29 Ekim 2011 Cumartesi

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun...



Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacaklarının üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı.

Nazım Hikmet
Kurtuluş Savaşı Destanı





"Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."
Mustafa Kemal Atatürk/1934


Düşmanını, böylesi evrensel ve bir o kadar da insanca kucaklamayı başaran bir liderin bizler için öngördüğü rejim Cumhuriyet... Birşeyler gelip düğüm oluyor boğazımızda. Çok söze de gerek yok galiba... duygularımız hep aynı...

Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.

Murat Yıldırım haber...

Hatısaru,S 2011, 'Ürdün Sosyetesini Yıldırım Çarptı', Milliyet Cadde,Ekim, s.6.





26 Ekim 2011 Çarşamba

26 Ekim 2011... Asi'mizin yıl dönümü



26 Ekim 2007
26 Ekim 2011

Bugün Asimizin yıl dönümü



Dostlar...

Tam dört sene olmuş ilk yayınladığı günden bu güne. Eksilmeyen... arttıkça artan bir sevgiyle geldik bu güne. Ne yaparsak yapalım yetmeyen bir ilgiyle. Seyretmelere doyulmuyor, kaydetmelere doyulmuyor, yazmalara doyulmuyor. Doymuyoruz velhasıl Asi'ye. Dört sene su gibi akıp geçti... ondörtler geçecek... kırkdörtleri biz görür müyüz bilmiyorum ama geriye dönüp bu yazıları okuyanlar söylemişler vaktinde diyecekler... “Asi'yi sayıklayışlar ne kadar güçlüymüş ilk başlardan beri...”

Asi-Demir... Asi dendiğinde akla gelen her şeyi kapsasın istemiştik baştan beri. Sevgili usayken ile birlikte böyle bir süreci başlattığımız gün oldu Asi'nin 4. yıldönümü.

'Bölümlere Dair' sayfalarında, ilgili bölüme dair her şeyin bulunabileceği bir alan oluşturmaya çalıştık;

Yayın tarihleri
Fragmanları
Özetleri
Kapsamlı fragmanları
Bölüm İzle
Yorum ve görsel karmaları
Funda replikli görselleri
İmza & avatarları
Set ve Kamera Arkası
Reytingleri

... ile Asi'nin o bölümüne ait bütünü bir başlık altında ulaşılabilir olsun istedik. Asi'yi her boyutuyla kucaklayalım... bilelim... ulaşalım istedik. Gönül ferahlığıyla söyleyebiliyorum ki... çok mutlu olarak sayfalarına emanet ettik artık 1. bölümü... dokunulmamış hiç bir detay yok çünkü gerimizde. Gözümüzden kaçan varsa da... sizlerin gözünden kaçmayacaktır... tamamlarız elbirliğiyle. Ve yüreklerimizde köpük köpük umutlar… bu sayfaları emanet edeceğimiz gençler Asi’nin geleceğini yazacaklar ileride…

usayken ve ben… keyifli bir yolculuk diliyoruz size Asi’nin birinci bölümünde

25 Ekim 2011 Salı

Anne... ben geldim...

Asimiz tekrar bizlerle… çok mutluyum.

Bugün beni kalbimden vuran repliği paylaşmak istedim.

Demir annesinin mezarının başında...

D:Anne ben geldim... elini tuttuğun oğlun… ne kadar büyüdüğümü görmeni istedim

Çok hüzünlü bir sahneydi

Harika bir bölüm izledim... yıllar sonra bile söylemeden geçemeyeceğim... bütün asi ekibinin ellerine yüreğine sağlık

page, Sohbet Köşesi, 25 Ekim 2011


İlk günkü heyecan ile...

Tek sevdiğimiz ve en unutulmayanımız Asi'mizin tekrar ekranda boy göstermesi, haklılığımızın bir göstergesi değil mi? Hangi dizi bunca yıl sonra ilk günkü tazeliğinde izlenir? Sanırım kanal D'de bunun farkında, geçen yıl Star’da oynamıştı aynı saatlerde... Ve bu böyle devam edecek, her yıl bir kez daha bizleri heyecanlandıracak...

İzleme olanağına sahibim ve şanslıyım çünkü işimde tv var ara sıra da olsa bakabiliyorum...Bugün yağmurda at üzerinde ıslandıkları ikinci bölüm vardı... Aynı ilk günkü keyifle izledim... Neriman, İhsan ,Fatma Anne, Defne, Gonca, Ceylan, sıcacık aile sohbetleri, Cemal Ağa'nın hinlikleri, Sevinç, Ökkeş, Aslan, Kerim ve tabii ki Asi ile Demir...

Tekrarını internetten izleme şansı olsa da, TV’de izlemek, belki de herkesle aynı anda izlemek, çok büyük keyif...

İzleyemeyen Asi dostlarım üzülmeyin, ben hepinizi düşünerek izliyorum ilk günkü heyecanla...

kıvırcık, Sohbet Köşesi, 25 Ekim 2011


MERVE61

Asisiz geçmeyen yıllar...

Kızımın dizisi başlamış; Asi. Kanal D bile üçüncü kez veriyor. Reytingde de ilk 70 içinde. Birinci gün, kimselerin pek haberi yokken.

… izleyemeyeceğim… ne yapsak o saatlerde rapor mu alsak! Evde cd’den izlerim ben.

İzlerken bütün sevgili asi severlerin de aynı anda izlediğini bilmek çok başka bir duygu oluyordu benim için. Bu yüzden üzgünüm ama gene de Tuba ‘Bu sene yokum’ dese de, Kanal D bile Tubasız kalmamıza dayanamamış. Bizi mutlu etmeye karar vermiş.

İzleyen arkadaşlar bizim için de izleyin lütfen ASİ’Mİ… Demir’imi, Neriman’ı, Defne’yi, Asya’yı, İhsan Bey’i, Cemal Ağa’yı ve diğerlerini. Biz de izlemiş gibi oluruz o duyguyu yaşarız. Tubasız bir yıl zor geçerdi… Asisiz ise hiç geçmezdi… hiç geçmezdi…

minikkulak, Sohbet Köşesi, 24 Ekim 2011

surus_38

Çeyiz sandığı... bakır kaplar...

Peri bacaları kentlerinden Ürgüp'ü anlatmışın. O yüzden okurken daha bir heyecanlandım. Zira annem de babam da oralardan. Ürgüp’ten değil ama Peri Bacalı bir başka kentten. İçinde Ihlara olan kentten.

Çocukken bağlarda kaplumbağa peşinde koşmaya bayılırdım. Babaannemin tarihi koca taş evi hemen Nevşehir sınırındaydı. Kesme taştan. Oymalarla süslenmiş. Duvar kenarları, pencere kenarları nakışlı. Avlusunda kocaman tahta üstü kavisli, kilidi zemberekli bir kapısı vardı. Hani şimdi dizi çekilenlerden. Hatta bir yazım da var o ev ile ilgili. Oranın dehliz gibi soğuk, koyu ve derin kilerlerine yani kayıtdamlarına dair. Neler olmaz ki kayıtdamlarında. Tulumlarda peynirler, kumun içine ters gömüşmüş çömlek peynirleri, küplerde turşular, pekmezler, kilelerce, şiniklerce, çuvallarla buğday, fasulye, nohut. Kışlık yufka ekmek. Kurutulmuş meyveler. İğdeler. Kuru üzümler ki tavanlardan sarkar. Kış için kavunlar. Küplerde tereyağları. Unlar. O ev hala duruyor. ASİ’de ora kültürüne yatkınlık ve yakınlık vardı. Bazı adetlerde mesela. Mesela çeyiz sandığında, bakır kaplarda, el dokuması halılarda. Başka şeyler de vardı çokça.

Tandırlar olur. Hatta düşmüştüm bile babaannemin koca taş evinin tandırına. Yanmıyordu Allah'tan. İlk kez yerde ocak olduğunu daha dört yaşında düşerek öğrenmiştim. Çevresi koca kazanlarla çevrilidir tandırın olduğu koca kubbeli, kemerli taş holün. Pekmez pişirmek için bağlardan toplanan üzümler dolar o kazanlara. Pekmezin ateşi de üzüm bağlarındaki omcalardan budanan dallarla sağlanır.
TUBASİ, oralar başkadır. Şu an bir dizi var orada çekiliyor. Dediğin, Ali’nin oynadığı dizi. Yani Kandemir sanırım o da o oyuncunun şu anki dizisi. Bazen rast gelirse bakarım. Ne de olsa memleket. Ama hangi gün olduğunu bile tam bilmiyorum dizinin. Sanırım hep de geç saatlerde denk geldi bana.

Doğası başka, rengi başka, başka başka türde pek çok üzümü bambaşka, mimarisi başka mı başka yerlerdir orası. Seyri bile başkadır. Havadan. Balondan bakılır oralara.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 25 Ekim 2011


MELEK

Zorluydu belki...

Bir süre önce Türkiye'nin muhteşem şehirlerinden olan Ürgüp'e bir arkadaşımı ziyaret amacıyla gitmiştim. Tarih kokan ve hep öyle kalacak şehirlerden orası, bozulmamış taptaze. Tıpkı Antakya gibi.... Kanbolat Görkem Aslan'ı bilirsiniz. Bizim Ali hani. Tıpkı Antakya'da olduğu gibi Ürpüp'te de çok sevilmiş, Ürgüp halkının gönlünü kazanmak zor iş hani ama kurduğu harika iletişimle belki de en çok sevilen oyunculardan olmuş. Öyle ki esnafı 'Görkem naptın' diye konuşuyorlardı onunla, dizideki karakterinin ismiyle çağrılmayan tek insan bu arada orda. Kısacık bir sohbet olanağımız oldu dizinin oyuncuların tek uğrak noktalarından olan bir barda. 'Hep en sevilen oluyorsun gittiğin yerde ' dedim ,'İnsanları seviyorum da ondan' dedi. Samimice, içtenlikle söyledi. ASİ 'den bahsettik biraz... İki seti sordum, hangisi daha iyiydi diye. Belki de bir oyucuya sormamak lazımdı böyle bir şeyi.

'Antakya'nın anısı daha fazla' dedi gülerek, üstüne düşsem de gerisini getirmedi. Konuyu değiştirdi 'orası daha zorluydu belki de ondan daha sıkıydı aramız ' dedi.

Nam-ı diğer Ali'den bunları duymak ve hatta arada sırada Antakya'ya gittiğini bilmek mutlu etti beni, demek ki yalnızca bizleri değil o hikayenin bir oyuncusunu dahi etkilemiş orası. Asi'nin ödüllerinden söz ettik. O başarıyı beklediğini söyledi ama ödül töreninden habersiz bırakılmış olmalarından biraz sitem doluydu, azıcık dedikodu yaptık.

Başka ne konuştuk hatırlamıyorum şimdi, uzun zaman sonra yeniden biriyle oraları konuşmanın mesti içerisinde bir de karşımda tanıdığım en sıcak insanlardan biri otururken hafızam silinmiş olmalı. Tanınması gereken tatlı insanlardan Görkem Aslan. Asi'yi, özellikle setini bir de ondan dinlemek lazım.

TUBASİ, Sohbet Köşesi, 24 Ekim 2011


eda

Sığınacak liman...

benim için hep zor zamanların sığınılacak limanı olmuştu Asi…
bugün de beni yanıltmadı…
başka bir işle uğraşıyordum ki… kulağıma gelen unutulmaz müziğinin ilk tınısı oldu...
ekranda Asi vardı...
Asi sularına Demir attığım...

aranızda olamamıştım bir süre...
ev halkı olarak yaşadığımız sağlık sorunlarının üstesinden geldik sayılır...

ama... ülke halkı olarak üzüntü ve sıkıntılarımız katlanarak devam ediyor...
kısa bir süre içinde yüzlerce sayıya ulaşan insanımızı yitirdik...
sanal dünyada... iletişim organlarının pek çoğunda paylaşılan haberlere bakılırsa...
insan kadar...
insanlığımızı da yitirmişiz meğer...
bence acı olan bu...
başkalarının acılarından mutluluk duyar hale getirilmişiz
"acı"da bile birbirimizi "öteki"leştirmekten geri durmamışız...
bize yakışmıyor...

çok kültürlü bir coğrafyanın son sakinleriyiz... binlerce yılın harmanında beraber savrulduk...
özü ve gözü bir ağlayan insanların...
yeryüzünün neresinde olursa olsun göz yaşı aynı renk...
yüreğinin tam orta yerine yumruk gibi inen acının tadı da aynı...
duygularımız sömürülmemeli...

öte yandan... yaşanan acılar insan elinin... aklını kullanamadığının ürünü... yani... hiç biri takdir-iilahi değil...
bunun ardına sığınmak kolaycılıktır...
terör de... doğa olayları da önlenebilir... üstesinden gelinebilir olgular... hiç biri kader değil...
yeter ki...
doğru insanlar... doğru soruları... zamanında... sorma cesaretine sahip olsunlar...
yeter ki...
çözüm üretmede "akıl"... duygularımızın önüne geçsin...

bilgi çağında yaşıyoruz... ama öte yandan... ortaçağ mantığında yerleşim yerleri inşa ediyoruz...
okullarımız dere yatağında... ama öğretmen gönderemediğimiz öğrencilere son model tablet pc reklamı yapıyoruz...
devlet denetiminde yaptırılan kamu binalarımız her nedense ilk doğa olayında yerle bir...
sormuyoruz... sorgulamıyoruz... işi tevekküle bağlayıp... kurtarıcı bekliyoruz... hala...
kendi kendimizi yok ediyoruz... farkında olmadan...
değerlerimizi...

bilimin... bilginin yol göstericiliğinde... yaşanabilir bir ülkenin mutlu... esenlikli insanları olmak o kadar da zor değil...

bir şarkının dizesi takıldı dilimin ucuna...
"kader diyemezsin...
sen kendin ettin"...

nereden... nereye geldik...

oysa... Asi için geçmiştim pc başına...
gözüm bir yandan ekranda...

ve Demir beklenen cümleyi söyledi...

"Asi...

adı Asi'ymiş..."

yazgı... ya da kader... hiç bir zaman kedere dönüşmesin...

*naile*, Sohbet Köşesi, 24 Ekim 2011


snm

22 Ekim 2011 Cumartesi

Burada Asi harman edilir...

Hatay’ın harman meydanında pekişti bizim öykümüz. Hatay’ın harman meydanında harmanlandı onca kavram. Nefreti de, sevgisi de, varlığı da yokluğu da, acısı da tatlısı da, ağası da çobanı da, kültürü de tarihi de, mimarisi de yemekleri de. Hatay bu, orada neler harmanlanmamış ki. Kültürler harmanlanmış en zengininden. Tarih harmanında savrulmuş nice nice yitmiş bitmiş olgular. Hatay bu ekinler de harmanlanır orada, sevdalar da.

Biz de bir harman kaldırdık Hatay’da. Bir defasında. Ve son defasında belki de. Adı, Hatay’a can veren nehirden gelme. ASİ. Ama bu nehir can verdiği gibi can alır da, can yakar da.
Dolu buğday başaklarını devşirmedik biz harmanımızda tek. Buğday devşirdiğimiz de oldu olmasına ama mısırından, domatesine hasat yaptık. O tarlalarda yeşeren bir destansı sevda ile birlikte. Başaklara uzanıp uyuduğumuz da oldu. Başakların rüzgarda salınışlara dalıp gittiğimiz de.

Olgun başaklara bakarak olgunlaştı belki hem sevdalılarımız hem de sevdalılarımızın anababaları, teyze dayıları, ağaları, çalışanları. Öyle hamdı ki başta yaklaşımlar bir beklenmedik, bir istenmedik, bir köşe bucak kaçılası sevgi karşısında, vurgun yedi sanki duyanlar bu sevdayı. Tetirliydi, acıydı, kekremsiydi ilkin bu sevdanın dillerde bıraktığı tat. Sonradan künefe yemiş gibi olsalar da bu aşktan bahsedenler.

Bir sevda masalı ile kucaklaştığımız Hatay ovasında, esintili Hatay dağlarında, daracık Hatay sokaklarında biz harmanın hasını yaptık. Tarımından, koyun sürüsünden, atından, şenliğinden, sabun mağarasından, caaanım Hatay yemekleri ile donatılmış masalara, taş konaklarına dek.

Bir harman ki hasadımız bitmez tükenmez. Ürünümüz artar, eksilmez. Üredikçe ürer. Gönül vermişlerce yazılır çizilir. Burada ASİ harman edilir.

Acemi Demirci
, Sohbet Köşesi, 19.10.2011



DUYGU

Yağmurdan mı ıslanmış...

Hepimiz aynı ve tek bir olguda bazen aynıyı bazen başkalıkları gördük. Hepimiz aynılığın birliğinde sevdik Asi'yi. Bu arada hepimiz başkalıkları yakalayabildik kendi penceremizden bakarken. İşte bu başkalıkları yakalamak bizi zenginleştirdi, Asi'yi zenginleştirdi. Gönül birliğinde görüş çokluğunu yakaladık. Her okuduğumuz yeni iletide başka ufuklara da yöneldik. Ama "ille"ler hep "ille"
olarak kaldı;

"Çiftlik, Antakya sokakları, Hatay'ın tamamı, tarlalar, yağız atlar, yağmurdan mı ıslanmış aşktan mı birbirine karışmış at binen aşıklar, Hatay mutfağı, terasın esintisindeki içli sohbetler, sabun şenlikleri, çiçekli fistanlar giyen İstanbul görmemiş çiftlik kızları, çapraz takılan gön çantalar, has deriden binici çizmeleri, maşalı saçlar, Asi'nin yeşil sularının kenarındaki yosunları Asiye'nin yosun gözlerinde görmek, koyunların meleştiği otlaklar, koyun sürüleri, taş konaklar…
Bunların Asi'ydi.

Bunlarn hepsi bizim Asimiz oldu.
Bunca çokluk tekliğe indirgenince adı ASİ oldu.
Tıpkı bunca ayrı köşelerdeki, ayrı koşturmacalardaki, deniz kenarındaki, göl kenarındaki, dere kenarındaki, okyanus kıyısındaki, bozkırdaki onca insanın bir sevgide tek bir oluşu gibi.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 15.10.2011


GZD

Toprağın avuçlardan döküldüğü yer...

Hepimizin bir Asi'si oluştu... Gerçi ben bu fırsatı çok sonra, hatta çok yeni yakaladım...
Oradan buradan izleyerek...
Üzerine çok konuşulacak, hep konuşulacak bir diziyle beraberiz... Hatta bir bütünüz onunla... İçindeki her bir ayrıntı "bizim..." bizden biri...

Hiç yorulmayacağız anlaşılan onu yorumlamaktan; hatta çoğaltacağız hayallerimizde...
Sonra ortak bir kalıba döküp yeniden kuracağız...

"Bitmeyen romantik bir yolculuk ASi..." Hiç bir zaman menzile varmak istemediğimiz...

Güneş doğarken... güneş batarken, karanlıkta...

Hepsi ASİ'de gizli...

Her yerde bir parçası var…
Metropolleri aşıp kırlara giden yüreğimizde...
Denizlerin kıyıyı dövdüğü yerde...
Toprağın avuçlardan döküldüğü, çamurların çizmelere bulaştığı, kuşların özgürce uçtuğu yerde...
Tohumun toprakla buluştuğu yerde…
Bire bin veren başakta...
Bütün nehirlerin köprülerinde...
Bütün isyanları ateşleyen fitillerde...
Yüreklerin beraber attığı yerde ASİ...

ozenc-can, Sohbet Köşesi, 14 Ekim 2011

MarilynMonroe

16 Ekim 2011 Pazar

Bölüm Reytingleri

Sevgili Dostlar,

Yeni bir sayfamızın duyurusunu daha yapmak istiyorum size. UçanKuş websitesinin verilerinden alıntıladığımız izlenme oranlarını Bölüm Reytingleri başlığında topladık.

http://www.asi-demir.com/index.asp?PageID=346

Diğer programlarla rekabetin de görülebilmesi amacıyla A/B ve Total ölçümler için ilk on sıralık tablolar halinde hazırladık. Sevgili e.min'in seçtiği bölüm imzalarından birer görsel ile renklendirdik. Beğeneceğinizi umuyoruz.

Keyifli asidemirler...
Sevgilerimizle...

13 Ekim 2011 Perşembe

Gerçeklik duygusu...

Her şey o kadar yeni ki… Eskiyen yok mu hiç o evlerde.

Şöyle bir gezinedursak biraz kanallarda. Belli saatlerde yapabiliyoruz zaten o gezintiyi. O gezinti işte tam dizi saatlerinde oluyor. Tam her kanalın anlı şanlı dizilerinden sahnelerin çıktığı saatlerde yani.

Ben biraz bakarım sahnelere. Göz gezdiririm desem daha doğru. Gerideki fona bakarım. Doğa var mı, mimari var mı, kültür vurgulanmış mı, temel ögeler olarak bu dizide neler kullanılmış diye.

En çok istediğim “GERÇEKLİK DUYGUSU”dur. Oysa dizilerin çoğu gerçeklik duygumu kaybettiriyor.

Aslında her dizideki asıl ev ya da evler, yağlıboya ile pırıl pırıl boyanmış oluyor hep. Diyelim ki ev sahipleri evlerine çok iyi bakıyor ve pırıl pırıl. Tamam itirazım yok. Eski arabalar da. Bir çizik dahi yok. Boyacıdan az önce çıkmış gibi.

Her dizide binlerce giysi dikiliyor, özellikle dönem dizilerinde. Hepsi gıcır gıcır, yepyeni. Ne yaması var eğer fakir fukara değilse giyen ne abiden abladan küçük kardeşe kalmış olanı. Tamam ona da itirazım yok. Zira onlar oyuncu ve bir arada büyümediler. Zaten gerçek bir ailede değiller ki birbirlerinin eskisini giysinler. Ama “buna ilişkin bir replik duysam bari” diyorum, hani gerçek hayatta duyduğumuz gibi büyürken defalarca. Çünkü dizi gereği onlar bir aile ve kardeş. Kardeşler de mutlak giyer büyüklerden kalan küçülenleri. Gerçi bizde olmamıştı. Kardeşimle aramızda bir yaştan biraz daha fazla var. Küçülenlerim olmamıştı ki ona göre giysin. Ama bu çok sık olur yaş farkı olan kardeşlerde.

En içerlediğim de mutfaklar ve salonlar. Onca yıllık evleri anlatırlar dizilerde ama en son moda tencere setlerinde pişer yemekler. Dışlarında ne bulaşık teli çiziği vardır ne de bir darbe almıştır o tencereler. Hiç eski yer karoları, seramikleri olmaz o eski evlerin yerlerinde. Zira evler set olarak hazırlanırlar çekimlerden önce. O kadar da iyi hazırlar ki film ekibi o mekanları, takdir ederim çoklukla. Gıcır gıcır, basmaya kıyılmayacak cinsten olur her yer. Hani “bal dök yala” denilenden. Ama bir şeyler samimiyetsiz oluyor o gıcır gıcırlıkta. Evlerde sapı kırık tavada olur, kenarları siyahlaşmış sahanlar da, kapağının tutacağı çatlamış tencerelerde. Ev hali yani. Her an kırılanı döküleni olur. Oysa dizilerde her şey koca bir ev mağazasından hepsi eşzamanda, hep birlikte alınmış yepyeni eşyalarla doludur.. İsterseniz servis yapılan tencerelere bir bakın.

Ya salonlar. Hepsi tefriş salonu durur. Mobilya tefriş salonu gibidirler. Bir büyük mobilya mağazasının içini doldurmuş mobilyaları andırırlar.. Hiç mi yıllar öncesinden alınan bir eşyaları, konsolları, büfeleri, cam kaseleri, yemek takımları, cezveleri, tepsileri, masaları yoktur o yılların evlerinin? Sanki eski her şey atılmış ve ille de yepyeniler evi istila etmiştir. İnsanlar eskimiş ama ev o kadar yenidir ki. İnanılacak gibi gelmez akıllara bu çelişki.

Sadece dönem dizilerinde tarz farklı olduğu için gözlerimiz biraz farklı şeyler görüyor. Ruhsuz mu ruhsuzdur o evler. Hiç anısı olan bir eski eşya, sandalye yoktur oralarda. Ya yaldızların şatafatında boğulmuştur zengin evleri ya da masadaki bibloya, vazoya, hasır sepetteki kurutulmuş çiçeklere kadar o ünlü, büyük ve gezmelere doyamadığımız ışıltılı ev mağazalarında her an gördüklerimizle birkaç saat içinde döşenivermişlerdir. Bari biraz eskiyi andırır mobilyalar, eşyalar yaptırsalar marangozlara…

Oysa o yılların evini anlatan dizideki evin sahipleri onca yıl önce evlenmemiş miydi? Hiç mi o zamandan kalan el dokuması halıları kilimleri yok bu ailenin? Tüm halılar fabrikasyon, hani ünlü şarkıcıların, arabeskçilerin reklamını yaptıklarından. Şunun şurasında kaç yıldır evler bunlarla doldu. Yani eski evler nasılsa yepyeni eşyalarla tıkış tıkış oluvermiş dizilerde.

ASİ’de bir mutfak vardı. Yer karoları çok eski. Baharat takımı eskice. Yani on yıl önce de vardı ondan. Tencereler bakırdı. Neriman’ın çeyizinden. Bak işte nasıl da gerçek. Gerçek duygusunu nasıl da okşuyor bu bakır tencereler, tavalar. Halılar kıymetliydi. Her kesenin alabileceği cinsten olanlar var olmayanlar da var halılarda. Ama eski evlerde en azından pofuduk tüylü, basınca insanın ayağının gömüldüğü Isparta halıları vardı. Seksenli yılların ortalarında Isparta halılarının devri bitmeye başladı. Ama o yılları anlatan filmlerde nedense bu halı unutulmuş. Ben Yağcı Bedir ya da Taşpınar tercih ederim. Bir de Bünyan ve Buhara halısını. El dokuması. Birilerinin bakışlarının değdiği, ilmiklerini hesapladığı, elleriyle işlediği, dağdan topladığı otla, soğanın kabuğuyla yününü boyadığı halıları görmek isterim zenginliği anlatan dizilerde. Hani nerde o döşeme. Geometri kitabının bazı sayfalarının halı diye serildiği zengin evleri kültüre ne gibi katkıda bulunabilir.

Ama bir memur, aylıklı yani bizim çok iyi bildiğimiz ve içinde olduğumuz yaşamlarda alınabilirliği ve bütçeye uygunluğu nedeniyle fabrika halısı da olur, kilim de. Sözümüz onlara değildi. Kültür yoksunu zenginliği anlatan dizilere elbette sözümüz.

Adını hiç unutamam zira GERÇEKLİK DUYGUSUNUN öylesine verildiği bir sahne gördüm ki İffet dizisinde. İffet adlı kız ocak başında. Ocakta bir tencere. Tencere emaye. Bizim de vardı yıllar önce. Emayesi kavlayıncaya kadar kullanmıştık. Beyaz üzerine lacivert çamı andıran sık sık dizilmiş desenliydi. İşte o tencere, İffet dizisinde yılları delip geçmiş ve ait olduğu evin sadece o dizi çekilirken yaşanmış değil o dizi çekilene kadarki zamanlar da yaşanmış, yani İffet doğduğundan bugüne yaşanmış olduğunu gözümüze soka soka çok hoş ve sıcak bir edayla anlatan o tencere için o sahneyi seyrettim. Ve o dizinin adını unutmuyorum. Seyretmeyecek olsam da: İffet.

Dizilerin de bir iffeti olduğunun unutulmaması dileğimle.

Acemi Demirci, 10.10.2011


MERVE61

Sevda hikayeleri...

Ne sevdalar görülmüş. Ne karasevdalar duyulmuş olgit. Ne aşklar yaşanmış dünden bugüne. Kimi söylenegelmiş dillerde. Kimi unutulmuş. Kimi sevdaları da sadece yaşayanlar bilmiş. Hatta belki sadece tek tarafça bilinmiş. Sevilenin haberi olmamış bile bu sevdadan.
Ve bizler de ne sevdalar gördük. Hatta sevgiler yaşamışlarımız vardır. Eşlerine, nişanlılarına sevdalananlar; sevdiceklerine bazen umutsuzca bağlananlar vardır.

Yani sevginin hasını, görmüşlüğümüz, duymuşluğumuz vardır mutlak. Sevdanın yabana atılmayacak olanını biliriz. Çiçek olup açanını, gelincik olup ortalığı kan kırmızısına boyayanını. Gül olup sevda kokanını, diken olup yürek dağlayanını. Çayır çimen olup, yeşil geleceklere yol açanı da gördük, açmazlara açılıp, kördüğüm yapanını da.

Çok işittik sevda hikayelerini. En başta da en yakın arkadaşlarımızdan işittik. Ben bir masal aşkına tanık olmuştum lisedeyken. Sıra arkadaşım zengin kızıydı. Hem de ne zengin. Babası vergi rekortmeni. Oğlan hallice. Kavuştular. Ne güzel duyguydu, ne sevinçti yaşadığım. Bir masala tanık olmuştum. Ve masal “onlar erdi muradına” diye bitmişti. Masalları kim sevmez. Hele böyle bitenini. Biz de bir sevda masalını sevdik. Ama ben sadece o sevdayı sevmedim o masalda. Ve sanırım tüm diğer arkadaşlarım da sadece sevda için sevmedi o masalı. Hani adı Asi ile Demir olan masal.

Biz tarlasıyla, bağıyla, bahçesiyle; ağılıyla, ahırıyla, kümesiyle; kahyasıyla, yanaşmasıyla, ağasıyla; geçmişindeki sırlarıyla, bugünündeki nefretleriyle ki o nefretlerin sevgiye dönüşmesini sevdik; doğasıyla; bir kentin mimarisini, taş duvarlar gerisindeki avlulu evlerini, dar sokaklarını; o çiçekleri fistanlı kız kardeşleri; naif genç kızların İstanbulvari olmayan, gökdelenlerde geçmeyen, tarlada sabahlatan yaşamlarıyla kuşatılmış bir sevdayı sevdik. Eğer bunlar olmasaydı bu sevda kupkuru gelirdi bize bir müddet sonra. Eğer bu unsurlar olmasaydı, gözlere at binilen sahiller, nakşedilir miydi? İşlemeli taşlarla örülmüş evler, onca tarihi doku kalır mıydı aklımızda?

Tek bir unsur oldu belleğimizde Asi dizisi ile. ASİ oldu. Nehir demekti ASİ. Sevgi demekti ASİ. Çiftlik demekti ASİ. Onca tiril tiril uçuşan, elde dikilmiş, cıvıl cıvıl çiçekli, fistolu, sutaşlı giysiler demekti ASİ. Aile bağları demekti ASİ. ASİ, baba kız sevgisinin adıydı. Bazen baba kızın bile başka başka düşüneceğini ama yine de her ne olursa olsun baba kız kalacağının adıydı ASİ. Çiftliğin ağaçlarının ardında görünen ayın adıydı ASİ. Tekne yapılan tersanelerinin adıydı ASİ. ASİ, dağ patikalarını toza bürüyen koyun sürüsünün melemesiydi. Baharda kuzulayan koyunların adıydı ASİ. Sabun şenliklerinin adıydı ASİ. Sabun şenliği mağarasıydı ASİ. Defne sabundan çıkan altın ASİ'ydi. Tersine akan nehrin adı da ASİ. Desenli yer karoları olan mutfakların, şehir kulüplerinin adıydı ASİ. Yani ASİ, bir dizi adı olmaktan çok öteydi. Bir çok kavramın tek bir kavramda yoğunlaşmasıydı.

Yani demem o ki;
“ASİ'ye” başka, “ASİ” başka. ASİ'ye'yi, ASİ'de sevdik biz. ASİ başka, ASİ'ye başka. ASİ'ye'yi ASİ'de sevdik. Yani ASİ'yi tümden sevdik ASİ'ye’siyle, köyüyle, bucağıyla, dedesiyle, anasıyla, babasıyla, doğasıyla. Nesi var nesi yoksa, varıyla yoğuyla sevdik ASİ'yi. Eviyle ocağıyla. Çiftliğiyle tarlasıyla. Ağasıyla çobanıyla. Dar sokaklarıyla, çiftlik yoluyla. Yağız atıyla koyunuyla kazıyla tavuğuyla. Hatay'ıyla. Hatay'ın her köşesiyle. Hatay'ın her noktasıyla. Ta Harbiyesi'nden, Reyhanlı'sından, İskenderun'undan, Arsus'undan, Vakıflı köyüne kadar. ASİ, işte tüm bu kavramlardı. Çokluğun tekliğe inmişiydi. Tek tek güzel ama bir arada doyumsuz güzelin harmanlanmış, erimiş kaynamış tek bir alaşımıydı. Biz, çokluğun tekliğini sevdik. Onca güzelliği, bir arada aynı anda tek bir olarak sevdik. ASİ' adı altında.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 07.10.2011


nls

12 Ekim 2011 Çarşamba

Bölümleri İzle

Sevgili Dostlar,

Asi'mizi kalplerimizde, pamuklara sarıp saklıyoruz... DVD'lere, USB'lere, yedek belleklere yüklüyoruz... Gelecek yıllara, gelecek kuşaklara sağ sağlim ulaştırmanın ve daima erişebilmenin yollarını arıyoruz... İzlemeye, izletmeye doyamıyoruz...

Kendi arşivine henüz Asi'yi katmamış veya internetten izlemek isteyen dostlar için Kanal D websitesindeki Asi bölüm videolarına ait linkleri içeren 'Bölümleri İzle' başlığını asi-demir.com'da hayata geçirdik.

http://www.asi-demir.com/index.asp?PageID=334

Kanal D websitesindeki videoların çözünürlüğü ve görüntü kalitesi çok yüksek olmasa da, gerek telif hakları nedeniyle, gerekse Kanal D arşiv videolarının uzun yıllar erişilebilir olacağı inancıyla bu videoların linklerini kullanmayı tercih ettik.

Bu linklerden bölümleri izlemek istediğinizde, eğer bilgisayarınızda gerekli 'plug-in' yoksa, bir uyarı mesajı gelecektir. O mesajdaki yönlendirme ile gerekli 'plug-in' uygulamasını yüklediğinizde, muhtemelen, sorunsuz olarak izleyebileceksiniz.

Bölüm linklerinin yanısıra, bölümlere ait onlarca, yüzlerce görsel çalışma arasından sevgili e.min'in seçtiği birer imzayı da 'Bölümleri İzle' başlığında bulabilirsiniz. Bizleri etkisi altına alıp asidemir diyarlarına sürükleyen bu görselleri sizin de beğeneceğinizi umuyoruz...

Keyifli asidemirler...

Sevgilerimizle...

Asi Buluşmalar

Sevgili Dostlar,

Severek okuyacağınızı, anılarınızı canlandıracağınızı ümit ettiğimiz yeni sayfamızın duyursunu yapmak istedim sizlere...

Gerek Asi Resmi sitesi, gerekse ATV diziler ve televizyondizisi forumlarındaki asi tutkunlarının katılımı ile İstanbul ve Ankara'da gerçekleşmiş olan üye buluşmalarına ait notları ve resimleri 'Asi Buluşmalar' başlığı altında, asi-demir.com'da bulabilirsiniz...

http://www.asi-demir.com/index.asp?PageID=333

Asi resmi sitesi beklenmedik bir anda erişilemez olduğunda kaybettiğimizi düşündüğümüz bilgilerden/yorumlardan hiç değilse bir kısmı sevgili e.min sayesinde tekrar gün ışığına çıkmış olacak bu yeni başlık ile. Ellerine ve asidemiri mümkün olduğunca kayıt altına alma öngörüne sağlık sevgili e.min...

2011 yılında gerçekleşen Tuba Büyüküstün ve Murat Yıldırım görüşmelerine ait notlar ve resimler de bilahare bu başlık altında yer alacaktır.

Keyifli okumalar...

Sevgilerimizle...

9 Ekim 2011 Pazar

Doğrular ve Olağanlar...

Keyifle takip ettim güncel dizilerle ilgili yorumları. Televizyon ve aracılığıyla ulaşılan dünya şükürler olsun ki hayatımın çok önemsiz bir parçası. Gerçi bunu söylerken büyük bir haksızlık ettiğimi de hissediyorum ona. Asi’yi orada tanıdım… nankörlük etmek istemiyorum. Ama bozuk saatler bile günde iki kez gerçek zamanı gösterirlermiş ya… ve ben denk geldim o gerçek zamana. Zamanın durdurulduğu bir yeri… bir çifti… dostları buldum televizyon sayesinde. Bu da hayatın garip bir cilvesi. İçim de burkulmadı değil hani biraz, sizleri okurken… ben ağırlıklı olarak asi-demir üzerinde duruyorum ama Asi’nin saçının tek bir teli bile eksik olsa o dizide… bir şeyler eksik kalır. Bütün karakterlerin rollerini bu kadar inanarak oynamasının nedeni nedir acaba. Öncesinde ve sonrasında başka rollerde görsek de onları, ‘Asi’de neyseler öyle kalacaklar bizde korkarım.
… …
Bizler olgunluklarımızda kendimize şaşkın şaşkın bakarken… gençler de kendilerini alışkanlıklarından ve olağanlarından farklı noktalara taşıyan Asi-Demir’e şaşkınlıkla bakıyor… anlamakta güçlük çekerek bakıyor. Gerçi olgun genç fark etmiyor, Asi-Demir… hepimizi bir potada, aynı duygularla topluyor.

“ASİ 'nin içimde yarattığı büyük devrim” diyor TUBASİ bir iletisinde… Bu gün, dijital dünyanın ‘gerçek devrimlere yol açan değişikliklerinden' bahsediyor bir başkası…

Arianna Huffington ile bu sabah gazetemin sayfaları arasında tanıştım. Kendisi 13 Ekim’de ‘Digital Age Konferansı’nın ana konuşmacısıymış. Konferans öncesi Milliyet gazetesi kendisiyle bir görüşme yapmış. Haber’in ara başlıklarında gözüme ilişen ‘İnternet yaratıcılığın kalesi’ yazısı ilgimi çekti önce… baştan sona okudum makaleyi peşine. Bunu dostlarımla paylaşmalıyım diye düşündüm... Yazı ağırlıklı olarak twitter, facebook, şirketler ve digital medya üzerine olduğu için makaleyi olduğu gibi size aktarmak yerine kendi özümsediğim şekliyle aktarayım istedim. Fakat haberle ilgilenenler aşağıda alıntıladım linkten yazının tamamına ulaşabilirler.

Yeni ve cesur bir iletişim dünyasında yaşıyoruz, bağlantıların, vaatlerin ve sosyal toplulukların dünyasında. Arama motorları, haber siteleri, bloglar ve sosyal araçları…. … dünyayı dönüştürüyor.” diyor A. Huffington. “… sosyal paylaşım sayfalarının insanları bir araya getirmekle kalmayıp, gerçek devrimlere yol açtığı”nı söylüyor. “… açık platformların sahip olduğu potansiyeli ve en temel ifade biçimlerini nasıl değiştirdiklerini tartışmak” dan bahsediyor. Geleceğin olgun, yetişkin internetinin “insanların deneyimlerini -tutkularımız, bilgimiz, iletişim kurma arzumuz- toplama ve online bir deneyime aktarma potansiyeline sahip" olduğunu söylüyor. “İnternet’in giderek yaratıcılığın kalesi haline geldiğini ve internet dışındaki hayatlarımıza ait deneyimleri ve değerleri yansıttıkça, bu değerler online ya da değil, ayrılmaz bir parçamız olacağını” söylüyor.

Bireyler ve topluluklar sosyal ağlar ve medya araçları üzerinden giderek daha fazla bir araya geliyor ve giderek daha yoğun bir şekilde ilgi alanlarını ve düşüncelerini paylaşıyorlar. Ve bu sadece haberlerde ya da medyaya değil, neredeyse hayatımızın her alanına uygulanıyor.


Asi-Demir kadar güçlü bir çiftin ve ‘Asi’ gibi bir yapımın bizi etrafında toplaması hiç şaşılacak bir şey değil diye düşünüyorum, hissettiğimiz ‘paylaşma’ ihtiyacını açıklayan bu yazıyı okuyunca. Asi’yi paylaşarak, kurguyu deneyim ve görüşlerimizle harmanlanmış yorumlarımızla tekrar tekrar yaşayarak… onu ve paylaşımlarımızı gerçekten de söylendiği gibi ayrılmaz bir parçamız yaparak… çağımızın olağanını yaşıyor ve “dünyanın evrilmesine destek” oluyoruz demek ki. İnternet bahsedilen o olgunluk çağına girmiş midir bilmem! Ama olgun izleyicilerin dijital çağı yakalaması işte buralarda ki gibi oluyor

Konferansında herkesi blog yazmaya davet edeceğini söylüyor A. Huffington… ve sevgili usayken ile birlikte tamamen içgüdülerimizle, asi-demir.com’u eklektik bir yapıda inşa etmeye çalışma gayretlerimiz aklıma geliyor. Sitenin, standart bilgilendirme sayfalarıyla olduğu kadar, kişilere özel bloglarla ve yeni kullanmaya başladığımız forum özelliğiyle, hepimizin kendini en iyi ifade edebileceği, en rahat hissedeceği ortamı yaratma ihtiyacımız beliriyor okuduğum yazıda. Keyifle kapatıyorum gazetemin sayfasını… Bir sürü yanlışlar olabilir etrafımızda ama doğrular ve olağanlarda oluyor baksanıza hayatımızda.

e.min, Sohbet Köşesi, 9 Ekim 2011

http://ekonomi.milliyet.com.tr/-sirketler-sosyal-medyayla-tuketicilerin-icgudulerine-pazarlama-yapiyor-/ekonomi/ekonomidetay/09.10.2011/1448545/default.htm


ANTE

Asi bir kız

Asi bir kız vardı,
Denizin dibinde, mehtap yüzüne vurmuş
Aydınlatmış deli ırmak gözlerini.
Başı dikti karlı dağlara meydan okurcasına,
Saçları uzundu uçup gidecek gibi köpük dolu.
Oturuyordu karşısında adam,
Boğulmaya göz yumacak kadar
Dağ yürekliydi.
Hep sevecek kadar
Demirdi.

Yalnız bir adam,
Geceyi onlara yazdı

TUBASİ, 7 Ekim 2011

Ekrandan... kalbe...

…şimdilerde bizimkiler yok ama sonra beraber çıkacaklar ortaya inşallah. Yüzleri dinlensin şimdilik. Sonra yine Sevgili Gönülce iki ayrı diziyi birleştiren klipler de yapar inşallah. TV’nin bir köşesinde bir dizinin reklamı ekran da öbür dizi. Biz istediklerimizi ekrandan cımbızla çekip kalbimize gömeriz tekrar tekrar…

Aaa pardon dalıp gitmişim yine....

Evet … ben de görüyorum, hatta izliyorum birçoğunu… Ama vaktim oldukça... Dizileri 3-4 bölüm atlasanız da kayıp olmuyor. Bunun tek bir istisnası vardı ki o dizide malum tek bir sahne en az 50 kere tekrar tekrar sonra izlenirdi. Öylesi gelmedi bir daha... Ama itiraf edeyim izlerken ben hala o eski karakterlerine dalıp gidiyorum Asi oyuncularının. Hatta her mimik her konuşmada dizinin çeşitli bölümleri arasında gidip gelmeme neden oluyor. Aslında bunu da seviyorum itiraf edeyim şimdi.

Fatma Hanım’ı görmedim. Sanırım Ökkeş ve Goncayı gördüm bir yerlerde elimde kumanda gezinirken. İnanın Neriman Hanım’la İhsan Bey’in bir dizide beraber oynamalarına bile fitim. Onlara gençleri sorma fırsatım olur belki diye...

Canımsın, Ali, Hüseyin, Hüseyin'in aşık olduğu kız arkadaşı dahil hepsini çoook özledim. Burnumda tütüyorlar. … … aklımda Kozcuoğlu çiftliğinde, hadi hayırlısı...

serapSU, Sohbet Köşesi, 7 Ekim 2011

TY

Cuma alışkanlığı...

Bu yıl diziler beni hiç çekmiyor… e.min ben artık dizi izlemiyorum dediğinde şaşırmıştım, şimdi ben de öyleyim. Sadece cuma geceleri bakıyorum televizyona, cuma alışkanlığı ne yapayım… Allahtan orada eski dostlar var.

İhsan Bey, yeni dizide.. ama son derece başarılı. Babayı çok güzel yansıtıyor onu izliyorum. İhsan Bey olarak tabi.

Doktor Hanım da dizide, o da yardımcı evde sanırım!

Eee eski göz ağrımız, Yılmaz da dizide. Bana Tuba’dan Asi’ den güzel ayrıntıları hatırlatıyorlar, onun için izliyorum.

Asi’ye gelince… akşamları bazen reklamlarda izliyorum. Tabi ki özlüyorum ama Asi hep içimizde olduğu için çok bir şey fark etmiyor. Açıyorum bir bölüm, her karesini ezberlediğim için özlem bitiveriyor.

minikkulak, Sohbet Köşesi, 4 Ekim 2011


ANTE

Başı ille de yemenili...

Şimdi herkes köşesinde. Kimi evli, kimi başka dizilerde. Hatta bizim lastik çizmeli kız neredeyse yakında anne.

Onlar köşelerinde. Başka adlarda başka kentlerde; bambaşka hikayelerin içinde. Ama başımıza sardıkları bitmez tutku hep bizimle. Başımıza sardılar bu destanı, sonra çıktılar destanın dışına. Zaten öyle olacaktı bir gün ama bu kadar yakın olmasını beklemediğimiz bir anda oldu vedaları. Daha dalya bile dememiştik yüzüncü bölümü de devirip. Yetmiş birdeydik henüz.

Şimdi herkes kendi kabuğunda. Ya da bir dizi setinde. Aslan, Zeytinbağı’nda, Bursa yakınlarında. Oto tamircisi. Yine harbi. Yine dobra. Yine sevdalı başı. İhsan Bey, yine kız babası, kızıyla başı dertte. Evi yine sevimli belki ama bir sokağa açılıyor. Çiftlik çok gerilerde. Traktöre binmiyor artık. Büyücek bir arabası var şimdilerde. İhsan Bey artık tarlada değil, otomotiv sektöründe. Elinde vida, cıvata. İşi tamircilik. Kendi kalbini bile tamir edemeyen bir tamirci o şimdi. Kızının da tabii.

Şimdi herkes ayrı bir yolda. Ziya’yı görür gibi oldum bir dizide. Takım elbiseli miydi ne. O da tutturmuş gidiyor bir aksi yönde. Ne oduncu gömlekleri var üzerinde geniş ekoseli ne de çizme. Şöyle bir gördüm dedim ya. Bakıyordu gülümsemeden. Acaba sadece rol gereği miydi gülümsememesi yoksa içinde Hatay’a uzanan bir çiftlik yoluna duyduğu özlemden miydi?

Süheyla Hanım da sanırım bir dizide. Sanki onu da görür gibi oldum. Ama ne adını biliyorum dizinin, İhsan Bey’in yeni dizisinin adını bilmediğim gibi, ne de kanalını. Rüzgar onu da savurmuş bir yerlere. Yine vakurdu duruşu.

Cemal Ağa, yine ağa. Zaman zaman bir görünüp bir kayboluyor. Eee bu da ağalığın şanından olmalı. Bakalım bir daha ne zaman görünecek. Ali bile bir yerlere gitmiş. Yine oyunlar peşinde olmalı. Sanırım Demir’in babası da bir dizide.

Şimdi hepsi ayrı bir yerde. Gonca ile Ceylan nerede? Bir de Melek. Ya Fatma Anne? Bir onları göremedim. Yoksa Hatay’da mı kaldılar. Zaten bırakıp da gelinecek yerler miydi oralar.

Sanki Ökkeş de kapılmış gitmiş rüzgara. Sanki onun da çehresi vardı bir dizide. Çiftlik olmasa da yaşadıkları, başka kişiler olsa da canlandırdıkları; Ökkeş, o sadık Ökkeş’tir benim için. Ha Asi’de olmuş ha başka bir dizide.

Asi derseniz… O yeni Asiler peşinde. Biliyor ki bizim Asi hiç büyümez gözümüzde. Büyüyüp de olgunlaşırsa eğer, o çiftliğin kızı; destansı aşk hangi kopup uçup gitmiş sayfalarda unutulur kalır. Gençlikte filizlenen, gençlikle beslenen olaylar orta yaşta yaşanmaz. ASİ’ye hala çok genç ama bizim ne beklediğimizi biliyor o. Belki Kozcuoğlu Çiftliği’ni kotaracak, çekip çevirecek yeni nesil lastik çizmeli kızlar yetiştirmek üzere. Başı ille de yemenili. Atı ille de yağız. İlk sevdası ille de toprak, tarla tapan.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 04.10.2011


TY

2 Ekim 2011 Pazar

Açlık...

Asi ile birlikte keşke ben de şiir yazsaydım dedim yazabilseydim keşke dedim...
...

İnsanın duygularını sanat yüklü yollar ve araçlarla aktarabilmesi ne güzel bir ayrıcalık..

Asi, bende, olmayan yeteneklerime duyduğum açlığı su yüzüne çıkardı.

Bazen mutluktan ağzım kulaklarımda bazen de hüzünden gözyaşlarım ellerimi ıslatırken duygularımı sözcüklere dökmeyi ne kadar isterdim.
Ama dostlar sağolsun tam da düşündüğüm şeyleri kalbimin sesini yazılarınızda şiirlerinizde buldum ... ... tüm dostlarım.

serapSU, Sohbet Köşesi, 1 Ekim 2011


ANGlPNK(C)

1 Ekim 2011 Cumartesi

Üçümüz... ASİDEMİRASYA

Ben geldim yine... Bir Cemal Süreya mektubuyla.... Cemal Süreya 7 yaşında annesini kaybetmiş... Bütün sevdiği kadınlarda şefkati aramış... Birde erotizmi göze batmadan en güzel şiire döken ozan... Çok seviyorum onu... Oğlunun annesi Zuhal Tekkanat onüç gün hastahanede yatmış ve her gün ziyaretine giderken bir mektup şiir yazmış...Okusun diye...Okurken birden dikkatimi çekti... Üçüz, gözüz, biziz diyor.ASİDEMİRASYA bizimkilerde üçümüzdü... Ne güzel benzerlik...''HAYAT'' diyor... Birinin hayatı olmak ne güzeldir...

“Zuhal'im, hayat!
Hayatımsın. Bunu bilmeni isterim. En önce bunu bilmeni. Bir de şeyi bilmeni isterim: benden yanlış yere, yok yere kuşkulanıyorsun. Sana hiçbir zaman hayınlık etmedim ben. Edemem. Kaç yıldır evliyiz, yan yanayız. Hâlâ başım dönüyor senlen, esrikim senlen, seviyorum seni. Her geçen gün daha büyük bir aşkla. N'olur, akkavakkızı, anla beni. Bu sevgimi hor görme. Kendininkine uydur, yakıştır. Bu satırları ilk evimizin altındaki kahvede yazıyorum. Ve ben seni o ilk günlerdekinden daha büyük bir tutkuyla seviyorum. Biz iki ayrı ırmak gibi ayrı yerlerden kopup geldik, kavuştuk bir noktada, yanıbaşımızdan küçük bir kol da alarak büyük bir nehir meydana getirdik; birlikte akıyoruz şimdi. Nicedir bu böyle. Hep de böyle olacak. Denize dökülene, ölene dek. Bizim için tek koşul mutluluk olabilir. Hiçbir şey bozamaz birliğimizi. "Üçüz, gözüz biz." Sen de öyle düşünmüyor musun? Ne tuhaf, son bir iki ayda seni, benden biraz uzaklaştın, araya mesafeler, tedirginlikler sokuyorsun diye düşünürken, o sırada sen de aynı şeyleri düşünüyormuşsun. Bunlar aşkın halleri, aşkın zaman zaman kişinin önüne çıkardığı ezinçler, üzünçler herhalde. Bunu böyle yorumlamak gerekir. Bir de seviyorum seni. Tek dalımsın. Memo'yla birlikte, ama ondan da öncesin. Bunu böylece bilesin. Bilinmelidir bu.

Kahvenin önünden otomobiller geçiyor. Bir tane de at arabası. Seni düşününce o atı da seviyorum. Çay içiyorum. Artık ıhlamur içeceğim. Ne yumuşak, çağrışımlı, bağışçı, düşcül şeydir ıhlamur. Evimizin önünde bir ıhlamur ağacı olsun. Sen saksıda da yetiştirebilirsin ıhlamuru. Gece yatakta Memo'yla hep seni konuştuk. Susunca seni sustuk. Uyuyunca seni uyuduk.

Akşamları eve döneyim, kapıyı sen aç: gözlerin...
Memo okuldan dönmüş olsun. Kaçıncı sınıfta olsun?

Duygulu bir adamım ben. Bir film görmüştüm eskilerde; bir Fransız filmi; adı: "Jesuis un Sentimental." O filmdeki adam gibi miyim nedir?
Öfkem belli olur, coşkum ortaya çıkar da sevincim, üzüncüm dibe akar, orda büyür.

Yalnız seninle güçlüyüm. Sen olmasan bir anlamım olamaz. Sev beni.

Yaşayacağız.

Her şeyimi sana borçluyum. Sana rastladığım sıralar yıkıntılıydım. Sen onardın beni. Tuttun elimden kaldırdın. Ben de ekmek gibi öptüm alnıma koydum seni, kutsadım.

Aşk büyüdü, aşk!

Sen hastanedeyken her gün yazacağım sana. Seni nice sevdiğimi anlatacağım.

Yüzüğünden öperim.

( 12 Temmuz 1972 )”


Cemal Süreya


CEYHAN, Sohbet Köşesi, 1 Ekim 2011

NERGIZ=)

Milliyet, haber...

Hatısaru, S 2011, Milliyet, Cadde, s.4





Saklanan yazı...

Bu sabah kitaplığıma bakarken elime sakladığım bir yazı geçti… bir kısmını paylaşmak istedim;

“İyi bir dizi izleyicisi olduğum söylenemez. Rastlantı sonucu Asi’yi ekranda gördüm. Olaylar geliştikçe onu tutkuyla izlemekten kendimi alamıyorum. Aile saygınlığının öne çıkarıldığı dizi, aile yıkımıyla sarsılmış hayatımdaki boşluğumu doldurdu… ama asıl olan dizide… onur, kişilik, gurur, sadakat, saygı, dostluk gibi evrensel değerler işleniyordu.
Düzenbaz görüntüsü veren sevimli dede damadını yönlendiremese bile kızı ve torunlarına sevgisi göstermemezlik edemiyor… Baba dışından yenilmiş ama içindeki kayayı kimse oynatamıyor... Anneyi nice olaylar çaresizliğe itiyor ama sevgisini sarsamıyor. Kişilik ve inadın simgesi Asi içimde magmaya dönmüş ruhsal patlamayı dinginleştiriyor… Sabrıyla aşkının tutkularına yem olmasını önleyen Demir… Asi de böyle bir insan kokusu var… Simit sarayları nasıl McDonald’sa kafa tuttuysa, Asi gibi diziler de, diziyi sulu sulu Amerikan şamatacılığının, kof aşklar üzerine kurulu sonu gelmez Brezilya saçmalıklarının kökünü kurutmuştur.”


İşte Asi böyle bir diziydi… belki de tek diziydi… onun için onu çok sevdik ve seveceğiz.

minikkulak, Sohbet Köşesi, 28 Eylül 2011

Not- Alıntı, 4 yıl kadar önce Cumhuriyet gazetesinin sanat ekinden kesilip saklanmıştır. Ne yazık ki yazanı şu an için meçhul, fakat bir gün yazarını da ismen anabilmeyi diliyoruz.


BÜŞRA

Romeo ve Juliet neydi?

…"2400 yılları" aklımın bir köşesinde… "geleceğin kardeşlerine" mesajı iyice depreştirdi içimdekileri. Bizlerin ömrünün görmeye yetmeyeceğini çok iyi bilsem bile, o kadar inanıyorum ki, Asi-Demir’in ömrünün çok şeylere yeteceğine… şu an fark edilmese bile bir ‘destan’ yaratıldığına ve asırlarca dilden dile söyleneceklerine, görüntülerinin hiç kaybolmayacak kadar kopyalana kopyalana elden ele geçeceklerine. Onlar sanal karakterler… biz onlara takılıp kaldık! Romeo ve Juliet neydi? Döneminin sanalları… Onları bugün tanımayan var mı? 400 yıl sonra, bugünün hala inanılanları… Asi-Demir’e inanç onlarınkinden az mı?

e.min, Sohbet Köşesi, 30 Eylül 2011

SYMHS

Yağan yağmurda sırılsıklam...

Erdem aşkta olursa, o aşk destan olur. Çok aşk var mutlaka orada burada. Kendi içinde. İki kişi arasında. Arı. Tertemiz. Bildiğimiz de var, bilmediğimiz de. Bildiklerimiz, bilebildiğimiz kadar sadece. Öyle enikonu değil. Öyle uzun uzadıya değil. Ne kadarını görüp duymuşsak o kadardır o aşk ile ilgili bilgimiz.

Gözler önünde erdemli bir aşk olursa... O gözler önündeki erdemli aşkın zamanı, mekanı, ortamı düşlediğimiz boyutta olursa... O düşlediğimiz boyutta yaşanan aşk, doğanın en güzel görüntülerinde, kırlarda, tarlalarda, ağıllarda geçerse... O kırlar, tarlalar tarihin her şeyiyle yıkayıp yuduğu, kendi rengine boyadığı bir kentte uzanıp giderse... O kentte tersine akan bir nehir can verirken tarlalara, canlar alarak can da yakarsa... O kentte kayıp yenidoğanlar, kayıp gençlikler, kayıp sevdalar küllenmeyen bir köz halindeyse... Yağız atların sahiliyse o kentin sahilleri...

O yağız atlar terkilerinde uzun eteği ya da uzun etek pantolonu yağız böğürlerini öreterek Asi gözlü, gururlu, maşalı saçlı, lastik çizmeli bir kız taşırsa... At binen kızın karşısına at binen bir oğlan çıkarsa yağan yağmurda sırılsıklam olduğunu fark bile etmeyen...

Sevdadan sırılsıklam yan çiftliğin oğluysa o bir de. Evvelce büyüklerce yazılmış öfkelere, kinlere, nefretlere kova kova Asi sularından döküp, sayfaları temizlerken kendi gözyaşları Asi’yi doldurursa...

Sabırla, sevdanın ivmesiyle her zorluğa göğüs gererlerse... İşte bu zor mu zor, biri başarılsa diğeri atlanamaz yüksek duvarlar, eller kollar çizilerek; dizler yara bere içinde kalarak; avuçlar kanayarak tırmanılıp atlanırsa...

Erdemli aşk yani sadece iki kişilik, sadece sevda bağı üzerinde temellenmiş aşk kazanırsa seneler de sürse her çileye katlanıp;

İşte Asi odur. İşte Asiye, o at binen kızdır. Tek ve yalnızca odur ASİ’ye.

İşte yağmurda ıslandığını bile göremeyen sırılsıklam aşık Demir yürek, o yan çiftliğin oğludur. Tek odur.

Böylesi gelmedi. Asi dizisi, TEK ve YALNIZCA O.

O kadar.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 29.09.2011



dnz

Biliyorum... biliyorum

…bugün Hatay’a gittim… daha doğrusu, Hatay ili her şeyi ile bulunduğum şehre geldi. 4 gün illerini tanıtacaklar… … … Önce yemek kısmındaydım. Uzun çarşı esnafı ile uzun uzun sohbetler yaptım. Hiç yokmuş gibi kekikler, kimyonlar, kırmızıbiberler aldım. Sonra sini kebabı yedim. Bilirsiniz, Fatma onu güzel yapar… künefeyi de yedikten sonra dolaşmaya başladım. Kendime bir Tike kolyesi aldım… Tike Antakya’nın koruyucu tanrısıymış, daha önce neden duymadım diye hayıflandım. Tike tersine akan Asi nehrinin Antakya’ya zarar vermemesi için ayaklarıyla nehre bastırıyor ve Antakya’nın sular altında kalmamasını sağlıyormuş.

Oradan Samandağ’ına geçtik, ipekler ve iğne oyaları orada bekliyordu. Daha sonra Vakıflı köyüne geldim… başta ceviz reçelleri olmak üzere her şeyin reçeli oradaydı. Oradaki bey dikkatimi çekti… nereden hatırlıyorum diye sordum… Vakıflı’nın muhtarıymış… “Siz Asi’nin organik tarım yapan arkadaşı değil misiniz?” dedim… güldü, “Nasıl tanıdınız?” dedi. Artık ‘her karesi aklımda’ diyemedim… muhtar bana “Bakın, karşıdaki reyonda kim var!” dedi… döndüm… oradaydı… bütün asaleti ve güzelliği ile duruyordu. Asi, “Hoş geldiniz” dedi. Organik tarım sebzeleri için gelmiş, her zamanki gibiydi… “Nasılsın güzel kızım?” dedim, “çok iyiyim” dedi. Asya okula başlamış. Neriman Hanım Asya’ya bakıyormuş. “Babam tarlada biliyorsunuz oradan ayrılmayı hiç istemiyor” dedi… “hoş Ceylan benim yerimi aldı babama çok yardımcı oluyor ama babam topraklarını bir türlü bırakmıyor ki” dedi o güzel gülümsemesiyle. Defne’nin İstanbul’daki lokantası iyi işliyormuş, sık sık Antakya’ya geliyorlarmış. “Demir’le çok mutluyuz, merak etmeyin” dedi. Demir İstanbul’daymış… “Hepinizi biliyorum tanıyorum… sizler beni yaşatmaya devam ediyorsunuz ya bu da bana yeter” dedi. Bizler Antakya’da sizleri bekliyoruz, gelin dolaşın… sokaklarda, Samandağ’ında, Reyhanlı’daki konakta, Arsuz’daki evde… “Biz oradayız, siz beni unutmadığınız sürece hep var olacağız” dedi.

“Asi… güzel çocuğum, bizim sizi asla unutmayacağımızı biliyorsunuz, siz bizim yüreğimizin tam ortasındasınız, sizi seven herkes sizinle sizi yaşatarak yaşayacak” diye cevap verdim. O inanılmaz gözleriyle bakıp en güzel söylediği cümleyi tekrar etti “Teşekkür ederim”… incecik sandaletleri ayağında, kısa kollu bluzu ve eteği ile sanki ışıklar içindeydi… “Hep beraberiz” dedi, “Demir’i ve Asya’yı çok seviyorum… bizim aşkımız sonsuz bir aşk, hiç kimseninkine benzemiyor.” “Haklısın kızım” dedim… “seni çok seviyoruz” diye cümlemi bitirdim. “Biliyorum” dedi “…biliyorum”.

Ürünlerden almak isteyenler vardı, o nedenle içim burkulsa da onu bırakmak zorunda kaldım. Bana uzaktan seslendi. Tuba Hanım da evlenmiş, hamileymiş, sağlıklı çocuklar olmasını Asya’yı sevdiği gibi onları da sevmesini el sallayarak diledi. Oradan ayrılırken gözlerimde yaş vardı… neden bilmem! Defne sabunların standına geldim, şampuan alırken satıcı “ünümüz arttı” dedi. Ben de “bu ünü ASİ dizisine borçlusunuz” dedim. Satıcı bey “çok haklısınız, eğer Asi olmasaydı Antakya olması gereken değeri asla yakalayamazdı” derken, uzaktan sanki Asi’nin önünde eğiliyordu. Güzel kızım, dar sokaklarda Demir’e bakarken… Antakya’dan ayrıldım.

…bu etkinliği düzenleyen İzmirli Antakyalılara teşekkür ettim. Hepsi çok kibardı. Asimizi Antakya’sında bırakarak alandan ayrıldım. Dediğim gibi, neden bilmem gözlerimden sicim gibi yaşlar akıyordu.

Sevgili dostlar hoşçakalın… Asiyle kalın

minikkulak, Sohbet Köşesi, 28 Eylül 2011


ASLIK(C)