28 Kasım 2011 Pazartesi

Yol Ayrımı


Bir yol ayrımına getirdi bizi zaman
ki daha kurtarılmış değil seher türküleri
dağları kuşatan çakal sesleri dinmiş değil
hala tütüp durmakta acılarımızın dumanı
konup göçmedeyiz mayınlı topraklarda
Ama unutmayalım, bir yol ayrımındayız artık
bellidir geçmiş ile gelecek

Bellidir
geçmiş ile gelecek arasında kalan


Ahmet Telli

MuraTubam / 24.12.10

25 Kasım 2011 Cuma

4. Bölüme Dair

Bazı sırların yavaş yavaş çözülmeye, bazılarınınsa yeni ortaya çıkmaya başladığı bir bölüm sayfalarımıza dahil oldu bugün. Cemal Ağa’nın İhsan’a nefretinin nedeni ortaya çıkarken… Asi ile Demir’in birbirlerine yakınlaşmaya başladıkları bir bölüm, dört.
Bu doksan dakikaları birkaç satıra sığdırmak zor geliyor duyuruları yaparken. O kadar irili ufaklı detayla bezeli ki her biri… ancak bölüme dair her görsele göz atıp, her yorumu okuyunca belki 'tamam' diyebilir gerçekten insan. Keyifli bir hafta diliyorum bu detaylar arasında ben de sizlere…



funda

19 Kasım 2011 Cumartesi

3. Bölüme Dair...

...sayfamızda artık yayında. Asi'nin düşmanının kızı olduğu gerçeğiyle sarsılan Demir'den bahseder bölümün resmi özeti. Bu sarsıntının bir 'tokat'la devam edişi de bizleri sarsar izleyici olarak. Unutulmaz bir bölüm, sonundaki dans sahnesiyle... Keyifli izlemeler, keyifli okumalar.

http://www.asi-demir.com/index.asp?PageID=367

İlk ten temasları... Demir’in Asi’yi ilk belinden kavradığı an gibi unutulmaz bu anda. Demir... ona doğru aldığı o bir kaç adımda... gözleriyle el koyuyor Asi’ye daha o uzaklıkta. (e.min/2009)


duygu88

16 Kasım 2011 Çarşamba

Görünenin Ardı...

Bugün eski dizilerden Hayat Bilgisine rast geldim kanalın birinde... Afet Öğretmen kendi kendine kızıyor:

-Ben nasıl anlamadım diyor... görünenin ardındakine nasıl bakmadım... nasıl görmedim?

Benim aklıma hemen ne ve kimler geldi dersiniz dostlar!

sevda, Sohbet Köşesi, 15 Kasım 2011

PEYVESTE

Bir çiftliğin yamacında yaşam...

Bir çiftliğin yamacında yaşadık, uzunca bir süre. İçindekilerle de yaşadık hem. Babalar ve kızlarıyla. Kahyasıyla, sığırtmacıyla, yanaşmasıyla.
Çiftlik bu; koyunsuz keçisiz; ördeksiz, kazsız; tavuksuz, horozsuz olur mu? Çiftlik bu; gün doğumları horoz ötüşsüz olur mu?

Hepsini yaşadık, hemen o Kozcuoğlu derler çiftliğin yamacında, kıyıcığında ama içinden yaşayanlardan daha daha essahtan yaşadık. Onlar bile o çiftliği, o doğayı o evin içinde ne var ne yoksa, anasından, ağasından, kızlarından, sevdalılarından, gizli oğluna kadar bizim gibi duyumsamadılar, bizim gözümüzle göremediler, biliyorum.

O çiftlik şimdi hem “Orda bir köy var uzakta” şarkısı kadar uzak hem o şarkıyı söylemek kadar yakın. Çiftlik, gözden ırak; ama gönüllerde başköşede. Hem de sadece mimarisi ile değil, her şeyiyle.

Çiftlik, 71 haftanın ardından çıkagelmez oldu evlerimize. Ama keçileri, tilkileri, atları buralarda geziyor. Ayak izleri, gönül izi olmuş; imza olarak belleğimizin en silinmez yerinde duruyor. Atın yağızını, koyunun sürüsünü, keçinin en inatçısını sevdik. Belki zaten severdik onları ama, artık en sevenler olduk. 71 hafatalık bir maya ile.
Eğer eskiyse bir şey, güzeldir. Eskiyecek kadar güzeldir. Eskitilmiş olmasından güzeldir. Eskimiş olsa da hala korunacak, sahiplenilecek kadar değerli, nadide olduğundan güzeldir.

İste Hatay’ın en eski evlerinde, eskilerin adetleriyle yenilerde yaşanan hayatların içten, arı, samimi, kırdan kopmamış, şehri yozlaşmasına bulaşmamış eski ama yepyeni yaşamlarını gördükten sonra; o eskilerle eskiyeceğiz biz de.
Belki taş, taş yüreklerde yeğ değildir; ama evlere, en has malzemedir.

Seksen seneye varmaz yenilenen beton bloklara benzemez onlar. Kaç asır devirmiş, kaç asrı da devireceğe benzerler. Her karışı alın teriyle yıkanmıştır her taşın. Ustasının teri damlamıştır onlara göze göze. Toza bulanan yüzü, tozlanan kirpikleriyle sabırla nakışları işlerken,

Hatay’ın bir köşesinde, Reyhanlı’da çok önceden yapılmış bir çiftlik olduğunu nereden bilecektik. O çiftliğin bir gün uzak olsa da bizim olacağını nereden bilecektik.

Şimdi o çocuk şarkısında ki dize gibi;
“Gitmesek de, görmesek de o çiftlik bizim çiftliğimizdir.”

Acemi Demirci, 15.11.2011


snm

Bizim hikayelerimiz Asi üzerine...

Hepimiz tilkiyiz. Hem de adamakıllı. Tilkiyiz dediysek, Hinlik, cinlik bakımından değil. Dön dolaş kürkçü dükkanına gel bakımından. Teşbihte hata olmaz.

Hepimiz ayrı kentlerin insanlarıyız. Ayrı iklimlerden, ayrı zevklerden. Aynı güneşin, ayrı ayrı doğduğu sabahlarda uyanırız. Kimi puslu, kimi bulutlu. Kimi şehirlerde güneş pırıl pırıl ışır. Kiminde denizden doğar güneş, kiminde dağların ardından, kiminde ovadan. Kimimiz okyanus sesi dinler, kimimiz deniz dalgasının sahile vuruşunu. Kimimiz göl ya da ırmak kenarındadır kimimiz bozkırın ortasında. Ama herkesin kürkçü dükkanı birdir; döner dolanır oraya gelirler. Tilkiler gibi. Yani buraya. Kürkçü dükkanımız, ASİ çatılıdır, çayır çimen, çiftlik, tarla, koyun kuzu, dağ bayır, sevdaya dönüşen kinler, şenlikler temellidir.

İster puslu havanın altında olalım ister bulutlu. İster yağışlı ister güneşli. Bir ayağımız burada.

Tilkinin kırk hikayesi varmış. Kırkı da tavuk üzerine. Bizim de tilki gibiler olarak kırk hikayemiz var. Kırkı da ASİ üzerine. Gel de şimdi “hepimiz tilkiyiz” deme.
Acemi Demirci, 11.11.2011

bahar

Zorlu sınavlar...

Bizde Asi, Demirin aşkı gibi zorlu sınavlardan geçiyoruz ama benim yılmaya hiç niyetim yok…

Kısa bir süre önce Asiyi baştan izlemeye başlamıştım. Bir arkadaşım Asiyi neden tekrar izliyorsun dedi… gülümsedim ne söylesem beni anlamayacak biliyorum ama yine de anlatmaya başladım… Asi adına kaç site kuruldu… biz şu festivale katıldık… anlatıp durdum. Benim heyecanımı anlamadı ama ben çok mutluydum… çünkü onları düşünmek bile beni mutlu etmeye yetiyor.

page, Sohbet Köşesi, 3 Kasım 2011


MELİKE

Asırlık evlerin kıymeti...

Ne yazık ki tarihi kalıntıların, mimari güzelliğin, taş işçiliğinin, yüzyılları, depremleri, selleri aşıp bugüne gelen kaç asırlık evlerin kıymetini bilenimiz çok az. Onlarda yaşayanlar, yanında yöresinde olanlar onları koruyup bugüne eriştirdi. Gerçi arabeskçi olununca titrinin sanatçıya dönüştürülüp öyle anılmasını isteyen sığ sanatçılar var "sanat sanat" diye yeri göğü inleten. Onlar da işte yüzyılların mimarisini, tarihini, sanatın taşlara işlenmişini, o taş evlerin içindeki ahşap işçiliğinin hasını hem de oralara ait olmayan bir konu için cayır cayır yakıyorlar sığlıklarının göstergesi olarak. Nasıl sanatçılıksa bu... Arabesk işi sanatçılık elbet.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 03.11.2011


ILOS(C)

Sevgimizin temeli...

Salt bir aşk hikayesi değildi, gerçek yaşamdı Asi. Sevgili oyuncularımız o kadar gerçekti ki, o yüzden de bir efsane oldu… Biz de toprağa bağlıyız Asi gibi, sevgimizin temeli bu bence… Gerçeklik.

kıvırcık, Sohbet Köşesi, 2 Kasım 2011



Surus_38

Yazınsal izleti...

Dizimizin bir kez daha yayınlanmaması için kırk dereden su getiriyorlarmış. Ne gam. O bir kez izlenildi bir kere. İzlenildi ve izlerini en derinlere bıraktı. Bakın burada hala o izlerden yürüyoruz. Doğa, aile bağları, çiftlik, kültür, tarih, tarım, naif ve erdemli sevdalar akıyor bugün ASİ Nehirlerinde.

Her yazımın en az bir paragrafı neredeyse aynı cümleden müteşekkil. Yani "NEDEN ASİ'Yİ İZLEDİM" betimlemesi üzerine. Neden? Çünkü salt kuru bir sevda, gösterişli evler ve giysiler izleyecek vaktim de yok isteğim de. Ama tarih, kültür, mimari, aile bağları, tiril tiril çiçekli giysiler, çiftlik, tarım, eski taş evler, doğa, Hatay, Hatay mutfağı ile dopdolu, dolu dolu ve kof olmayan bir de erdemli bir sevda ile payelenmiş bir dizi sadece izlenmez; yıllar sonra bile görsel olmasa da yazınsal olarak izlenir.

Ad edinmiş bir oyuncu olmak, bir diziyi tek başına götürmeye de yetmez, hele hele efsane yapmaya hiç yetmez. ASİ efsane oldu. Bu oluşta sadece ASİ'ye ve Demir yeterli değiller. ASİ'ye ve Demir'in içinde olduğu ortam yani tabiatıyla, doğasıyla, çiftliğiyle, dağıyla, mutfağıyla, mimarisiyle Hatay ve diğer her biri apayrı ve içten tiplemeler sayesinde oldu. ASİ'ye sonra başka dizide de oynadı. Ne o dizinin adı var şimdilerde ne de efsane olacağı. Asi dizisi topyekün olarak, her şeyiyle efsane oldu. O efsanelik ne tek bir kişiye ne de tek bir unsura indirgenemeyecek kadar derin.

O kadar gerçekti ki her şey. Varlık da yokluğa düşmek de. O kadar tefriş salonu görünmeyen odalarda, eski mutfaklarda, bazen köhne bile kaçan duvarlar arasında çekilmişti ki Asi dizisi, kimileyin bir dizi izlediğimi unutup Kozcuoğulları'ndan İhsan Bey'in dediği gibi onların gerçekten üç yüz yıldır orada yaşadığına dizi boyunca ben bile inandım sanırım.

Çok dizi yapıldı, çok dizi de yapılacak mutlak. Dizi yapmak zor iş mutlaka ama asıl zorluk; dopdoluluk. Sığ olduktan sonra, yavan kaçtıktan sonra, pek çok unsurun bileşimi olan kültürle ruhu besleyemedikten sonra onca emeğe, onca yatırıma, onca iyi niyete karşın seyretmek ne mümkün derinliksiz bir temayı.

ASİ dizisinin özgül ağırlığı demir ile eşse pamuk ile eş özgül ağırlıklar tüm gün boyu gösterilse ne gam. Bir kez izlenildi o dizi bir kere. Sadece 71 kere izlenildi hem. Yüz bile değil. İki yüz, üç yüz bölüm hiç değil. Eğer burada bunca sözcük hala bir dizinin ardından ediliyorsa, diziyi tekrar göstermemeleri hiç bir şeyi değiştirmez. Sadece özlem gidermek, onca sevdiğimiz ögeyi, sesi, müziği bir kez daha seyir halinde görmekten alıkoyar o kadar. Eşimin memleketinde (İşte o kadar) dendiği gibi. Te o kaa.

Nasıl bir yozlaşma, müzik diye nasıl bir çığırtkanlık, hıçkırık, iç çekme sığlıkları içinde olduğumuzun göstergelerinden biri de diziler. Dizilerin içeriği, toplumun kültürel içeriği aslında. Bloklarda ya da en gösterişli konaklarda yaşamanın tabiata yeğlenir olduğu, doğa demenin sadece evde köpek beslemek anlamına geldiği bir sığlıkta ASİ gibi mimari, kültür, tabiat ağırlığı almış başını gitmiş bir geminin ilerlemesi çok zor çok.

Bir kez izledim sadece. Bir kez daha, birçok kez daha izlemeyi isteyeceğim tek dizi. Belki bir ikincisi olmayacak, böyle bir dizi daha yapılmayacak. İşte ASİ'yi hala peşinden izlenimlerimizi yaza yaza izlediğimiz bir etkinlik yapan da bu olmalı. Bir kerede tesirli. Bir kerede yeterli. Bir kerede yakaladı hepimizi. Bir defa izlemek dahi yetti anlamaya; kapılmaya; onu, benim/bizim dizimiz yapmaya.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 02.10.2011


MERVE61

4 Kasım 2011 Cuma

2. Bölüme Dair

... başlığımızı açtık bugün.

Bu sayfaların hazırlıkları ve derlenmeleri sırasında, dizi yayınlanırken kendi başıma izlediğim bölümlerin forum paylaşımlarına tanık olmak inanılmaz bir keyif benim için. Asi'nin etkisine ilk anda girmiş olanların yanı sıra hoşnutsuzluklarını veya beğenmedikleri yerleri dile getiren rumuzlara da rastlıyorum doğal olarak. Ve eleştiri sınırını aşmamak kaydıyla bu olumsuz görüşleri de sayfalara koymaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Bölümlerde ilerledikçe... gelişmelerin nasıl olduğunu ise birlikte göreceğiz. Keyifli okumalar... keyifli seyirler diliyorum.
e.min

http://www.asi-demir.com/index.asp?PageID=366

2 Kasım 2011 Çarşamba

Kozcuoğlu derler bir çiftlik...

Daha ilkokulda öğrenmiştik Ali Baba’nın bir çiftliği olduğunu. Çiftliğinde koyunları, tavukları, inekleri, kazları olduğunu. Bir okul şarkısıyla öğrenmiştik çiftlik hayatını çoğumuz. Çiftlikte neler olduğunu. Ama bir çiftlik evinin nasıl olduğu yoktu o şarkıda. İlkokuldan çok sonraları televizyondan gördük o “Ali Baba’nın bir çiftliği var” şarkısında geçmeyen uzak çiftlik evini. Kozcuoğlu derler bir çiftlik. Reyhanlı’da. Ta bir ucunda yurdun. Sıcak topraklara kurulu. Yağmursuz yazlara alışık iklimde. Taştan. Taş duvarlarla çevrili. Bir terası var ki hala o terasa davet beklerim. Tarlalara bakar teras, dağların eteklerindeki. O dağlardan gelen rüzgar serinlik taşır terasta oturanlara.

Karyolaları pirinçtendir o çiftlik evinin. Koltukları berjer. Çiftliğin sahibinin odasında at tabloları asılıdır. At binilen çizmelerle gezer çiftliğin beyi. Kozcular’ın çiftliği abartısız bir mimaride. Sade. İşte bu yüzden çok görkemli. Eski. İşte bu yüzden güngörmüşlük, yalınlık akıyor her yerinden. Taştan. İşçilikli. İşte bu yüzden sıcak. Sanırım kuzine sobalarla ısınıyor çiftlik evi nemli kış günlerinde. Kuzinede patates gömmeleri pişiyordur. İçin için pişen patateslerin enfes kokusu yayılıyordur mutfaktan.

Ali Baba’nın çiftliğinden Kozcuoğlu çiftliğine. Çocukluğumun çiftliğinden yetişkinliğimin çiftliğine yani. Kozcuoğlu çiftliğinin müziği de başka elbette. Bir su birikintisine tek tek düşen damlalar gibi gelir önce notalar. Sonra hızlanır müzik, coşar, çağlar. Her şey birbirine karışır birden. Karmaşayı anlatır müzik. Keskin bir vurguyla da biter. Son söz söylenir o notada. Sevdadır o notanın adı.

Hala Ali Baba’nın çiftliği şarkısını çok severim. Çocuk şarkısı olarak elbet. Yetişkinlik çiftlik şarkılarında Hatay geçmeli, ASİ akmalı, dar sokaklarda gezinmeli. İçinde erdemli ve naif bir sevda olmalı. Ali Baba’nın çiftliği, koyunların, kazların, tavşanların çiftliğidir. Kozcuların çiftliği, destansı sevdaların çiftliğidir.19.10.2011

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 28 Ekim 2011


Hek64

Asisiz yaşam...

4 yıl olmuş Asi ile tanışalı. İyi ki eşim 26 Ekim gecesi “Bak eski arkadaşımız Zarife’nin yeni dizisi başlamış” demiş. O andan itibaren Asi ile beraberim. Hiçbir dizi ve film beni bu kadar etkilemedi. 4 koca yıl geçti üzerinden hala aynı heyecan aynı bekleyiş.

Asi benim yaşamımı değiştirdi. Yaşama bakış açımı değiştirdi. Yapmadığım şeyleri yaptım, sitelere üye oldum, yorumlar yazdım, arkadaşlıklar kurdum. Kimse inanmıyor… zaten söylemiyorum da… beni anlayanlar burada… beraber olmak benim için yeter.

Bin kere izlesem, ilk izliyormuşum gibi hiçbir şey fark etmiyor. Sadece Asisiz yaşamayı öğrendim izleyemediğim zamanlar. Asi bize çok şey öğretti. Her izleyişimde yeni şeyler buluyorum, hatta “Daha önce neden görmemişim” bile diyorum.

minikkulak, Sohbet Köşesi, 26 Ekim 2011



Emre

Bilmiyor ve anlamıyorlar...

Bana soruyorlar “ezbere biliyorsun, neden izliyorsun tekrar” diye... Ama bilmiyor ve anlamıyorlar, Asi bir tutku, bir bağımlılık... Bunu izlemeyene anlatmak zor... Her bölümün ardından konuş, konuş bitmiyor, sanki ilk kez izlemişçesine...

kıvırcık, Sohbet Köşesi, 26 Ekim 2011



MELIKE(C)

Hüzün... yakışsın varsın

bu güzel Murathan Mungan şiirini ben de çok severim...

eline... emeğine sağlık...

renk... renk... biçim biçim gözler ...
bedenimizin... en önemli organı... olmanın ötesinde yaşamımızın da fiziki çapı en küçük ama içeriği en geniş arşivi...
hüzün... sevinç... başarı... hırs... kin... acı... mutluluk... insana... yaşama dair ne varsa hepsine oradan bir bakışla ulaşmak mümkün...
tabii... .
bakıp da anlayabilen için...

hüzün sanal dünyada Demir'e yakışsın varsın... belki de onu adı gibi yapan gücü o hüznünden alıyor...

ama gerçek dünyada... herkes mutlu baksın... güzellikler görüp... yaşasın...

*naile*, Sohbet Köşesi, 26 Ekim 2011


M.A818

Hep hüzünlü ve kırılgan...

Demir mutlu olduğu zamanlar bile hep hüzünlü ve kırgındı... Hangimiz onu yerinde olsak gözlerdeki o hüznü taşımazdık... Başarı ve zenginlik her zaman her şeyi unutturamaz... Murathan Mungan'ın şiiri bana Demir’i hatırlatır...


KIRILGAN
Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.

Murathan Mungan


CEYHAN, Sohbet Köşesi, 26 Ekim 2011


dilan(o)

Ezber bozan...

Asi'nin bizim yaşamımıza girişinin yıl dönümü… ne var bu dizi de… hala izliyorum/izliyoruz

farklılığı bence aşk-meşk işlerinin çok ötesinde...
gerçeklik... ya da gerçeğe çok yakınlık var...
tanık olduğum her şeyi bire bir kendi yaşamımla özdeşleştirmem... genel kişilik yapıma pek uymaz...
ama Asi ezber bozdu...
kendi adıma... benim ruh kırıklarım var...
Asi ve İhsan arasındaki baba-kız ilişkisinde...
bir babanın ailesi için çırpınışında...
salt... AsiDemir konuşulmamalı-yazılmamalı diye güzel görüşler var önceki sayfalarda çok doğru bir saptama...

benim de aklımda olanlar var...

baba-evlat yönünden gidersek...

Cemal Ağa'nın Neriman'ı koruyup kollaması...

Asi kadar Defne'nin de babası söz konusu olduğunda... o kırılgan görünümüne tezat biçimde dedesine karşı duruşunu da irdelemek gerek...

baba olarak Ökkeş'inde kulaklarını çınlatmadan olmaz...
Aslan'ın bir sözü yüreğimi dağlar... "bir günden bir güne bana ‘oğlum’ dedi mi? ki"
sonrasının yanıt anahtarı gibi bu sözler...
Ökkeş... bir yandan Yusuf Ağa’nın kıyıcılığına ortak olmak istemez...
bir yandan da Fatma'sının kucağının boş kalmasına... gönlü razı gelmez...
Aslan'ı... Asi sularına bırakmak yerine... ana kucağına teslim eder...
Fatma'nın aksine... belli ki... o uzun boylu sinirli çocuğu büyütürken... sevgisinden kısıp... emeğinden çok vermiş...
belki gerçeğin taşıması zor ağırlığını bildiğinden... özünde iyi bir adam... toprağın da ... insanın da dilinden anlayan bir adam Ökkeş...

İhsan ve Cemal aAa... evlatlarını koruyup kollama derdinde...
Demir ve Zafer... tam tersi... onların yaşamlarında baba figürü çok daha farklı... aslında her ikisi de çocuk yaşlarda yoksun kalmışlar babadan...
ve her ikisinin babası birbirine can düşmanı edilmişler... canları pahasına... babaları onları değil... zamanı gelince onlar babalarına sahip çıkma durumunda kaldılar...

Kerim de Leyla'da dertli... hem anadan yana... hem babadan yana... bir arada aile olmayı beceremeyen yetişkin insanların çocukları olarak... adları ver kendileri yok yaşamlarında...

Sütçü Ali... galiba diğerlerine oranla daha şanslı... ama o şansını kötüye kullanmakta kararlı çıktı...
bu güzelim şiirin ilk iki dizesiyle tarif etmişti babasını... onu gururlandırmak için doğduğu topraklara yatırım yapmaya gelmişti...

Yalnız insan merdivendir
Hiçbir yere ulaşmayan
Sürülür yabancı diye
Dayandığı kapılardan

Yalnız insan deli rüzgar
Ne zevk alır ne haz verir
Dokunduğu küldür uçar
Sunduğu tozdur silinir

Yalnız insan yok ki yüzü
Yağmur çarpan bir camekan
Ve gözünden sızan yaşlar
Bir parçadır manzaradan

Yalnız insan kayıp mektup
Adresi mi yanlış nedir
Sevgiler der fırlatılır
Kim bilir kim tarafından
Yazar : ARAGON


yatırım dışında her şey yaptı... daha doğrusu yaptırıldı...
bu defa benim kulaklarını çınlatacağım yazıcı ekibi tarafından...
her biri ayrı ayrı oya gibi işlenecek konuları... karekterleri varken... onları... eline silah vererek bölümlere dahil ettiler...
işin kolaycılığına kaçıp...
dizinin tadını kaçırtmaktan öte gitmedi o bölümler...
yazdım gönderdim ama baktım ki... içime sinmeyen bir şey var... haksızlık yapmışım... kime mi... Melek ve Demir'i evladı gibi gören onları ve Süheyla'yı o zor günlerinde koruyup kollayan Mahmut enişteye...

*naile*, Sohbet Köşesi, 26 Ekim 2011


snm