir anda… o atın üstündeki mağrur kız olmaktan çıkıp, o taştan kerpiçten evlerin içindeki, o coğrafyanın suskun, ıssız Şahmeran gibi kadınlarından oluyor… 'İyi... Tamam..' diyebiliyor o avluda… Demir'in ıstıraplı ruhuna direngen bir çığlıkla sesleniyor Asi aslında…

Önceliklerin değişilmesine, zaman istemesine değil o gidiş… Yüzüne bile bakılmayışta… umursanmayışta… Bir tatlı bakışın esirgenişine…

Asi orada Demir'in bütün suskunluklarını kuşattı… Ama fethedemedi Demir'in ruhunu…

Demir 'de gene… kapısına bir ayrılık bağladı Asi'nin…

Oysa çok başka olabilirdi...

'giden, gider' gerçektende...

Asi gözü yaşlı o dar sokaktan geçerken anladım… 'Çok mutlu şehir değilmiş orası'

TUBASİ, Sohbet Köşesi, 5 Ağustos 2011


xxdxx

AsiDemir sokaklarında...

Masalların genellikle çocuklar için olduğu belletilip durdu… bazen de… "bize masal okuma" diyecek kadar… gereksiz konuşmaları tanımlamaya…
oysa her yaşta… hepimizin masallara ihtiyacı var…
çünkü o masallar aslında… yaşamı anlatır...
kulaktan kulağa…
kuşaktan kuşağa…

içimizdeki çocuğun… dışımızdaki büyüğün… masalıydı Asi… şımarma hakkımız her zaman saklıydı… çünkü hayalle gerçeği harmanlamıştı bize…
Sevgili AcemiDemirci'nin yazdığı gibi... Asi öyle… binbir gece masalı değildi… hepi topu 71 bölüm… ama, o 71 bölüm… bence etkisiyle binbir gece masallarını… geçti... geçecek...

şu güzel dileğinize katılmadan edemedim… keşke… hepimizin zamanlaması uysa… bir araya gelebilsek ve dediğiniz gibi mekanımız… da... iki kişiye geçit vermeyen Antakya sokakları olsa...

"Antakya sokakları dar…
Antakya sokakları bir kişilik…
sen giderken.. ben gelemem…
öte git biraz..."

diyordu aklımda kaldığı kadarıyla… şair...
biz tek tek geçeriz de… Asi ve Demir sakın ola… asla tek tek geçmesinler o sokaklardan… ve bütün o dar sokaklara AsiDemir adı verilsin mümkünse…
gün olur da biz de varırsak oralara… kaybolursak da… AsiDemir sokaklarında kayboluruz… gönlümüze minnet…

Modern zamanlarda anlatılan yaşam masalının en özel hayal kahramanı onlar…

*naile*, Sohbet Köşesi 02 Ağustos 2011


duygu