18 Aralık 2011 Pazar

Yan Karakterler...

Diziler, başat kahramanlarla koşuyor haftalar boyu. Alımlı bir kız ve cakalı bir oğlandan oluşuyor başat karakterlerin neredeyse tümü. Elleri yüzleri düzgün, daha baştan başat oldukları ilan edilmiş. Buna bir diyeceğim yok tabi ki.

 Benim için dizideki en önemli noktalardan biri yan karakterler. Öyle yan karakterler var ki eğer o yan karakterler olmasaydı, dizi sadece başat karakterlerle beslenebilir miydi diye ikirciğe kaptırıyor haklı olarak.
Asi’deki yan karakterler, ana karakterlerin belki de daha öne çıkmasını sağlayan tiplemelerdi. Cemal Ağa karakteri, Asi’yi, İhsan beyi ve kızını daha belirginleştirdi, perçinledi. Fatma Ana, o çiftliğin mutfağında pişen yemeklerin kokusunu duyurttu neredeyse bize. Aslan apayrıydı, o şimdi de oynadığı dizilerde kendine has karakterlerle, kendine has bir hava oluşturuyor. Atmosferini yayıyor. Süheyla Hanım dizinin geçmişteki yaşananlarının temel taşıydı.

Ziya tiplemesi, Asi’deki en gelişen yan karakterdi. Çok başka başlayıp, çok iyiye yönelmiş bir tiplemeydi. Fırsatçıyken, çiftlik için bir fırsat olmuş; İhsan beyin gençliğini ikinci kez yaşayan ve yaşatan bir tipleme olmuştu. Geleceğin İhsan beyiydi dizi bitmeseydi. İkinci İhsan Bey’di. Öyle ki bu gelecek sonunda geldi çattı diziden sonra. İhsan beyin damadı oldu gerçekten de.

Başta Gonca’ya yaklaşımı ve hesapları kitapları nedeniyle kendinden soğutmuştu herkesi. Ama sonra sabahlara kadar çiftliği suladı, İhsan Bey ile omuz omuza işlerin başında oldu. Tiplemeleri ne kadar sevilir ya da itici bulunur bir kenara bırakırsak ben tilki Ziya’nın ya da gerçek adıyla Onur Saylak’ın derinliği olan, sığlıktan uzak bir oyuncu olduğuna inanıyorum. Onun, bazen Tuba için baktığım ama beş dakika baktıktan sonra izlemekte çok zorlandığım My Fair Lady uyarlaması Gönülçelen’deki Tuba’ya bakışlarından, “bir insan gerçekten aşık olsa böyle derin bakabilir” hissine kapılmıştım. Sonradan gerçekten aşık olduğunu okuyunca hiç şaşırmadım hatta sevindim bile. Zira Onur, o çok iyi bildiğim Ankara eğitimli, Ankaralı ve yanılmıyorsan tiyatro yapmış bir sosyolog. Ankaralı olmanın benim için ne anlama geldiğini yazayım. Asla bir ayrımcılık değil. Ankara denizi olmayan, Boğaz’ı olmayan, yanında yöresinde çok yakınlarında öyle doğa harikalarına sık rastlanmayan, insanların hafta sonlarını balık tutmak, Adalar’a gitmek, yakındaki antik tiyatroyu gezmek uğraşlarıyla geçiremediği bir bozkır kenti. Öyle olunca Ankaralıların bazısı sanata, edebiyata, kültüre yöneliyor. İşte bu yanından ötürü vurguluyorum Ankara’yı.

Onur, Tuba’nın mutluluğunun da mimarı olabilir; mutlu bizim Asi, hem de çifte mutlu. Allah nazardan saklasın, hep böyle olsunlar.

Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 18.12.2011


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder