Bir diziydi.
Ama bin ayrı unsurdan oluşuyordu.
“Hadi” diyerek kollarını sıvayan, yanlış hatırlamıyorsam kendi babaannesinin yaşadıklarını da konuya iliştiren ve böylece diziye bambaşka bir akışkanlık kazandırıp izleyenlere apayrı bir lezzet tattıran yapımcıdan; senaristlerden; oyunculardan; vaktinde Hatay’a çiftlikler inşa etmiş zevk sahibi toprak sahiplerinden; büyük ya da küçük çiftçilerden; çobandan; sanki sadece baba olmak için doğmuş dedirten eski tip dizlerine kadar bol inip çizmelerinin içinde daralan pantolonuyla İhsan Bey’den; Hatay’ı kuran yapanlardan; Hatay dağlarının koyunlarına kadar çok etmenliydi dizimiz. Moda takip etmek gibi bir derdi olmayan bir çiftlik kızının giyineceği giysileri tasarlayan, kesip biçen ve dikenler çok katkıda bulundular dizinin kişiliğinin, ayrıcalığının oluşmasında. Lastik çizmeler de.
Asla “ben en çok şunu sevdim” diye bir cümleyle anlatılabilen bir dizi olamaz Asi.
Asi’de sevilen tek bir şey yok çünkü. Bir diziydi evet ama bin bir etmenliydi kendini bize sevdiren.
Çok şey var Asi’yi sevmek için, seyretmek için, seyrederken kapılıp gitmek için.
Dört kız kardeş olmak gibi şimdilerde zor bulunur bir ayrıcalık, Cemal Ağa gibi vaktinde yaşadığı her kara sayfayı kapatıp saygınlığa imrenmiş nicenin kurdu, Neriman Hanım gibi aslında filmlerde sıkça kullanılmasa da hepimizin kolayca mutlaka birilerine benzettiğimiz bir tipleme, Aslan gibi başına buyruk olsa bile aslında aslan yürekli ve gerektiğinde iyi bir abi olabilen bir delişmen, Defne gibi her ressamın mutlaka tablosunu yapmayı isteyeceği zarafette, kırık gülüşlü, kırılgan duruşlu narin kızkardeş, Demirgiller’in o sıra dışı öyküsü, Hatay, Hatay’ın doğası, tarlası, ovası, konaklar, daracık eski sokaklar, o eski sokakların eski ve görkemli evleri, şenlikler, yemekler, gelenekler oluşturmuştu dizimizi.
Ve en vurucu yanı erdemli bir sevgiydi dizinin.
Kimileyin taş köprülerin üzerinde sevginin ağırlığıyla sonlanmak istedi tazecik yaşamlar.
Sonlanmışı da vardı onlardan bazılarının evvelce.
Asi de yanaştı bir ara bu sonlanışa. Kurtuldu Demir’in elleriyle Asiye, Asi’nin çamurlu sularından. Melek kurtulamadı.
Hatay’ın hangi köşesindeyseler o köşesi bize unutulmayacak güzelliklerini gösterdi. Şelalelerin olduğu Harbiye’de, çiftliklerin olduğu Reyhanlı’da, Titus Tüneli’nde, at gezintilerinin ıssız sahillerde sarı kumlar üzerinde yapıldığı Samandağı’nda hala biz ayak izleri duruyor sanıyoruz aşıkların, gezinti yaptıkları atların..
Bunlardan bir teki olmasa dizinin atmosferi apayrı olacaktı mutlaka.
Belki de bizim içinde nefes alamayacağımız bir atmosfer olacaktı o bir tek unsurun yokluğu.
Biz işte tüm bu unsurların bileşiminde nefes aldık. Nefes nefese kaldık bir Cuma’dan öteki Cuma’ya. Hala da nefesimiz ensesinde dizimizin. Nefeslerimizi tutarak seyrettiğimiz günlerden , o seyrettiklerimizle avunarak soluklandığımız günlerdeyiz.
Acemi Demirci,Sohbet Köşesi, 23.06.2011
SEYMA...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder