En çok iki cümleyi yazdım ASİ için yazdığım yazılarda. İlkin bir dizinin daha önceleri hiç rastlanmamış zengin ve dopdolu içeriğini yani kültürü, aile bağlarını, doğayı, tarımı, katıksız ve öznesi iki sadece kişilik sevdayı, mimarinin hasını, mutfağın en iddiasız tavırlı; ama en iddialısını, aile içi dayanışmayı, dağ esintisini çiftliği, çiftlik evindeki hayatı, tavukları, kazları, horoz sesini, çiçekli tiril tiril kumaşlardan uçuşan elbiseleri, at binilen etek pantolonları, yağız atları, kırlara olan tutkumu yakaladığımdan, elimde olmadan o diziye bağlanmamın ardından ve sayfalarca yazıya rağmen bana mısın demeden yazmaya devam edince kendimdeki bir diziye bağlılığı şöyle anlatmıştım;
“Bir dizi izledim hayatımda bir dizi değişiklik oldu.”
ASİ, aslında bir dizi değil bir fenomen. Az önce yazdığım ve yazmayı unutmuş olabileceğim bir çok unsurun hepsinin bir arada; iç içe, kol kola; her biri ön planda; ama hiç biri geride kalmadan anlatılışını; yaşarken bize de yaşattırdıklarından dolayı fenomen. Yazdığım tüm olguların topluca hamurundan oluşmuş evi mis kokusuna bulamış mahlep kokulu bir çörek. Hamuru, bunların hepsinden. Mayası sevgiden. Yalnızca katıksız sevgiden.
İkinci yazdığım cümlem; ama daha az yazdığım cümle;
“ASİ’de, sevgiyi sevdik biz.
Sevgiyi kim sevmez. Daha kırkı çıkmamış bebekten, kırk yaşına gelmiş koca adamdan, dişleri dökülmüş ninelere kadar. Sevgi, sevilmez mi? Hale sevilmek. Sevginin ifade edilişi, onu duymak olabilecek güzelliklerin en güzelini yaşatmaz mı? Hele içten, saf, katıksız olan sevgiler. Gururdan ters akarsa sevgi suyu, yorucu oluyor ASİ’ye’deki gibi; ama yine de çok seviliyor sevgi...
Biz, ASİ’de sevgiyi de bulduk az önce yazdıklarımın yanında. Öyle böyle değil, sevginin her türlüsünü bir çırpıda bulduk hem de. Bir diziye serpiştirilmiş halde. Önce üç yüz yıldır atalarının yaşamış olduğu şimdi de kendilerinin yaşadıkları çiftliklerine, toprağa, tarıma bağlı, okumuş olsalar da, baba avukat kız veteriner olsa da en önce ille de çiftçi ruhlu olmak kararlı bir baba kızın; topraklarına, evlerine yurtlarına kara sevdayla bağlı bir baba kızın, evlat ve baba sevgisini sevdik. Lastik çizmeli, çiftçi ruhlu veteriner kızın baba sevgisi, pek çok kızın babasına sevgisinden farksızdı. O yüzden o kızı çok iyi anladık. Babalar da İhsan Bey’i anlamıştır eminim. Ben bile anladım. Babalar... Sert görünür ama öyle yufkadır ki içleri.
Derken bir yabancı geliverdi komşu çiftliğe. Pek de yabancı değilmiş ya aslında. Aslında hiç yabancı değilmiş ya. Sadece biraz ayrı kalmış ana ata topraklarından, yurdundan o kadar. Daha iki, üç saat ötedeki Adana’yı saymazsak Hatay’dan adımını dışarı atmamış bir kızın, ASİ’ye’nin yaşadığı çiftliğe komşu yan çiftlikte yaşayan demirden oğlan, İstanbul delikanlısı. Oralı olmuş bazı yönleriyle. Kabuk hırçın dalgalı İstanbul, yürek pamuk ekilmiş Hatay ovaları. Demir adlı, öfke kanatlı, kadife yürekli. O demir, sevda korunda dövüle dövüle tava geldi ASİ kıyılarında, ASİ’ye ellerinde.
Baba kızın sevgisini, babanın ailesine sevgisini, kızın kardeşleriyle birbirlerine sevgi bağlarını, Cemal Ağa adlı büyükbabanın yani dedenin torunlarına özellikle toprağı çok seven torunu ASİ’ye’ye sevgisini, çocuksuz bir teyzenin sanki kendi çocuğuymuş gibi büyüttüğü yeğenlerine sevgisini hatta yeğenlerinin annelerince terk edilmiş arkadaşlarını da büyütüp onlara da sevgisinden vermek gönlü genişliğini, ters akan ASİ Nehri’nin tersliklerine göğüs gererek ters akıntıya karşı yüzen bir katıksız sevdayı sevdik. Tüm bunlar bir dizinin içindeydi. Gerçekmiş gibi kabullendik, gerçeğinin bir zamanlar oralarda yaşandığını bilerek sevdik, o dizinin o yaşanmış sevdanın ardından verilen bir söz üzerine çekildiğini sanarak öyle sevdik.
ASİ Nehri’nin kenarında bitmiş bir ağaçtı ASİ. Dalları körpeydi daha biz onu ilk gördüğümüzde. Sihirli flütten gelirmişçesine dokunan müziğini ilk duyduğumuzda. Tomurcuklar belirdi sonra ASİ ağacında pembesinden, alından, beyazından, morundan. Her biri ayrı bir sevgi öyküsü mırıldandı. Gururun boyadığı al bir sevda olarak açtı biri. Babacan bir babanın aileden kalma evine, evlatlarına, toprağına sevgisi olarak açtı bir diğeri. Daha İstanbul’u hiç görmemiş olmaklığı bir kenara, Hatay’dan neredeyse dışarı adım atmamış kızın, Hatay dağları eteklerindeki çiftliğe, toprağa, kuzulara, atlara sevdası açtı bir başka dalda. Bir şehrin sarıp sarmaladığı en hasından mimarisi, kültüre, doğası, sevgisi açtı.
ASİ, çiçek açtı çeşit çeşidinden, her renkten En son bir çiçek daha açtı. Asla solmaya, sararıp dalından düşmeyen bir çiçek. O çiçek, bizim ASİ’ye sevgimiz kokuyor. Buram buram, sayfalar dolusu.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 22.06.2012
berenikom büsra
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder