27 Şubat 2012 Pazartesi

Ortadoğu'da fenomen

‘Ortadoğu’da fenomen’, Hürriyet Kelebek, 27 Şubat 2012, s.3


Murat Yıldırım’ın yakında ekrana gelecek yeni dizisi “Suskunlar”, Ortadoğu ülkelerinde şimdiden konuşulmaya başladı


Başrolünde oynadığı “Asi” ve “Aşk ve Ceza” dizileriyle Ortadoğu, Balkanlar ve Kuzey Afrika ülkelerinde ünlenen Murat Yıldırım, yeni dizisi “Suskunlar” ile seyirci karşısına çıkmaya hazırlanıyor. “Suskunlar”, henüz Türkiye’de ekrana gelmeden, Yıldırım’ın dizilerinin yayınlandığı ülkelerde büyük merak uyandırdı.

Genç oyuncunun hayranları, dizinin teaser’larını kendi dillerine çevirip internette paylaşmaya başladı. Ayrıca televizyon kanalları, “Suskunlar”ı yayınlamaları için mail yağmuruna tutuldu.

PULITZER’Lİ GAZETECİ SETE GELDİ
Yıllarca New York Times’ta, şu sıralar ise en önemli haber ajanslarından Reuters’te çalışan Pull
itzer ödüllü gazeteci David Rohde, özellikle Ortadoğu’daki şöhretiye dikkatini çeken Murat Yıldırım’la görüşmek için Türkiye’ye geldi. Türk dizilerinin Ortadoğu’daki başarısını araştıran Rohde, ünlü oyuncuyla yeni dizisinin setinde buluşup röportaj yaptı.




HAYRANLARI TÜRKÇE ÖĞRENİYOR
Murat Yıldırım, Ortadoğu, Balkanlar ve Kuzey Afrika ülkelerinde geniş bir hayran kitlesine sahip. Hayranları arasında onu ziyaret etmek isteyen ve bu nedenle Türkçe öğrenmeye çalışanlar da var. Şu sıralar Balkanlar’daki bir grup hayranı, Yıldırım’ın doğum gününde Türkiye’ye gelmek için internet üzerinden program yapıyor.



19 Şubat 2012 Pazar

Tuba Büyüküstün ve Murat Yıldırım


Dostlar haber oldukça uzun. Gazete 6.sayfanın tamamını bu konuya ayırmış. Sevgili Tuba ve Murat'ın bulunduğu kısmı tarayarak aldım sayfamıza. Yazının tamamını okumak isteyenler aşağıdaki linki ziyaret edebilirler.

Arslan G. 2012, ‘Ortadoğu’da Kıvanç, Balkanlarda ise Kenan seviliyor’, Pazar Milliyet Televizyon, 19 Şubat, s.6




13 Şubat 2012 Pazartesi

Yapayalnız... insan ürperiyor...


Demir'in yaşadığı acı ne olursa olsun, Asi bence bu noktada en haklı olandır…

Asi'nin Melek’in intiharına giden süreçte istemeyerek de olsa katkıları var mıdır tartışılır. Hani bazı şeyleri şöyle yapsaydı ya da böyle yapsaydı diye düşündüğümüzde sonuç ne olur kestirmek zor, neticede bir faraziye. Melek  zaten Melek olmaktan çıkmıştı, Alinin kendini sevdiğini sanırken de, gerçeklerle karşılaştığında da, Melek zaten kişiliğini yitirmiş deyim yerindeyse zavallı bir ruh haline bürünmüştü. Annesinin intiharı, Teyzesinin intihar girişimi acılarıyla beraber orada duruyorken, kendisini ölümüne seven bir abi ve henüz kavuştuğu babası yanı başındayken, hepsini bir kalemde silip, ölümü seçiyorsa, kimseyi suçlamanın bir mantığı yok, kendisi ve Ali hariç. Melek aklına koymuş bir kere, zaten şu kadar vicdanı olsa, bunu abisine teyzesine ve her şeye rağmen babasına yapmaz.

      Demir'in üzüntüsü, acısı, kızgınlığı bir yere kadar tolore edilebilir. Sonuçta Asi de her şeye rağmen 2 defa konuşmayı denedi, Demir kestirip attı. Açık ya da dolaylı hoş olmayan şeyler ima etti. Buna rağmen Asi konuşmayı denedi. Demir için Melek’in kaybı ne kadar üzücü ise, Asi içinde ihanetle suçlanmak en az o kadar üzücü olmuştur. Daha bir gün öncesine kadar hayatını, aşkını, sevgini paylaştığın insanı tanıyamamışsan. Evliliği aşkı da geç, 1,5 - 2 yılda Asi'yi insan olarak bile tanıyamamışsan o senin kendi ayıbındır.

      Daha öncede birçok kez yazdım, ne olursa olsun Demir Asi'yle açıkça her şeyi konuşmalıydı. İnanır ya da inanmaz bu kendi problemi, ama en azından bir çok konu aydınlatılmış olurdu aralarında. Demir duyduklarından sonra, kontrolünü kaybedebilir, psikolojisi bozulabilir, gitmek isteyebilir, boşanmak isteyebilir. Bunların hepsine hakkı var. Aklında, kalbinde şüphelerle gitmenin mantığını kavrayamıyorum. Son kez de olsa konuş ve kararını ona göre ver. Bir ihtiyaçsa ayrılığa karşı değilim. Belki de Demirin buna ihtiyacı vardı. Ama ne olursa olsun her şeyi adabıyla yapmak gerek ki hem giden olarak kendine, hem kalan olarak sevdiğin kadına ve en masum olan kızına yıllar süren, acı, yalnızlık, hüzün, özlem çektirmeyesin.

       Süheyla hanımın kazası olmasa belki bir ömür sürecek bir ayrılıktan söz ediyoruz, belki de bir hiç uğruna. Yine bu noktada Demir hatalı, Asi konuşamasa bile en azından bir adım atmış Asos'a gitmiş uzaktan da olsa sevdiği adamı görmüş. Demir ise aksine bunun düşüncesi içinde bile olmamış. Tamam, gitmen gerekiyordu olabilir, kendini dinlemeye, kendinle hesaplaşmaya ihtiyacın vardı vs. vs. hepsi olabilir. Demir hatta diyelim ki gitmekte yerden göğe kadar haklı olsun. Ama yine kendisi değil mi, Süheyla Hanım'a, Namık Bey'e (59. bölümde) "Uzaktayken çok düşündüm, bütün hayatıma dönüp, dönüp yeniden baktım, Asi öyle biri değil, birine bağlıyken, bir başkasına yakınlık duyması mümkün değil." diyen. Mademki bunu anladın, inandın, gurur yapmanın ya da çekinmenin mantığı nedir. Tamam, olanlardan sonra kalman mümkün değildi düşüncene göre, her şeyi bitirip gitmek zorundaydın. Ama içinde bazı soruların cevabını bulduğun, bildiğin halde dönmemek niye, 5 yıl tesadüfler olmasa bir ömür, düşününce akıl almıyor. Madalyonun bu tarafına baktığımda Demir'i affedemiyorum.

      Asi'nin tutunacak dalı Demir'di, Demir o dalı kırdı. Asi de 5 yıl o koca ailenin içinde yapayalnız yaşadı. Asya tutunacak bir dal gibi gözükse de, o anne Asi'nin tutunacak dalıydı. Süregelen yaşamla bağıydı. Tıpkı Demir'in Deniz'i gibi. Ama aşık Asi, kadın Asi o beş yıl boyunca yapayalnızdı. Düşününce insan ürperiyor, kalbin biriyle öyle dolu ki, patlayacak gibi aşktan, ama sevdiğin insan senden bir ömür uzakta. Kalbin kanatlanıp ona uçmak istiyor, ama aklın durduruyor, acaba dedirtiyor. Demir'in gitmeden önceki ürkütücü düşüncelerinden dolayı.
A: "Uzaktan seyrettim seni, yanına gelip bu kadar ayrılık yeter, sende bensiz yapamazsın demek istedim. Ama yapamadım."

D: "Neden gelmedin? Neden söylemedin bunları?"

A: "Çünkü beni görünce ne yapacağını bilmiyordum. Seviyor musun? Özledin mi? İstiyor musun? Bilmiyordum."
      Demir'inde tutunacak bir dalı vardı. Karısı yani Asi ama o tutunmayı değil kırıp gitmeyi seçti.

      Sonuçta ne Asi bunları haketti, ne de Demir, Melek bir faktör gibi gözükse de, netice itibariyle Demir hem kendini, hem Asi'yi cezalandırmıştır olanlardan sonra. Ve ne olursa olsun olayların yaşanış şekli bakımından Demir haksızdır.

askasone, Sohbet Köşesi, 12 Şubat 2012


Görsel çalışmalar / İLAYDA)))  / 06.08.09

Hikayenin sonuna gelirken...

Bu aralar ‘kader‘ mevzusuna fena taktım. Ya bilinçaltımda bir sıkıntı varda o sıkıntıdan kaçmak için kendimi kandırıyorum, işin kıyak tarafını öğrenmişim ya da her şeyin sebebini ona bağlamak afilli geliyor. Bilmiyorum… Kader beni ona götürüyor. Ummadığım filmlerin teması o çıkıyor, ummadığım kitaplar onla dolup taşıyor. Bazen bir kitabın sayfasını açıp baktığımda ünlü bir düşünürün onlu cümlesi tam da gözüme gözüme çarpıyor… Asi ve Demir’e senaryo yazarken de inanmadığım ama sürekli tesadüfen (!) karşılaştığım bu sözcüğü vermiştim. Öylesine… mi? Kader mi? Bu son cümleyi yazarken gülmek geldi içimden. Neyse… deyip asıl meseleye geliyorum.


Ünlü bir düşünürün cümlesi demiştim. Schiller demiş ki, ’Kalbin atışı, kaderin sesidir’…

Bazen bir kapının ardındadır mutluluk. Açmak için hep geç kalırız. Tembelce başkalarından da beklediğimiz olur. En kötü ihtimalle bizi bekleyen bir mutluluğu kaybeder başka bir şanslı dönem için nadasa bırakırız yüreğimizi… Bazense… Yanlış kapıya gideriz. Gören gözlerin, duyan kulakların doğru olmadığını sana söylese de elin uzanır bir kere. Mutsuzluğu kazanırsın. Bilerek olur bu. Kendi kendimi çürüttüm bu durumda. Kadere inanmıyorum ben demek ki. Bir aldatmaca bu sözcük. Çoğu şey, bizim elimizde. Hatalarımız ve günahlarımız bizim. Hatalarıyla yüzleşemeyenler kaderim buymuş deyip kendini suya bırakanlar… Melek… Ne yazık ki bunlardan biriydi.

Annenin kaderi kızına derler ya hani. (gene o sözcük)Melek ve Emine arasında büyük bir fark olduğunu düşünüyorum, sonuç ne kadar aynı olsa da. Emine, bir annenin çaresizliğiyle masumiyet kazanıyor gözümün önünde, derin bir saygı duyuyorum ona, en büyük hikaye onun diyorum içim acıyor. Melek için de içim acıyor tabi. Çünkü ne kadar büyümüş gibi olsa da son dönemlerinde, abisi gibi içinde saf bir çocuk taşıyor. İşte o çocuk görünenin ardına bakmasına engel oluyor. Ütopik bir dünyanın içine koyuyor onu. Gerçek Ali’yi göremiyor, Ali de usta bir yalancı, işini biliyor… Demir’e de kızıyorum bu anda… Ali’yi tanıyor. Başına gelenlerin arkasında onun olduğunu biliyor. Ali gibi bencil bir adamın Asi için yaşamını tehlikeye atacak kadar ona zaafının olduğunu da. O adamı… Karısıyla aynı eve sokmasaydı diyorum… Asi’ye de kızıyorum. Susmasaydı diye. Giden gider derler ya… Keşke Demir durdursaydı kardeşinin evliliğini, gösterseydi bir şekilde Ali’nin gerçek yüzünü…

Demir’in gözlerindeki ılıklığı ilk o yakalamıştı aslında. O hep kolunu saklarken, gözünü büyütüp masumca bakardı Demir’e, onun omzuna sığınırdı çoğu zaman, limanıydı Demir. İsmi gibiydi, masumdu.

Geçmiş, bir an yaklaşıp aynı acıyla bir kere daha karşılaştırdı Demir’i. Demir o mektubu okurken, Melek’in vedasını… Vedasının sebebinin Asi ve Ali olduğunu… okurken, Melek, isminin gücüne kapalıp, beyaz bulutlara doğru açmıştı kollarını… Yüzünde hafif bir gülümsemeyle, kurtuluşa gittiğini, yalanları, ihanetleri arkasına koyduğunu düşünüyordu. Sevmediği dünyaya içinden ‘hoşça kal’ diyordu. Parmakları oynadı, o kolu hafifçe yere doğru düştü, sanki aynı hastalık bir kere daha yapışıyordu oraya. Ayak ucu yavaşta kaydı köprünün taşlarının arasından, gözlerini kapatmadı ölüme giderken, hiç olmadığı kadar güçlüydü tanıdık o sahneye. Sonra, Asi nehrinin soğuk suyuna gömdü bedenini… Saniyeler içinde. Ölüm ve yaşam arasındaki o ince çizginin sınırını çoktan aşmış oldu.

Geç kaldığının farkında değildi… Suyun içinde kardeşinin yüzünü arıyordu. Hayat gene onu aynı yere getirmişti. Melek diyordu avazı çıktığı kadar. Melek! Belkilerle dolu. Melek diyordu, bağırıyordu, koşuyordu Demir… Uçup, kanatlarından tutup, yere indirmekti niyeti. Daha önce yaptığı gibi. Kurtarmaktı kardeşini.

‘Lütfen’ der gibi yalvarıyordu sanki Süheyla’nın Melek içlenişi. Koşuyordu kırmızı toprağın üzerinde yetişmek için. Ali, sebep olduğu bir ölümden bir haber yalpalayarak… gidiyordu oraya, karısına.

Suyun üzerindeydi cansız bedeni… Yüzü suya dönük, kendini göstermiyordu. Ölmeden önceki gibi kolları hala açıktı, ölümü haber almış kuşlar uçup kaçarken oralardan, o da onlar gibi sonsuzluğa açmıştı kollarını, kanat sanıp, ölümdeyken hala çocuktu sanki.

Demir ve Süheyla’nın seslenişleri birbirine karışırken… kötü haber büyük bir hızla yayılmıştı her yere… İhsan, Neriman, Defne, Kerim… Herkes… İçlerinde umutlarla koşuyorlardı. Asi, ölüme giden birinin zehrine maruz kalmıştı. Yanlış bir anlaşılmanın kurbanı olmuş, sebep olmuştu.

Haydar, içine düşmüştü bir kere keder. Kafesin içinden kızının adını verdiği kuş kaybolunca. O keder aldığı haberle yüzünde büyüyor, bir anda yaşlandırıyor onu… Büyüşünü göremediği kızının ölüm haberini almaya yakındı.

Ses verir umuduyla… ’Abi burdayım ‘ der diye… Her abi deyişinde, sesini hafifçe yumuşattığı gibi yine. Demir, acıyla Melek diye çınlatıyor toprakları. Haydar, yorgun bedeniyle güç bela koşarken ‘kızım’ diye haykırıyor.

‘Meleğim’ diyemeyecek Demir bir daha. Dese de eski anılarına diyecek kardeşinin. Üzülmüş yüzünü yere indirdiğinde ,ona sarılıp ‘ben buradayım’ diyemeyecek. Yanında olamayacak. Melek ‘abi’ diyemeyecek, Demir onun her abi deyişinde onun hala küçük kız kardeşi olduğunu düşünemeyecek. Kahkasını işitemeyecek, birlikte eski anıları anlatıp kol kola gülümsemeyecekler o anılara. Hepsi… Zihnindeki birer sızı olarak kalacak… Bir kardeş eksikliğini hep duyacak. Karanlıktan korkan kardeşini bir karanlığa bırakacak Demir. Ve hep bu cümleyi düşünecek içinde. ’Melek öldü. Melek öldü.’… Bir rüya, kabus olsun diye dua edip, her sabah uyandığında onun artık olmayışını hatırlayıp, avazı çıktığı kadar isyan etmek gelecek içinden… İnanamayacak bir türlü. İnanmak gelmeyecek içinde… Odalardan birinden çıkıp gelmesini bekleyecek ya da kapının aniden çalmasını. Gelmesini…

Uyur gibi Melek. Nehir onu kenarına terk etmiş. Demir ulaştı sonunda. Cansızca duran kardeşinin bedenine.

Hani… Anadolu kültüründe ağıtlar vardır. Ölen kişinin ardından ailenin bir kadın ferdi, dizlerine vura vura şarkı ve şiir arasında bağırarak söyler içindeki acıyı.

Öyle bir sahneydi. Ağıt gibi… Haydar, bilir gibi dizlerini çöküyor toprağa. Demir hala Melek derken… Kerim kardeşi gibi olan Melek’e ‘hadi uyan…’ diyor. Asi, yetişiyor yetişmesine de… O acı tabloya yetişiyor.

‘Meleğim, hadi uyan’ diyor Demir… Kardeşinin yüzüne doğru son ‘meleğim’ deyişi. Süheyla kızının ölümüne inanmıyor… ’Annesinin bir tanesi. Aç gözlerini. Ne olur’… Bir anne yarısı değil Süheyla, anne orda… Melek’in annesi. Her anne gibi evladına ölümü yakıştıramıyor. Demir, çaresizce… kabulleniyor hıçkırıklarının arasında…

Çamurların içinde uzanmış yatıyor Melek. Üşümüş. Süheyla ‘yavrumun üstüne bir şey verin’ diyor çevresine. Ağzıyla duyuruyor sonunu Melek’in, kimse de kılını kıpırdatmıyor…

Yüreğindeki o son hisleri de hıçkırıklarıyla akıtıp bitiriyor Demir. Melek’i kucağına alıp, uzaklaştırıyor oradan. Kolları hala açık Melek’in. Gerçekten uçuyor artık. Kaderin kırılma noktasına götürüyor onu, abi ve kardeş olarak hikayelerinin başladığı yere. Gene bir kırılma. Çat diye. Bu sefer daha derinden… daha acıtıcı.

Geçmiş… Kardeşinin yeniden hıçkırığını duymasıyla geliyor gözüne… O acı… aynı acıyla hatırlatıyor kendini. Daha da katlanarak. O nehir bir yarısını da alıyor ondan.

Yatağına götürmüş Demir, Melek’i. Ağlamıyor. Hıçkıramıyor. Gözü yüzünde belki uzun kirpikleri aralanır diye ya da yılların biriktireceği özlemine mi çare olsun diye… Hiçlik aslında. Kocaman bir hiçlik hissettiği… İçindeki güzel her şey yok olmuş. Kül olmuş.

Asi, dizine dokunuyor Demir’in, avutucu bir dokunuş niyeti. Melek’i götürecekler Demir’den, söylüyor bunu. Demir, Asi’yi yok sayarken cebindeki mektubun ucunu görüyor. ’Ver onu bana’ diyor Asi’ye, bakıyor gözlerine. Yüzü suçluyor onu. Gözleri ise… Melek’in katiline bakar gibi. Asi elinde bir başka zarfla... Demir için artık değerinin kalmadığını düşündüğü bir zarfla… kalıyor arkasından…

Asi ve Demir’in hikayelerinin sonuna gelirken… acı olan bu değil. Acı olan Melek’in susan nefesi. Demir’in kardeş acısı. Süheyla’nın, Haydar’ın evlat kaybı.

TUBASİ, Sohbet Köşesi, 11 Şubat 2012





Görsel çalışmalar / asiyemm / 12.11.11

Kambur...







56’nın tüyoları geldiğinde o kadar kızmıştım ki… Demir bir daha hiç bir zaman aynı Demir olmayacak diye. Tabi Meleğe de üzülmüştüm. Ama Demir yeniden aynı Demir olamadı gerçekten. Bakışları, kamburu beni mutsuz etse de Murat Bey’i alkışladım rolünü başardığı için. Aile ve sevdiklerimizin kaybının geride kalanlar üzerindeki etkisi için belki de tek söylenebilecek şey kayıp yaşayanların bir daha asla eski hallerine dönemeyecekleri.
serapSU , Sohbet Köşesi, 8 Şubat 2012

Görsel çalışma  / begüm  / 27.04.2009

Acıyla yaşamak...


56. bölümü sadece yayınlandığı tarihte ağlayarak izlemiştim. Diğer bölümleri kaç defa izlememe rağmen onu tekrar izlemeye yüreğim dayanamazdı.
Demir'in Asi'yi bırakıp gitmesini ben de çok eleştirmiştim. Aldatıldığını düşünmesini kabullenememiştim.  Belki de en sert yazanlardan biriydim. Aslında Asi konuşsaydı da Melek vazgeçmeyecekti yine de. Aynı sonu yaşayacaktı. Asi'ye kızamıyorum. Ama Demir'de orda kalamazdı.
Şimdi empati yaptığımda Demir'i anlayabiliyorum. Yaşamla en önemli bağı kardeşini kaybetmişti. Eminim siz anneler için yaşamla en önemli bağınız çocuklar. Annemden bilirim. Benim için de en önemli bağım abilerim derim. Ben de aynen Demir gibi her şeyi geride bırakıp gitmek istiyorum. Kardeş farklı bir şey anne baba sevgisine benzemiyor. Ben abimin hasta olduğunu öğrendiğim de ölmek istemiştim. Niye o neden ben değilim demiştim. Hala da aynı düşünüyorum. Üstelik Demir kaybediyor onu. Orada kalmak ona acı verecekti.
O duyguyu yaşama korkusu bile kaldırılacak gibi değil. Demir için daha zordu. 
Sevdiklerimizle, yaşama sebeplerimizle yaşlanmak dileğiyle.

Bu yazıyı başka bir forumda e.min yorumlar arkasından paylaşmıştım. Hala aynı düşüncedeyim. O acıyla yaşamak baş etmek o kadar zor ki. Melek şanslı imiş. Demir'den önce öldü. Artık bırakıp gittiği için Demir'i suçlayamıyorum, kızamıyorum. Bırakın bırakıp gitmeyi ölümü bile istiyorsunuz.
Amacım sizi üzmek değil. Sadece duygularımı paylaşmak istedim…

CEYHAN, Sohbet Köşesi, 8 Şubat 2012


MERVE61

İçimi acıttı birşey...

Aslında… 11.bölümü izlerken… İçimi acıttı birşey...

'Korkmasın diye kendi ışığımı açıkta tutardım, kapının altından ışık geldiğini görsün, rahat uyusun diye ışığımı kapatmazdım… Melek karanlıktan korkardı, ışığı görünce uyuyuverirdi...’
dedi ya Demir...

İçim acıdı... Melek'e olan zaafı onu nehirden çekip alırken başlamıştı, başkasızlık ,Melek'in kırık kanadı, annesizliğin kardeşindeki eksikliğini hep görüşü… Bütün bunlar bir abi olmaktan daha büyük bir vazifeye soktu onu… Karanlıktan korkmasın diye onun ışığını yakmadı, korkusunu yüzüne vurmaktı bu, nazikçe ışığın hep onunla olduğunu o bunu fark etmeden hissettirdi Demir... Demir, olağanüstü güçleri olan bir prensti de… çareleri hep buluyordu sanki…

Kardeşini toprağın karanlığına gömerken... Bir ışık yakamadı onun için... Çaresizlikse eğer, çaresizliğin adı buydu...

TUBASİ, Sohbet Köşesi, 4 Şubat 2012



sevecen0132



Temiz bir ürek... Baleli



Biliyorsunuz Asi Azerbaycan TV'sinde de gösterilmeye başladı16 Ocak 2012 itibariyle. Azeri bir Asiseverin, Baleli'nin içten mesajı :

usayken, Sohbet Köşesi, 4 Şubat 2012

Salamlar 
ASİ-yi  ve doğumundan bir-biri üçün yazılmış bu iki insanı temiz bir ürekle içtenlikle sevenler. 
Türkiyede bu dizi 2008-de yayımlandı, amma biz Azerbaycanda teessüfler ki, yalnız 2012-de yayına girdi. İlk bölümünden etibaren izledim ve çox sevdim. Evet, bu dizide qürur var - keçmişin ve nifretin doğurduğu gelecekdeki bütün saf duyğuların güclü bir reqibi kimi böyütdüyü bir qürur. Lakin sevgili kardeşlerim, unutmayın men Asi ve Demirin gözlerinde bir-birine bakarken bütün çirkinliklerden uzaq ve saf sevgini gördüm. Eger onlar heyatlarının sonuna qeder bir-birine mehz bu baxışlarla baxmaya davam etseler, onları heç bir qürur, nifret, düşmençilik yenemez. İsbat : "Dünyanın en gözel çifti : Asi  ve Demir" Helelik burada 12 bölümü yayımlandı, ama gelecek bölümlerde neler olursa-olsun, bu sevgi ateşi yüreklere bir defe düşüb artık ayrııklar olsa bele bu uzun süremez! 
www.asi-demir.com-u izleyen her kese mehz bele bir eşq dileklerimle sağlıqla qalın!!!!!!!!!!!!!!!!!! 

Balim

Gözyaşlarının payı...

Dizimizde ciddi bir su sıkıntısı yaşanmıştı. Kuraklık boyutunda. Toprak çatlamıştı. Asi Nehri  o zaman Demir, İhsan Bey'i kurtarsın diye  sanırım ters ters davranmış olmalı ki taşmadı, tarlaları sulamadı. Kuyular açılsın da Demir’e, İhsan Bey’i kurtarma yolu açılsın diye.

Şimdi taşarak kuruyor Asi Nehri. Özlemden kurudu, kavruldu o su yatağı bile. Özlemden taşıyor. Havaalanlarına doluyor. Bir uçağın tekerine değmek için.  O tekerle, şimdilerde İstanbul'da yaşayan bir çiftçi kızın kentine gitsin, onun geçtiği yollara aksın diye. Yeni Asi'yeler'e selam vermek üzere.

Tabii var değil mi? Hem de nasıl payı var o sevdalıların gözyaşlarının Asi Nehri’nin taşmasında.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 01.02.2012


melinda

Yalnızlığı paylaşmak...

Demir... Geçmişinin haklı acısıyla gelmişti oraya... Cehenneme çevireceğim diye yemin etmişti oraları, ateşe verecekti… Gözü ürkütücü bir düşmanlıkla bakıyordu. Düşünüyordum… Ben olsam… benim annem… benim kardeşim olsa… Ben de bakardım öyle diyordum... Cehenneme çevirmek için belki de hazır hissederdim kendimi, unutacak olacağım anlarımda yanımda bana o zamanları hep hatırlatacak bir teyzem olurdu. Öfkemi güçlendirir, kinim de hep dipdiri kalırdı... Hak veriyordum vermesine de... Anlamadım sonra... Nasıl unutur insan... Nasıl vazgeçer yıllandırılmış bir öfkeden... Nefretiyle korkutan bir adam… nasıl olur öyle…

Dedem hep 'iyi insan, kötü insan yoktur kızım' derdi...'ikisinden de var içimizde... seçimi yapacak bizleriz '...

Aydınlıktı bir tarafı insanoğlunun... bir tarafı da… karanlıktı işte… Yaratılmışlığında vardı bu... Seçimleri onu 'o' yapan oluyordu... Ya da hayatın ona gösterdikleri... Bu derince meselenin sırrı tesadüfler mi, şansımız mı ya da bize bahşedilen gücümüz mü? Hepsi ya da... hiçbiri…

Demir'in payına düşende Asi oluyor... Hani gözleri sevgiyle de bakmıyor Asi'nin... öyle karşısındakine kolayca alışan, sessiz yaklaşan biri de değil... Siyah buklelerini savuruyor, toprakta kendinden emin ve hep meydan okuyor, atın üstünde rüzgarla savaşıyor, gözleri büyük bir güçle karşısındakini eziyor... Yüzü su gibi saf belki insan kapılıp gidiyor ama sözleri ağır bir ok gibi de çarpıp duruyor...

Karanlık tarafının Demirin epeyce sıkı bir düşmanı oluyor, aydınlık tarafı içinde bir asi olup çıkıyor, isyanı basıyor, yorgun yürekli bir adamken Demir hayat verdiği nefesle kendi nefesini buluyor... Kalbinin sesini duyuyor... Annesinin ölümüne sebep bir soydan gelen kız içinin aydınlığı oluyor...

Asi, yüreği babasının çaresizliği içinde, çiftliğinin ışıklarının söndürüldüğünde, şöminenin önünde içine doğru dönüp karanlığın bitmesini bekliyor... Demir, çiftliğin önünden geçerken ailesiyle, gözleri ışığın olduğu pencerede, yüreği Asi'nin peşinde takılıp kalıyor...

Aydınlanmış yüreği, Asi'nin yalnızlığına dayanamıyor...

Çalan telefona baktığında Asi, içinden ne geçiriyor anlamıyorum… Seviniyor mu? Bilmiyorum… Ama suskunlarda Asi… Bir süreliğine… Demir ‘eğer korkuyorsan’ diye başladığı cümlesini yarıda kesiyor keskince ‘ hayır… korkacak bir şey yok’ diyor… Demir’in mağrur sevgilisi unvanını bir kere daha gün ışığına çıkarıyor. Demir elinde feneri, çiftliğin arka bahçesinde gözleri ışığın olduğu pencerede… Gülümsüyorum kocaman Asi, Demir’i azarladığında, Demir’in ‘seni yine mi kızdırdım’ diye içerlediğinde…

‘Yalnız olmadığını görmek istersen, kalkıp pencereden bakman yeterli’…

Pencereye doğru yürüyor Asi…Perdeyi araladığında dışardaki soğuk karanlığa bakıyor…

‘Baktım. Ne görmem gerekiyor?’
‘Hala görmüyor musun?’

Karanlığın içinde bir nokta fenerin ışığı… Asi’nin yüzünde kocaman bir gülümseme oluyor, o asi kız sıcacık oluyor… Küçük bir nokta ışık… Sevgiyle kabartıyor içini… Anlamadım diyordum, Demir niye unuttu öfkesini diye… İşte bu gülümsemeyi görmek için… Bu ufacık tebessüm her şeye değiyor...

‘Şimdi görüyorum…’

Demir’in de içini görüyor belki de… Önyargılarını rafa kaldırıyor kısacık bir an… Gene de kuşkuyu seviyor Asi…

‘Bu numarada tecrübeli gibisin?’

Telefonun diğer ucunda Demir, belki de en çok bu hallerini seviyor Asi’nin… Gülümsüyor…

‘Nerden anladın… Evet aslında tecrübeliyim’

Kızgın yüzünü getiriyor belki de gözlerinin önüne, perdeyi çekişini seçebiliyor durduğu yerden, içinde onu öfkeli görmekten hoşlanan hınzır bir çocuk var sanki…

Asi, pencereye sırtını dönüyor Demir’e döner gibi… Yüzünün hali değişiyor… Telefonu yüzüne kapatır diye bekliyorum o an, belki de son kelimesini dinleyip kapatacak…

‘İyi tahmin… Korkmasın diye kendi ışığımı açıkta tutardım, kapının altından ışık geldiğini görsün, rahat uyusun diye ışığımı kapatmazdım… Melek karanlıktan korkardı, ışığı görünce uyuyuverirdi...’

Asi’nin güzel olduğu anları çeşitliydi… İnsanın güzelliği değişir mi… Onunki değişirdi… Yeniden Demir’e döndü, perdesini yeniden aralayıp yüzüne o… büyülü temizliği yerleştirdi… Dudağında huzurlu bir tebessüm kırıntısı duruyordu, dışarıya Demir’e bakar gibi bakıyordu… Öyle güzeldi ki... ’Teşekkür ederim’ dedi sonra… Yalnızlığını paylaştığı için mi, yalnızlığı paylaşan Demir olduğu için mi, yalnızlığını paylaşan Demir gibi ince ruhlu bir adam olduğu için mi...

Demir, feneri ağaca astı… Asi’nin karanlığına bir ışık yaktı… İçindeki aydınlığın bir zerresi dahi değildi… O kocaman gülümsemeyi görmesini dilerdim Demir’in…

TUBASİ , Sohbet Köşesi, 3 Şubat 2012



Balim 

Asi bereketi...

Asi…
akan bir suyun kaynağı olarak geçtiği toprakları sulayıp bereketlendirdi… etrafında doğa canlandı… toprak bazen bire bin verdi… bazen ketum kaldı...
ve… insanlar sevdalarıyla… acılarıyla… yaşamlar oluşturdular…

sanal dünyanın ürünüydü bizim Asi'miz… 2007'de akmaya başladı… bizim dünyamıza...
öyle şatafatlı bir dizi de değildi hani… reklamı da aman aman yapılmadı…
pek çok dizi gibi o da inişler çıkışlar yaşadı… yaşattı…
ancak… adını koyduğumuz/koyamadığımız bir biçimde yüreğimizden yakaladı bizleri… gerçek ya da gerçeğe en yakın haliyle belki de…
o gün bugündür aramızdaki bağ hiç kopmadı… yaşamımızın 5 yıl Asi'yle geçti… görünen o ki… uzun yıllarda geçecek...

Asi bu…
yatağına sığmaz taşar zaman zaman...
bize de öyle oldu… dolduk... taştık… yüreğimiz dar geldi…
forumlarda… duygularımızı… düşüncelerimizi paylaştık…
paylaştıkça çoğaldık...
tanış olduk...
arkadaş olduk...
can olduk...
çoğu artık yeni yetmelik dönemlerini gerilerde bırakmış...
etrafına biraz daha korku ve şüpheyle yaklaşan insanlara… bu yaşlarda da yeniden arkadaşlıklar kurulabileceğini öğretti...
hem de hepi topu 71 bölümle...
daha devam etseydi... halimiz ne olurdu varın gerisini siz düşünün…

*naile*, Sohbet Köşesi, 2 Şubat 2012


TWETY(C) / 2008


10 Şubat 2012 Cuma

14. Bölüme Dair


Çok şiddetli oldu o etkileşim...
Aslında Demir'in dışa vurduğu şeyler sadece zaman zaman söylediği sözler değil. Asiye her bakışında içi titriyor. Bu ona kızgın olduğunda da böyle. O bakışları kaybetmedi… hiç bir zaman. Sadece kızınca biraz daha hırçın baktı Asi'ye. Her şey bakışlarda gizli. (Melih Kibar'ı saygıyla anıyorum!) 
Bir gün eğer Demir Asi'ye böyle bakmazsa o zaman her şey bitmiştir demek benim için...
Bundan sonrası için şunu söyleyebilirim...
"Bazen gurura baskın çıkar aşk
Silersin geçmişini bu uğurda
Hiç acımadan bir çırpışta" 

ağır-abla / 4 Şubat 2008


3 Şubat 2012 Cuma

13. Bölüme Dair

Belki de güven Demir için aşk demekti. Belki bu yüzden bu kadar kızgın. “Güvenmiyorsa beni sevmiyor” demek mi acaba onun için?
sevda123 / 1 Şubat 2008


2 Şubat 2012 Perşembe

Susuzluğun yeri...



Haberi okuduğumda benimde ilk aklıma gelen şeydi. O Asi nehri birilerini çok özlediği içi taştı dedim içimden. Demek ki özlem sadece bizde değilmiş. O özlem o kadar büyükmüş ki Asi nehri bile dayanamadı. Dizi oynadığı zamanlarda hatırlarsınız susuzluk yüzünden su kuyuları aranır hale gelmiş. hatta Demir İhsan Bey’i ölümden kurtarmış, Neriman Hanım da ondan sonra inadından vazgeçip evlenmelerine izin vermişti Asi ile Demir'in. 
Ama bakın şimdilerde o susuzluğun yerini… koskaca bir özlem almış. 

meryemce , Sohbet Köşesi, 31 Ocak 2012



Resim / ASİİ_MT / 5.04.11

Birkaç yıl öncesine özlem...


Asi Nehri,  şimdilerde en asi nehir. Sadece adından değil asiliği, çektiği özlemden. Çok değil birkaç yıl öncesine özlemi. Suyuna değen ayaklara, kenarında oturan kıza, üzerindeki köprüde buluşan sevdalılara.
Sularında can aldığı bir kadının oğlunun, sularından kurtardığı bir çitçi kızla aşkına Asi’nin özlemi. Bir masala. Ters akmayan bir masala. En sarp tepelerden, dikenli düzlüklerden, dik dağlardan akarak ulaşılan masal denizine hasreti. O masalın akıntısı zamanın ta kendisi. Zaman durdukça duracak, çağlayacak bir akıntıya.
Asi taştı. Sanki bir yerlere ulaşmak ister gibi çıktı yatağının dışına. Havaalanına aktı suları, oraları yalayıp geçti. Suyuyla doldurdu koca meydanı. Sanki bildik ayak izlerini arar gibi. O ayak izlerinin aynından Kozcuoğlu çiftliğinde, tarlalarda, ağıllarda, kırlarda da var. Bir de at nallarıyla birlikte Samandağı sahillerinde. Hatay’ın her köşesinde.
Asi Nehri’nin suları, İstanbul’a giden uçakların konduğu havaalanını yaladı. Kendi gidemez İstanbul’a; ama suyuyla ıslanan uçak tekerleklerinde gider belki oralar diye.
Asi özlemle taşıyor. Biz ne yapalım koca nehir özlemle böyle dolar taşarsa. Acaba o taşkında komşu çiftliklerde oturan sevdalıların akıttıkları gözyaşlarının da payı var mı ki?
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 31.01.2012

Resim / Adminka

O kadar yakıştılar ki!

Piyasada güncel onlarca dizi varken, aradan 2 yıl geçmesine rağmen ASİ’nin aynı ilgi ve alakayla takip edilmesi  bence  sosyolojik bir durum, tez konusu bile olabilir. Asi ve Demir birbirlerine o kadar yakıştılar ve bir oldular ki; onlara yakınlık duymamak, onlarla sevinip onlarla üzülmemek elde değildi. Bizi hemen içlerine aldılar, o elektriği bize geçirdiler.

Asi ve Demir tabiî ki her şeyin başında ama; zarif Defne’nin, içi dışı bir Neriman Hanımın, duygusal Kerim’in, hak gözeten İhsan Bey’in, hin Cemal Ağa’nın, gururlu Süheyla’nın, mağrur  Melek’in, deli fişek Aslan’ın, duygusal Gonca’nın, iç güveysi  Ziya’nın, fettan Sarmaşık’ın, hırsına yenik düşen Ali’nin, her  eve lazım Fatma Ananın, fedakar Ökkeş efendinin  ve dünyalar tatlısı Asya’mızın hakkını teslim etmemiz gerekir. Doğal platonun içindeki evler, ağaçlar, yöre insanı, tarlalar, gökyüzü, uçurtmalar, börtü, böcek, çiçek yöresel tatlar, gelenekler, görenekler, saygı, sevgi vs. Bu dizinin yazarına, yönetmenine, oyuncularına bize ulaştıran, emeği geçen herkesin eline sağlık.  elmalı pay, Sohbet Köşesi, 29 Ocak 2012

(BARCA) / 13.11.08 

Asi'ye bir baksalar...

Hani su gibi akar derler ya. Hani coşkun sular yataklarında akar ya. Düz ya da kıvrıla kıvrıla. Mesela Hatay’da. Bir coşkun Asi’de.

Akar gider nehirler ovalar boyunca. Yolunda. Doğal yataklarında. Taşlara yosun bağlatarak. Çakılları parlatarak. Kumları dibe dibe öğüterek. 

Dizilerin de bir akışı var. Kiminin yatağı küçük bir dere; kiminin ulu bir ırmak.

Kütükleri bile sürükler bazen bir nehir coşarsa. Ama kimileyin de kütükler bent olur ona.

Bir dizi aktı tek; bir tek. Tek bir dizi. Yormadan. Su gibi aktı.

Su oldu; yatağını buldu. Adı Asi konmuş. Ovaları suladı Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de, Bursa’da. Şimdilerde Azerbaycan’da, Sırbistan’da. Ondan önce hatta Arabistan’da. 

Yatağında akarken güzeldir nehirler. Önü kesilmeden.

O tek diziden gayri tek bir dizi göremiyorum yatağında aksın. Habire önü kesiliyor dizi derelerinin, çaylarının, nehirlerinin. Açmazlara, çıkmazlara yönlendiriliyor yataklarından. Ani kesişlerle sapıyor sular; koca nehir küçük kollar oluyor, dereye dönüyor. 

Oysa Asi’ye bir baksalar. Nasıl da akmıştı kendiliğinden  sulaya sulaya yüreklerimizi. Kandıra kandıra kavramların harmanından içirtmişti hepimize.

Bir Çocuk Sevdim dizisinin adına ısınamamıştım baştan. Başladıktan çok sonra izledim. Hep ağlayan bir kız vardı;  nasıl dinecek gözyaşı, merak ettim. O dizi de yatağını bulamıyor daha şimdiden. 

Onca çalışanın, ekmek yiyenin geçim kaynağı hiçbir diziye laf söylemek istemem. Ancak, küçük bir çıtlatma faydalı bile olur. Zira önü kesilen, yatağında akmayan, ansızın kıvrılan nehirler, ya bir yüksek kayadan denize dökülür ya da sonunda kurur.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 27.01.2012


SEFA 66

Örtü...

                                                                    Zamanın acıların üstüne ince şeffaf bir örtü çektiğini biliyorum kendi deneyimlerimden. Ne uzak ne yakın her zaman sizinle… Ama yine de hayata bir yerlerinden tutunmamız gerekiyor... 
serapSU , Sohbet Köşesi, 26 Ocak 2012