25 Ocak 2012 Çarşamba

Üşüdü Hatay...


Asi- Demir’den,  Lara ve Yuri’ye. Güneyin sevdalılarından kuzeyin sevdalılarına. Ne aşklar. Biri güneyde, sıcak topraklarda, bambaşka mimari ve tabiatta. Diğeri kuzeyde, karda buzda, başka dilde.
Ama ikisinde de tek dil var. Hep konuşan. Susturan;  dinleten. Sevginin dili.
Sevgili kıvırcık, Asi’den çok önce, Boris Pasternak’ın romanından çekilmiş o filmi hatırlatman, bana neler çağrıştırdı neler:

İkisinin de müziği dinlemeye doyulamaz. O eşsiz sevdalara yaraşır, eşsiz müzikler. Biri Hatay ovalarının döşünü sulayan ASİ Nehri’ne düşen ilk yağmur damlalarını andırırcasına tek tek gelen notaların sonradan coşması, sel olup taşmasıyla bizi o sel suyunun önüne katan müzik. Diğeri Lara’nın şarkısı. Bu müzik Oskar da almıştı yanlış hatırlamıyorsam. Biz de Asi’yi efsane yaptık Her şeyiyle. Çiftliğiyle, müziğiyle, Hatay’ıyla.


Resim;
DHA Yurt, Hatay’da 7 yıl sonra kar yağdı, 22.01.2012, erişim tarihi 25.01.2012,


Üşüdü Hatay, Asisiz kaldığı yıllar boyunca. Dondu. Özlemle yanarak dondu hem. Üzerindeki taş köprüden uzunca zamandır geçmeyen at binen bir kıza onun özlemi. Kayboldu gitti o özlemle koca nehrin gururu. Kah taştı sellerle gürledi. Kah estirdi, karlarla tozuttu.

Biz de üşüdük. Kar soğuğunda kalmışçasına üşüdük. Sonunda kar soğuğunda da kaldık. Ankara karlar altında. İstanbul kar altında. Bursa da.

Çağların nasıl değişimler getirdiğini nasıl da açık seçik görebiliyoruz. Eskiden bilinirmiş aşklar, köylerde kasabalarda. Şimdi herkes dört duvar arasında. Dört duvarla çevrili olduklarından ya göremiyorlar yaşananları ya da duyamıyor. Ama televizyonda sanal filan da olsa bazı aşkları essah belliyor. Biz çoktan belledik bile bir tanesini. Asi’yi.

Sevgi, ne güçlü bir şey. Nerede yaşanırsa yaşansın; kuzeyde ya da güneyde, dili aynı. Duyurduğu aynı.

Sevenleri seviyoruz. Bizim Asi ve Demir’i. Yaban ellerdeki, soğuk iklimi sevgileriyle ısıtan Lara ve Yuri’yi.

Güneyden bir sevgi geçti. Yaktı belki ilkin; ama yokluğunda şimdilerde donduruyor.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 23.01.2012


Resim;
DHA Yurt, Hatay’da 7 yıl sonra kar yağdı, 22.01.2012, erişim tarihi 25.01.2012, http://www.dha.com.tr/dhaalbumdetay.asp?kat=19012&page_number=1

Hayal...


10 yıldır ilk kez kar yağmış Antakya’ya. Keşke dedim, dört yıl önce yağsaydı o kar ve biz de karlar altındaki çiftliği, tarlaları ve Asi, Demir'i görseydik beyaz güzellikle beraber. Dr Jivago filminin en unutulmaz sahnelerinden olan karlar altındaki ıssız evde Lara ve Yuri'yi hiç ama hiç unutmadım. Tıpkı Asi ve Demir'i unutmayacağım gibi. Şimdi yalnızca hayal edebilirim, karlar altındaki çiftliği, tarlaları ve Asi, Demir'i.

kıvırcık, Sohbet Köşesi, 22 Ocak 2012



Resim;
DHA Yurt, Hatay’da 7 yıl sonra kar yağdı, 22.01.2012, erişim tarihi 25.01.2012, http://www.dha.com.tr/dhaalbumdetay.asp?kat=19012&page_number=3&adv=1 

Bir Asi daha yok!


Ustalık çok takdir edilecek bir şey. Şu ana kadar denenmemiş, sunulmamış konulara sapmak, aklı onlarla meşgul edip bambaşka konular sunmak çok zor.

Bunlar yapılırken, bunların sırf başkalık için yapıldığı hissedilirse büyü bozuluyor. Heyecan kaçıyor. Oyalanmak istediğinizi düşünüyorsunuz. Oysa ben hiçbir diziye oyalanmak için bakmam. Başka ölçütlerim var bir dizi izlemede. Hep yazdım ya. Asi’yi izledim sadece, baştan sona diye. Ve yine yazdım ya onca kavramın harmanlanmış olması, mimariden, tabiattan, kültürden, tarımdan, aile bağlarından, sevdanın hasından ve başka pek çok kavramın Hatay gibi bir altın tepside sunulması, çiftlik gibi bir ortamda yaşanılıyor olması beni çekmişti ve sonrasında da çözülmez bağlarla bağlamıştı.

Bir Asi daha yok. Geldiğimiz nokta bu. Belki yeni Asiler ortaya çıkarmak için onca çaba gösteriliyor, çeşniler katılıyor, umulmadık gelişmeler sunuluyor dizilerde; ama Asi olmak önce doğal olmak, doğal ortamda, bazen eski ev eşyaları arasında bir diziyi sunabilmekti. Sadece son model arabalara değil yağız atlara binip sahilde gezmek; yağmur altında atla dans etmek; koyunların, kuzuların, kazların, tavukların, ördeklerin, çiftlik hayvanlarının, çiftlik, tarla ve kır ortamının arasında içinde olmaktı. Zorlama olmadan, Asi Nehri gibi akıp giden bir dizi olmayı başarabilmekti. Aktı ve gitti dizimiz. Ama bizim gibi barajlarda suları tutuldu. O suların enerjisi şimdi harf harf, kelime kelime bu sayfalarda.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 19.01.2012


FABLE

20 Ocak 2012 Cuma

12. Bölüme Dair



Asi, yalın anlamda Demir’in tam da aşık olacağı kadın tipi ve Asi Demir’in o sert karakterini yumuşatmada hayli ilerleme kaydetmiş durumda. Demir’in acımasızlığını ve onun yüzüne tokat gibi vururken, Demir’in zırhları da yavaş yavaş dökülüyor.

jenn / dizifilm.com, Asi Bölüm Yorumları, 19 Ocak 2008





15 Ocak 2012 Pazar

Bir nefesle başlayan hikaye...

Bir Antakya'lı dostumdan yakın zamanda Asi nehrine kendini bırakan bir kadın hakkında haber aldım, ne o tanıyordu kadını ne de ben. Düşündüm sonra, ne derdi vardı kim bilir diye. Cebinde parası yoktu belki, yokluk canına tak etmişti, evladını mı kaybetmişti acaba, terk mi edilmişti yoksa. Onu çaresizce öyle bir çareye yönelten neydi acaba. Ne önemi vardı ki. Olan olmuştu. Gidivermişti gencecik yaşında, yağmurla coşan Asi'ye bırakmıştı kendini.

Tıpkı Demir'in annesi Emine gibi. Yalnızdı Emine. Bir başına bırakılmıştı, kocasını öldü bilirdi, kapısını vuracak kimsesi yoktu, iki yavrusu vardı, bir de bedeller ödetilen kardeşi. Sırf arkasından koşup gelmesinler diye ağaca vermişti çocuklarını, belki sarılsalardı 'anne' diye, bir kere daha hissetseydi kokularını oracıkta teslim ederdi onlara kendini, bir kap tasçık yemek ile baş başa bırakacaktı onları. Anne yüreği el vermedi, gittiği yere onlara da götürmeye karar verdi, özlerim diye mi yoksa yaşayacakları kötülükleri yüreğine getirdiğinden mi. Diz çöküşler, yalvarışlar, ağlayışlar dokunmamıştı kimsenin yüreğine. Kardeşinin aşkı en çok onu kül ediyordu ve işte suya dökülüp kaybolacaktı... kaybolacaklardı. Oğlunun 'anne' diyen sesine, kızının ağlamasına acıyla kapattı gözlerini, son bir dua etti belki de, belki de 'evlatlarımın canı yanmasın' dedi duasında. Bir sondu aslında onun için ve bir de başlangıçtı aslında çocukları için. Hayata karşı sıfırdan bir başlayış. Demir suların içinde kardeşini yakalarken hayat adına tıpkı ayağından çeken yosunlar gibi güçlü bir tokat yemişti, çocuk yüreği büyüyüvermişti çoktan. Büyüyünce gözleri öfkeli bir adam olacaktı, kin dolu, yarım ve yaralı. Melek’in her koluna bakışında hissedecekti bunu. Geçmişten bir fotoğraf gibi olacaktı kardeşinin kırık kanadı.

Ne acıydı ki... Hayat onu çok kere imtihan edecekti aynı acıyla... kaybedecekti birini kendini de kaybederek. Çok sonra olacaktı bu.

Ve şimdi de İstanbul sahnelerini izliyorum. Demir sanki oraya gittiğinden beri, içmeden sarhoş olmuş. Yüzünde şaşkın bir ifade var, ne yapacağını bilemeyen bir yüz, gözleri Asi'nin yüzünde dolanıp duruyor sessizce. Annesini ölüme götüren adamın torunundan ayırmıyor gözlerini, nasıl baktığının da farkında bu sefer, durduramıyor kendini, sus dese de yüreğini atıyor coşkuyla işte.

Tanımadığı bir adama döküyor içini, için için ağlar gibi sözcükleri, imkansızlık sözlerinden çok yüzünün tüm hatlarına yerleşmiş, zaten sarhoş gözlerini daha da sulandırıyor diktiği içkiyle. Öylece bırakıyor kendini. Zor… geçmiş aslında geride kalmışlığına rağmen ufacık bir ses, bir görünüş, bir ufacık haber bile yakın yapıyor geride kalanı. Gözlerinde bütün asaletiyle de geleceği duruyor, ona hayatı bahşedebilecek bir umut gözüküyor karşısında. Kaçmak istese de kaçamıyor ondan. Hatta çok sonra bıkmadan usanmadan kovalayan oluyor onu. Ama aynı yüz geçmişi de yankılayabilecek ona, iki arada Demir, cennet ve cehennem arasında, arafında.

Bir yabancı kadın elini Demir'in bütün yürek yanıklarını yüzündeki çizgilerde arayıp buluyor. Demir kapalı gözleriyle, bir hayalin peşinde, izin veriyor her yakınlığına, hayali dudaklarının arasından özlemle çıkıyor 'Asi...' diye.

'Birine dokunmak onun ruhuna dokunmak demektir' diye söyleyen Asi'yi anımsıyor, ruhunun kime ait olduğunu. Vicdan azabıyla uzaklaştırıyor kendini o kadından. Bala'dan.

Kendi odasına dönmeye karar veren Asi açılan kapının ardından çıkanı yüzünde büyük bir donuklukla izliyor, afallıyor. Onu kendine çekip dokunan adam, gözlerinin içinden yüreğine bakabilen adam bir anda gözlerinin önünde kaybolup, yanılmışlıklarla kalıyor. Öfkeyle bakıyor kapıya, ateşten bir nehir alıyor bakışları sonradan kendi yüzüne de baktığında.

Önyargı ve gurur arasında bir süre sıkışıp kalacaklar. Sonra dayanamayacaklar zaten...

Gelinen noktaya şaşıyorum ben... Şu yazgı dediklerine kuş bakışı bir baktığında insan hayretler içinde kalmıyor mu?

Asi'nin dedesi Yusuf Ağa insaf etseydi, atmasaydı Emine'yi, çocuklarıyla o çiftlikte yaşayıp gitseydiler, Demir belki de Aslan'ın konumunda olacaktı o çiftlikte, değil çiftliğin sahibi olmak kıyısından dahi geçemeyecekti ya da... Ve en garibi de Asi ile birlikte büyüyeceklerdi... Bir nefesle başlamayacaktı hikayeleri...
TUBASİ, Sohbet Köşesi, 14 Ocak 2012


MEL


Bahara özlem...

Kar yağdı Asi’ye bakan tepelere. Bereket getirmek üzere ovaya. Beyaz saçaklara büründü dağ başları. Dağ başında evlenen ASİ’ye’nin duvağı gibi.

Soğudu Hatay Ovası. Kış rüzgarı esti dağdan ovaya, ovadan dağa. Komşu çiftlikteki ceviz ağacının yaprakları dökülmüş olmalı. Altında sohbetler yapılan, kıpır kıpır yapraklı ağacıdır o, çiftlik evinin bahçesinin.

Rüzgar sertleşti mutlaka. Uğuldayarak esiyordur şimdilerde. Her uğultusunda tek bir hece vardır yine de: ASİ.

Baharı özlemiştir Hatay Ovası. Samandağ sahili. Harbiye’nin şelaleleriyle sulanan defneler.

Baharı gözlüyordur dar sokaklı Hatay mahalleleri. Eski ve daracık sokaklar boyunca sıralanmış o ahşap evler. Demirli pencerelerinden çocuklar bakıyordur, ellerindeki ekmeği somurarak. Eski bir evin pencere kenarına çizilmiş kuş motifine takılmış olmalı kara gözleri.

Evlerin avluları donuktur, sönüktür şimdi. Yemekler yenmez olmuştur aylardır avlularda. Şen kahkahalar atılmıyordur. Avlulardaki masalar boş kalmıştır. ASİ Nehri’nin nemiyle ıslanmıştır asmaların budakları. Patlamayı bekliyordur mis gibi kokular salmak için hanımelleri, yaseminler.

Kuzular patikalara çıkacak yakında. Daha doğmamış kuzular. Hele bir doğsunlar da o ağıllarda. O ASİ’ye’nin sabahladığı ağıllarda. Kara benekli kulaklarıyla, cılız bacaklarıyla koşturacaklar papatya açmış çoban yollarında. Çobanları belki de bir çiftçi kızdır, bizim ASİ’ye’ye benzer belki de kim bilir.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 13.01.2012 


Güneş-07 / 27.10.09


Hala esiyor...

Ankara kar altında. Dört gözle beklemiştik kar yağışını. Grip salgınından kırılırken. “Kar gelse de salgın malgın kalmasa” diye bekleyeduruyorduk kar tanelerini.

Hatay’a da yağar mı ki kar? Kozcuoğlu çiftliği yolunu beyaza bulayarak. Yazın tozunu, pasını indirerek.

Bir saçı maşalı çoban kız, o karlı yollarda mıdır ki acaba? Üşüdükçe ellerini koyunların yünlerine daldıracak. Salgın varsa ağıllarda, o ağıllarda sabahlayacak?
Harbiye Şelaleleri nasıl ki bugünlerde? Akıyor mu, defneler arasından. Ki defnelerden bir tanesi çok eski, anıt gibi. Neredeyse tüm defnelerin anası. Yoksa dondu mu acaba şelale suları akar halde?

Çiftliğin terasında bahar yeli de esecek, yaz yeli de güz yeli de günü gelince. Ama şimdi kış yeli vakti. Uğultulu ve dondurucu. Kim bilir nasıl da savuruyordur, yosunlaşmış gözlerini kısmış komşu çiftliği karış karış tarayan çiftçi kızın saçlarını.

Ankara’ya kar yağsa, Hatay’a kar serpmese de bir rüzgar tanıdık biz, üç beş yıl önce güneyli bir rüzgar.

Ta Hatay yaylalarından, ovalarından koptu geldi binbir çiçek kokusuyla. Kokusu burcu, kendi serinletici. İç açıcı. Gönül okşayıcı. Bir rüzgar ki gönüllüce uçuştuk önünden her birimiz. Getirdi bizi o Hatay yeli sonunda, bu sayfalara bıraktı.

O rüzgar mı? Ne mi oldu o yele? Hala esiyor. Duyanlar burada.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 09.01.2012


özlem_özge / 1.10.09


İki Altın Parçası


ELEKTEKİ İKİ ALTIN PARÇASI; ASİ ve DEMİR

Yeşil ovalarda uzanan ASİ adında bir nehir,
Yamacında Demir gibi bir zehir,
Nehrin üstüne çöreklenmiş, pustan kara bir kir.

Kendi bile bilmez ama;
O kin aslında bir cevher.
İçi aşkın madeni ile dolu,
Yanardurur  sarı bir fer.

Bir elek daldı bir gün Asi sularına.
Çamurlar, kara kinler, geçmişin pusları yıkandı; arındı bir çırpıda.
Altın, nehir sularında yıkanan çamurlarda ışır.
Elekte, ışıyan iki altın parçası kaldı.
Adları ASİ’ye ve Demir.

Acemi Demirci, 04.01.2012


ÖZLEM / 10.09.09


13 Ocak 2012 Cuma

11. Bölüme Dair

“Doğru kişinin kendi gerçekliğidir. Gerçek ise kişinin kabul etse de etmese de var olandır. Eğer kişi gerçeği kendi doğrusu kabul ederse işte o zaman gerçek ile doğru aynı olur. Ama bu hiç bir zaman ispatlanamaz. Gerçek bilinemez, ispatlanamaz. Ancak sezilir... Ve inanılır…" (alıntı) 

Ne alaka diyenler olabilir tabi doğal olarak.
Bu güzel muhabbet ortamı içinde zaman zaman geriliyoruz istemeden de olsa, belki farkında olmadan;
-Benim doğrum en doğrudur üzerine doğru tanımam diyoruz. Üzerine düşünelim diye yazdım. Matematikle bile mutlak doğru yok.
Ağustos Böcüğü / 17 Ocak 2008



7 Ocak 2012 Cumartesi

Tülay Günal Brecht ile sahnede


Merhaba Arkadaşlar,

Dizimizin 'Süheyla'sı, sevgili Tülay Günal ile ilgili bu gün rastladığım bir haberi getirmek istedim sayfaya. Tülay Günal'ın yeni projesinden bahseden kısmını alıntıladım sadece. İsteyen arkadaşlarımız görselin altındaki linkten haberin tamamına ulaşabilirler.

Dostlar Tiyatrosu, Şubat ortasında Erkal'ın sahneleyip Tülay Günal ile birlikte oynayacağı Brecht müzikaliyle perde açacak


Maro, A 2012, Paltonun Sahibi Bulundu, Milliyet, Ocak 7,  s.2






6 Ocak 2012 Cuma

10. Bölüme Dair


Bazen hayat insanı alıp götürüyor, bir anlık hata insanın hayatını değiştiriyor.  Ama bazı şeyler kalıyor. O güzel sesini hiç unutmadım. Akşam saatlerinde yorgun dönüşünü… güneşten yanmış yüzünün rengini unutmadım.  Beyaz bir mendilde kara bir düğüm gibi ne varsa içimde… kalbimdeki boşluğunu kalbimdeki yerini kimse alamadı. 
 
Neriman… benim karım. Onunla uzun bir ömrü paylaştık. Tanıdıkça sevdim onu. Hayata tutunuşunu… neşeyle, dolu dolu yaşayışını sevdim.
Geçmişte yarım kalmış ve kaldığı yerde acısı birikmiş bir yaranın izinin sızlamasıydı sadece. Hani orda olduğunu unutmuşsunuzdur da bir an yaranın sebebini hatırladığınızda eliniz gider şöyle bir dokunursunuz, o kadar. Bazen, yılların bile azaltamadığı, içte kalan sözler, duygular vardır. Onlardan kurtulabilmeniz için dile getirmeniz gerekir. İçinizi temizlemeniz, gerçekten yeni bir sayfa açmanız için yaşanmamışlıkları akıtmanız gerekir. 
… …
bir kalbin neleri, ne kadar ve nasıl taşıyabildiğini, bir yandan yaşamaya devam ederken, mutlu olmayı "öğrenmiş"ken aynı anda nasıl bir keder ve pişmanlık içinde olduğunu o kalbi göğüs kafesinde taşıyandan başkası bilemez. Elbette İhsan Bey eşini aldatmamalı -ki aldatmıyor- ama kim yarım bıraktırılmış bir aşkı gönlünden hasarsız atabilmiş ki... Akıl hafızası gel-git olabilir ama yüreğin hafızası fillerinkinden bile güçlüdür. …
albizzia / 5 Ocak 2008



4 Ocak 2012 Çarşamba

Kül


Asi içinde çok büyük parçaları da yaratıyordu... Belki de birçok hikayeyi barındırıyor, o hikayelerden bir tanesinden bile dizi yapabilecek güce sahipti. O yüzden ki Tomris Hanım, Asi'den birçok dizi türetti, Kül ve Ateş, Kasaba gibi... Niyeyse hikayeleri güzel olsa dahi tutunamamışlardı hiçbiri. Antakya kabul edememişti onları, galiba tek sahipleri Asi ve Demir olmuştu çoktan. Ben de yakıştıramamıştım o dizileri oraya. O insanları garipsemiştim, seyirci de garipsemişti... Oralar bu yüzden tek onlara özel kalmıştı. Umarım hep öyle kalır..

Çok fazla dayanamayan Kül ve Ateş dizisinin KÜL adlı şarkısını da Asi ve Demir'e yakıştırdım bu yüzden. Bana niyeyse onları anımsattı, şarkıyı dinlerken onlar geldi geçti gözümün önünden... Bizimkiler için yazılan birçok şarkının çöpe gittiğini ya da rafa kaldırıldığını bildiğim için belki de… (bazı yazılan şarkılar kullanılmadı anlamında diyorum)

Şarkı diyor ki…

Yanımda kalsan,
Kalbime dolsan,
Küllenmiş bu sevgimize, ateş olsan.
Aşkımla yansan
Gül olup dolsan,
Bir ışık yaksan
Bilirim…

TUBASİ, Sohbet Köşesi, 3 Ocak 2012



ASLIMT / 8.04.10




Asi ve babası...


Asi Tomris Hanım’ın ulaşacağı en son noktaydı. Asi, Tomris Hanım’dı, İhsan Bey de babası. Bilemiyorum Neriman’da annesini yaşadık mı, çok emin değilim. Ama konu Tomris Hanım ve babasının yaşamıydı. Zaten babası “Antakya’da bir aşk dizisi çek de herkes Antakya’yı öğrensin” dememiş miydi? Kesinlikle Asi Tomris Hanım’dı. Şimdi ‘Ali Arcak anısına’ yazan bölümlere daha dikkatli bakacağım. Belki atladığım bir gerçekliği görebilirim.

Tomris Hanım, Tuba’ya bu dizide oynaması için çok ısrar etti, bunu biliyoruz. İyi ki ısrar etmiş. Asi, Tuba’dan başka kimse olamaz, olamayacak da. Tomris Hanım, Tuba’yı kendi kızı gibi seviyor, tıpkı bizim gibi. Bir söyleşisinde “Onu çok seviyorum, çok kırılgan, üzülecek diye ödüm kopuyor” demişti. Sanıyorum Milliyet’in anketinden sonra… hani Türkan Şoray birinci Tuba Büyüküstün ikinci çıktığı anket.

Ben öğrencilerime Dekart’ı anlatırken mükemmeli şöyle anlatıyorum; Mükemmel antitezi ya da sentezi olmayandır… o tektir, tanrı gibi. İşte Asi Mükemmel bir fenomendir. Hiçbir şekilde antitezi yoktur. Tomris Hanım bize mükemmeli gösterdi bütün oyuncularıyla. Belki kendisi bile böyle bir şeyi yarattığının önce farkına varamadı… ulaşılmazların arasında Asi. Naile’nin dediği gibi 4 yıl geçti hep aynı yerdeyiz, konuşuyoruz. Kimselere nasıp olmadı böylesi. Reklamsız, habersiz, sansasyonsuz, Türkiye’nin bir ucunda küçük bir şehirde, hanlar hamamlar yalılar, arabalar elbiseler oteller yok. Plastik çizme, uzun etek, başta yemeni… tozlu koy yolları, acı dolu yaşamlar, egolar bencillikler inatlar nefret renginin uzak bakışlar olduğu bir ömürlük tutsak hayatları izledik iki yıl. Ama hiçbir dizi izleyenleri tarafından böyle sevilmedi… böyle sahip çıkılmadı. Hala konuşuyorsak hala arıyorsak onu, bu yapım mükemmeldir. Oyuncularını kendi çocuğumuz gibi seviyorsak, ailemizin içinde benimsemişsek, her oyuncuyu başka dizilerde gördüğümüzde bile yüzümüzde mutlu bir gülümseme oluyorsa, eski dostlar şarkısını söylerken dost yemeklerinde aklımızın bir köşesinde ASİ varsa, bu dizi mükemmel değil de neydi acaba?

Teşekkürler Tomris Hanım bize sizin de yaşadığınızı umduğum bu güzelliği yaşattığınız için. Size ve oyuncularınıza sadece teşekkür edebilmek benim için çok yetersiz kalıyor nedense…

minikkulak , Sohbet Köşesi, 3 Ocak 2012


Gülnur92 / 1.01. 2011





Ebru ustası...


İnsan olabilir mi diyor bir an için! 71 bölüm, yaklaşık 107 saatlik bitmiş bir çekim... Allah bilir ham halleri ne uzunluktadır! Olabilir mi gerçekten? Bu kadar ince detay yerleştirilebilir mi? Her detay olmasa dahi, Asi'de ince ince işlenmiş hatta belki bizlerin farkına varmamızın istenmediği... istenmediği demeyelim de hadi, fark etsek de olur fark etmesek de olur gibisinden umursanmadığı, sadece 'kendileri için orada olduğunun yettiği' diyelim, pek çok detayın diziye serpiştirildiği kesin. Bir ebru ustası gibi serpildi suyun üstüne bu dizinin üzerinde olması gereken detaylar. Önce zemin yerleştirildi; Antakya. Peşine Antakya'nın ezeli aşkları gibi, imkansız bir aşk. Ve tersine akan asi ruh. Ve başladılar figürü çizmeye suyun üstünde... İlk damla kor kırmızı bir aşkla geldi o ebru suyuna. Daha ilk başta can evimizden vurdu bizi, Asi ve Demir'i olduğu kadar esir etti seyredenini de kendine. Ve sonrası tek tek kondu bu görsele, aile ilişkileri, saygı, sevgi, sadakat, vefa, intikam, nefret, pişmanlıklar, terk etmeler, hatalar, öfkeler, kıskançlıklar... biricik biricik kondu... Hayatın kendi kondu diziye.

Ayşe Iraz Hanım'ın sözlerini bize getirdiği ilk şarkıda bile, sadece 'Ali' mi, nice duyarlı sahne geliyor gözlerimin önüne! Hangimiz unutabiliriz 'yari sinesinde uyutuşunu' anlatan Demir'i... saçlarına saçlarını karıştıran, Asi'yi göğsünde uyutan Demir'i. Asi'nin saçları Demir'in rüyalarıydı... 10.bölümde Demir'in suskunluğuna, içinden konuşuşuna şamar gibi savrulanlarıydı. Yüzüne inan kırbaçtan daha çok acıttı o saçlar Demir'i. Uzanıp onu tutamadı karmaşasında, elleri ceplerinde öylece durdu ve seyretti gidişini... 14.bölümde bir başka savruluşa izin vermeyip onu kendine çekene kadar da sürdü belki Demir'in acısı.

e.min, Sohbet Köşesi, 3 Ocak 2012




funda / 2.11.09

Tesadüf...


Ben de bu dizide hiçbir şeyin tesadüf olmadığına ve ince ince planlanıp, düşünüldüğüne inananlardanım. Her şey öylesine ince detaylarla dolu ki. Geriye yapılan bu dönüşlerde belki çok daha fazla detayı fark edeceğiz. Sanırım Tomris Giritlioğlu babası anısına çok şey düşünmüş ve hepsini yeri geldiğinde ustaca yerleştirmiş. Ali Arcak'ın anısına yazan bölümleri iyi irdelemek gerekiyor galiba.

kıvırcık, Sohbet Köşesi, 2 Ocak 2012


surus_38 / 11.09.09

bire bin veren...


"Dile kolay tam 20 yıl olmuş ben buralardan gideli" diyordu Demir..
daha ilk sahnede.
bizim Asi soluğumuz olacağını nereden bilecekti.
o, gittiğini saydı… biz de geldiğimizi sayıyoruz artık dile kolay yıllarla.
bir dizi için gerçekten  dile kolay.
neredeyse 5 yıla yaklaşan ortak soluğumuz Asi.

o, bizim…
soluduğumuz
havamız…

bazen,
kana kana içtiğimiz,
bazen,
içinden yeni yaşamlar çıkardığımız
suyumuz…

bazen…
bire bin veren,
bazen küsen…
ama vazgeçilmezimiz…
toprağımız…

özümüzle gözümüzün bir ağladığı…
içimizin acıdığı
hüznümüz…

gözlerde okuduğumuz
mutluluğumuz…

ölüm kadar acı gelen,
ayrılığımız…

bazen,
iki taş arasında…
bazen…
uçsuz bucaksız tarlalarda açan,
sevdalının saçına takılan
bir dal nazenin gelinciğimiz…
kavuşmamız…

zamansız gelen
sayrılığımız…

can verdiğimiz canlardan bulduğumuz
esenliğimiz…

paylaştıkça artan arkadaşlığımız…
çoğalan dostluğumuz…
bağlandığımız…
her şeyimiz oldu…

*naile* , Sohbet Köşesi, 1 Ocak 2012

ÖZLEM / 8.09.09


2 Ocak 2012 Pazartesi

Geçmişten İzler 1


Hep gördüğümüzün de ardı var değil mi bu dizide… işte Asi’nin ilk yayın tarihlerinde 9.bölüm konser sahnesinin ardını böyle irdeleyen bir yorum. Bu mesajı Asi Güncel’e alıntılarken yaptığım kısa bir araştırmada üzülerek öğreniyorum ki Sn. Havva Zorba’yı  Haziran 2008’de kaybetmişiz.  Kendisini saygıyla anıyoruz… 

Asi Dizisi Sayın Tomris Giritlioğlu’nun babasının anısına Sayın Ali ARCAK’a ithafen çekiliyor...

T. Giritlioğlu’nun  bu projeye özel bir önem vermesi dizininde olabildiğince hatasız çekileceğine olan inancımı gün geçtikçe daha da kuvvetlendiriyor...

9. Bölümü DVD’den ikinci kez seyrederken fark ettim... sizlerle de paylaşmak istedim...

İzlediğimiz Türk Sanat Müziği Konserinde koronun seslendirdiği şarkı aslında Antakya yöresine ait bir türkü’ymüş...

Adı “Altın Tasta Gül Kuruttum”
Derleyenler: Sıdıka Şerbetçi-Muzaffer SARISÖZEN...

Birçok Antakya Türküsü var iken sözleri arasında “Ali’m” geçen bir türkünün seçilmesi tabi ki tesadüf olmamalı...

Sayın Tomris Giritlioğlu babasının anısına çektiği bu yakıcı ve etkileyici aşk hikayesini yukarıdan gözlemlemeye devam ediyor/edecek sanırım...

Türkünün sözleri şöyle...

Altın tasta gül kuruttum (amman Ali’m)
Yari sinemde uyuttum (Ali’m)
Yar söyledi ben unuttum (amman Ali’m)

Gönül efendini buldu (Ali’m)
Saçı Leyla'ya vuruldu

Evlerinin önü nane (amman Ali’m)
Ben kül oldum yane yane (Ali’m)
Ali’m serhoş ben divane (amman Ali’m)

Gönül efendini buldu (Ali’m)
Saçı Leyla'ya vuruldu

Ayrıca dizide konserini izlediğimiz koro... Hatay İl Kültür Müdürlüğü Türk Sanat Müziği Korosu imiş... Koro 70 kişiden oluşuyormuş... Şefi Sayın Metin Zorba. Bizim  dizide izlediğimiz Koro Şefi de Sayın Metin Zorba’nın başarılı müzik öğretmeni eşi Sayın Havva Zorba imiş...


9. Bölümü ilk izlediğimde forumda yazıldığı gibi bana da konserde bir adet şarkı seslendirilmiş gibi gelmişti... Oysa ikinci şarkıda seslendirilmiş...

Demir ve Kerim salona girerken “Gamzedeyim deva bulmam” adlı şarkı seslendiriliyor.... Kemani Tatyos Efendi’nin uşşak makamında bir şarkısı...

“Gamzedeyim deva bulmam
Garibim bir yuva kurmam
Kaderimdir hep çektiğim
İnlerim hiç reva bulmam

Elem beni terk etmiyor
Hiç de fasıla vermiyor
Nihayetsiz bu takibe
Doğrusu ömür yetmiyor”

Demir tam koltuğa oturduğunda ve tam Asi’ye bakarken şarkının ikinci kıtası seslendiriliyor... İnşallah bu şarkıyla bize mesaj vermek istememişlerdir... Ve inşallah şarkının sözleriyle ileriki bölümlerde Asi&Demir’in yürüyecekleri bu zorlu yolda yaşayacakları güçlükleri anlatmamışlardır. Bu dizide anlatılan hiç bir şey tesadüf değil çünkü...

Kim bilir belki sadece Antakya kültür mozaiğimizin en önemli şehirlerinden birisi ya... Bu uşşak şarkıyla bu mozaiğe gönderme yapmışlardır...
Ya da belki bu şarkı, Sayın Ali ARCAK’ın en sevdiği şarkıdır... “Allah rahmet eylesin ve yerinde dinlendirsin” bu satırlardan bizde saygıyla analım kendisini
Ayşe Iraz / dizifilm.com, 1 Ocak 2008




1 Ocak 2012 Pazar

Genç senaristlere fırsat

Asi’nin senaristi Gül Dirican genç yazarlara koçluk yaparak yeni kalemleri sektöre kazandıracak… Sn. Ali Eyüboğlu’nun haberi;


Eyüboğlu, A 2011, Genç Senaristler için müthiş fırsat, Milliyet Televizyon, Aralık, sayı:325, s.3



Genç senaristler için müthiş fırsat
“Yapımcılar, sadece tanıdıkları senaristlerin projelerini alıyor, hep aynı isimlerle iş yapıyor. O nedenle genç yazarların, farklı kalemlerin piyasaya girme şansı yok.”
Dizi sektöründe yaygın bir kanaattir bu...
Doğrusunu söylemek gerekirse bu, yerinde bir tespittir...
O nedenle genç yazarların, farklı kalemlerin dizi sektörüne nüfuz etmesi zordur.
Geç de olsa bu tekeli kıracak yeni bir proje hayata geçiyor.
Senarist Sinan Biçiçi’nin konuyla ilgili olarak bana verdiği bilgi de şu:
“Yıllardır dizi sektöründeki yaygın kanaati sona erdirecek bir proje başlatıyoruz. Yapımcılarla yazarları buluşturacak bir atölye yapıyoruz. Dünyada var olan, ama bizde yapılmayan bir şeydi bu.
Sinema filmi ya da dizi projesi olanlar atölyeye katılacak. Meslekte çok deneyimli usta yazarlar bu projeleri geliştirmesi için yazara yön verecek. Sonra yazar, hikâyesine son şeklini verecek ve yapımcılarla buluşmaya hazır olacak. ‘Elimde reyting rekorları kıracak bir iş var. Ben projeme güveniyorum, ama televizyon dünyası ve dizi sektöründe tanıdığım yok’ diyenlere gün doğacak.
Bir yazar için bulunmaz bir fırsat ve Türkiye’de ilk defa yapılıyor.”
Sinan Biçici’nin sözünü ettiği Yapımlab, “Üç Maymun, İklimler, Bir Zamanlar Anadolu’da” gibi filmlerin yapımcısı Zeynep Özbatur Atakan’ın kurduğu bir atölye.
18 Ocak’a kadar bu atölyeye bavuran genç yazarlar, dört hafta boyunca ünlü senaristlerle fikir jimnastiği yapıp geliştirdikleri projeleri beşinci haftada şu şirket ve yapımcılara sunma fırsatı yakalayacak:
Adam Film - Tarkan Karlıdağ, Avşar Yapım - Şükrü Avşar, Bando Film - Müge Turalı, Most Production - Mustafa Oğuz, Star Production - Kemal Can, Sis Yapım - Tomris Giritlioğlu -Yeni Sinemacılar - Sevil Demirci ve Zeyno Film/Zeynep Özbatur...

Hangi eserleri yazanlar gençlere koçluk yapacak?
Ayhan Sonyürek: Her Şeye Rağmen, Canım Ailem, Hanımın Çiftliği, Kırık Kanatlar.
Gaye Boralıoğlu: Bir Çocuk Sevdim, Kapalıçarşı, Bıçak Sırtı, Hırsız Polis.
Gül Dirican: Bir Ömür Yetmez, Gönülçelen, Asi, Kırık Kanatlar.
Levent Kazak: Heberler, O Şimdi Mahkum, Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü, Neredesin Firuze.
Neşe Şen: Kapalıçarşı, Bıçak Sırtı, Hırsız Polis, Bir İstanbul Masalı.
Nilgün Öneş: Bu Kalp Seni Unutur Mu, Hatırla Sevgili, Ihlamurlar Altında, Yabancı Damat.
Önder Çakar: Takva, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, Laleli’de Bir Azize, Gemide.
Sertaç Ergin: Bizim Yenge, Çemberimde Gül Oya, Gönülçelen, Beyaz Gelincik.


http://magazin.milliyet.com.tr/rtuk-e-soruyorum/magazin/magazinyazardetay/31.12.2011/1482232/default.htm



Aşık ruhlar...

En son… Ayrılıklardan bahsetmiştim, mutluluktan söz ederken kendi yüreğimi de sizinkini de acıtmıştım.

Kavuşmaları güzeldi Asi ve Demir’in... Yürek ısıtırdı, tarifsiz bir mutluluk aşılardı.

Ben TUBASİ… Kavuşmalarını ne zaman yazsam, dönüp baktığımda, okuduğumda… Sevmezdim kendimi. Yazamadım gene derdim. Olsun! Maksat sohbet olsun.

Bana anlatılan masallarda, aşık ruhlar sarıldıklarında, ışık yayarlardı. (Senaryomdaki bilgede benim dedem olur bu yüzden) Olmadık yerlerde bulurlar, insanlar onların ışıklarından ruhlarını aydınlatırlardı. Tanrı onları aşık olmak için yaratırlardı. Asi ve Demir işte benim masallarımdaki aşık ruhlardı. Sarılınca ışık yayarlardı, ruhumu aydınlatırlardı, dönüp dönüp izlerdim onları, sonra başka taneler yakalardım hasret dolu.

Özlem üzerin şiirler, şarkılar, romanlar yazıldı, resimler çizildi biliyorum.

Ama kim derdi ki… Bir kavuşma özlemi anlatsın…

35.BÖLÜM...

Asi yeşil gözlerinden pırıltılar düşürürken, Asiye'si olduğu dedesine, ona kıyamayan bakışlarıyla bir mendil uzanıyor ona doğru.

Hasretle kalkıyor Asi, Demir ondan daha sabırsız, özlem dolu... Asi, gülücüklerle süslüyor güzel yüzünü, demir gibi eriterek karşısındaki Demir'i... Melek'in kanadı için koyduğu kilometrelerce uzaklığı yüreklerine koyamamışlar, daha da alevlendirmişler içlerindekini. Demir değişmiş biraz, o bile yakışmış ona, Asi alışacak, gözlerine bakması yeterli, o bakışlarda değişmiş hoş, tutku koyulmuş içine bir tutam...

O kabına sığmaz inatçı Asi, bir çekişte kolunu Demir'in, merdivenlerini koşuyorlar... Dünyalara meydan okuyacak gibi tutku dolu hasretlerini, konağın küçük arka bahçesine koyacaklar… Sığacaklar mı?

Yoruluyorlar küçük koşuştan... belki de bir türlü kapatamadıkları özlem defterlerinden.

Bahçenin ortasına geliyorlar... Güneş yüzlerinin güzelliğini daha da açığa çıkarıyor. Olan oluyor...

SARILIŞ…

Bir an bakıyor Asi Demir’e. Aşk dolu bir kız olmuş bizim kabına sığmaz inatçı kız. Yüzü aşkın büyüsünü alınca daha asilleşmiş. Biraz sonra özlediği adam sarılacak ona, dokunacak. Biliyor… Onun sevinciyle bakıyor.

Biraz sonra bile olamadan Demir kucaklıyor Asi'sini. Sahiplenmiş onu, 'benimsin' diyor sanki, Asi hep razı 'seninim' diyor... Dünyamsın diyor Demir, kollarının arasında etrafında bir tur attırıyor. Belki sıkıyor belini, acımıyor Asi'nin narin ince bedeni, Demir'in aşkı tatlı geliyor. Yabancı olmayan ama çok da alışık olamadığı o toprak kokusu Asi'nin, Demir zihnini sarhoş edene kadar boynuna gömüp çekiyor içine doğru.

Ayrıyken değil ama sarılınca sığıyor hasretleri, azalmasa da teselli buluyor.

Özlediği yüzüne bir kere daha bakmak için Demir, duruyor, gözleri mutluluklarla dolu bakıyor Asi'nin yüzüne. Boynunu okşayarak geçen parmakları bir ara saçlarına uğrayıp Demir'in yüzüne doğru sonlandırıyor yolculuğunu. Daha dokunmadan dokunacağını bilir gibi Demir, ölmeden ölüyor. İki eliyle severken Demir'in yüzünü, belki hayal mi gerçek mi diye yoklarken, Demir’e özlemini hatırlatıyor.

Yeniden sarılıyorlar sonra... Asi'nin gözleri kapalı sımsıkı, ayrı kalan günlerinin biriktirmelerine hüzün dolu. Bir çift damar hissediyor belinde, gittikçe onu kendine çeken. Teselli verir gibi ama demin ona yaptığı gibi özlem hatırlatan cinsten... Bedenleri ayrılmasa da yüzleri birbirine bakıyor, içlerinden başka kavuşmalara umut geçirirken, birbirlerine yakalanıp, utangaç bir bakış atıyorlar, Asi'nin o güzel eli Demir'in yüzüne gidiyor yeniden, çok yakışıyorlar oraya.

Elleri Asi'nin yüzünde sürünürken, Asi yavaşça kıvrılıyordu Demir'e... Hazırdı çoktan ötesine.

Bir sesleniş o günlük susturdu onları...

 alıntı

Bir tarifi yok bunun. Bin bir tarifin gücünün yetmeyeceği bir büyü bu.

İki aşık ruhtular. Sarılırken, dokunurken ve yahut birbirlerinin yüzlerine yaklaşırken bile… göz kamaştırıcı bir ışık yaydılar. Saatlerce gökyüzündeki yıldızları izlemiş gibiyim.

TUBASİ , Sohbet Köşesi,  30 Aralık 2011



Balim

'Bizim ASİ'ye


Tarla boyundaki taş yolların çakılı; Asi Nehri taşlarının yosunuydu o.
İçinde kuzuların gezindiği çayır boylarında, kuzukulaklarından yastıklarda uyurdu.
Çiftçiydi ruhu, bir çiftçinin kızıydı aslı.
Ağa torunu olduğunu herkes bilirdi; o da bilirdi; ama umursamazdı.
Çiftliğin işçisi, çubukçusu, yanaşmasıydı.
Asi Nehri kenarında bitmiş, kuş yuvalı sazlardı saçları.
Dağ esintisinde salınan bahar dalıydı Hatay’ın.
Portakal dalında çiçek, ağıl damında biten burcu kokulu hanımeliydi, yasemindi.
Ham aşkın kekremsi tadını, bala bulayandı.
Asi Nehri bile çağlamazdı o konuşurken, bülbüller susardı zeytin dallarında.
Demir bile erirdi onun sesinde, gözünün ışıltısında.
Akdeniz’in dalgaları, onun atının ayaklarını yıkardı Samandağ’ında.
Kuşlar bile kanat çırpmazdı o ikisi sahilde atlı dansla dönerlerken.
Kuşlar bile sustu; ama onları sevenler konuştu, onlardan sonra."

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 30.12.2012


SONAY T. / 15.03.08  


Yetişkinliğimizde bir masal...

Hani kötü kalpli kraliçe, Pamuk Prenses’i uşağına teslim edip onu ormana götürdükten sonra yüreğini çıkarıp kendisine getirmesini istemişti de; uşak, masum küçük prensese kıyamayıp onu ormanda terk ederek bir ceylanın kalbini kraliçeye götürmüştü. 

Sonra ne oldu Pamuk Prensese? Ormanda ne yaptı? Saraydan sonraki yuvası neresi oldu? Kimlerin kızı oldu?

O Pamuk Prenses, büyüdü, serpildi. Güzelliğine güzellik kattı yıllar. Gözleri, orman ağaçlarının kuzeye bakan yanlarını kaplamış yosunlara benzedi. Yaprak rengini aldı koyusundan. Saçları sarmaşıklar gibi dolandı, uzadı, salındı omuzlarından.

O orman, Hatay’daydı. Bir çiftliğin yakınında.

Pamuk Prenses, saray kızı olduğunu bile hatırlamadı; çiftlik kızı olduktan sonra. Kimse de hatırlamadı zaten. Yeniden doğdu Kozcuoğlu derler bir çiftlikte. Adı da ASİ’ye’dir artık.

Asiye, artık Pamuk Prenses olmasa da dedesinin, babasının prensesi oldu. Bir dizi ile gönüllere girdi. Tacı tahtı yoktu bir traktör koltuğundan başka; ama her Cuma akşamı, her yöndeki evde, kuzeyde, güneyde, doğuda, batıdaki evlerin televizyonları karşısındaki koltuklara onun için oturuldu.

Pamuk prenseslikten çiftçi ASİ’ye’ye yolculuğunda bir Demir tanıdı. Ocağından çıkmış, kızgın kor halinde bir Demir. Hangi kalıba döksen o kalıbın şeklini alacak cinsten de değil. Bir kalıp bellemiş eskilerden kalma, “ille ona döküleceğim” diye gelmiş Hataylar’a. O kalıp, geçmişin acılarını saklayadurmakta. Alaşımı öfke, kin, intikam.

Pamuk yürekli ASİ’ye, Demir yürekli kızgın koru eline aldı onu tozlu kasaba yolunda görüp, tanımasının ardından. Elleri yandı ASİ’ye’nin. Genzi yandı. Dumandan, isten gözü yaşardı. Ama yılmadı. Kendi istediği, doğru bellediği kalıba döktü Demir’i. Pamuk ellerle kalıba dökülen Demir, pamuk hale geldi.

Çocukluğumuzun masallarına, yetişkinliğimizde bir masal daha ekledik. Hiç beklenmedik anda, biçimde. Hiç ummazken. “Masal mı? Bu yaştayken mi?” diye dudak bile bükecekken, eğer birileri böyle bir şey söylemiş olsa. Ama bir masal ekledik dağarcığımıza çocukluğumuzdan çok sonraları, hem de yetişkinlikte. Çocukluğumuzdaki masalların da önüne geçen bir masalımız var şimdi. Adını yazmama gerek var mı? Eminim şu an tüm akıllardan aynı isim geçiyor: ASİ.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 24.12.2011



vldn(c)