21 Eylül 2012 Cuma

Asi'yi Tuba'dan başka kimse oynayamazdı


Asi'yi Tuba'dan başka kimse oynayamazdı, cümlenin sonuna bir galiba bile koymuyorum, bundan o kadar eminim ki… Asi diye bir karakter Tuba için yazılmış ya da Tuba oyunculuk hayatının bir noktasında Asi'yi oynamak için bu mesleğe karar vermiş gibi. Bizim izlediğimiz şeyin salt Asi olmadığına o kadar emindim ki, karışmışlardı Tuba ve Asi birbirine, sonunda ortaya çıkan hayal ve gerçek arasında bir görüntüydü. Demir ona aşık olurken, kadını erkeği de Asi 'ye ya da ortaya çıkan o karışıma gittikçe kapılıyordu.

Çizmeleri, uzun eteği, arada bir ters düz ederek giydiği gömlekleri, başına bağladığı yazması, uzun bukleli saçları bütün bunların birleşimini düşündüğünde ortaya tuhaf bir görüntü çıkacağını düşünürdü insan, oysa o kadar kusursuz bir birleşim oluyordu ki yalnızca 'güzel' demek bile yetersiz kalıyordu, büyüleyici belki de doğru bir kelimeydi… ve koccaman Antakya o gözlere sığıvermişti nasıl olduysa…

Yeşil, sarı, kahve toprakları vardı gözlerinde… ya da tersine akan Asi nehri duruyordu arada, her inatlaştığında… Bir hüzün girse yüreğine, gözleri dolunca gökyüzüne yakın bir renk doğuyordu sanki… Asi'nin gözleri… dar sokaklardı mesela. Bir kere girdi mi içine insan, kaybolup duruyordu ama öyle bir büyüleniyordu ki kaybolduğunu dahi anlamıyordu. Demir de tam bunları gördü. Demir, Asi 'yi ilk gördüğü zamanlarda… onu gördüğü tüm ilk anlarda, sanki içinden sorgulayıp duruyordu gördüğünün ne olduğunu… kayboluyordu sonra. O kayboluş sırasında tuhaf olan, kendini buluşu olacaktı..

Çiftlik önündeki o salıncak… Asi arkasına yaslanır da, güneşe verir kavrulmuş yüzünü… gözlerini kapatır… Yüzü huzurla parlar… Gölgesi düşer toprağa… Gölgesi bile yeter aslında onu anlatmaya.

Defne gelir… Defne, yüzü, gözleri, saçları masumiyetin bütün ayrıntıları taşır. Sanki o doğmadan evvelsi, biri kalbini kırmıştır. Gözlerinde hep büyümeye hazır bir hüzün deryası vardır ama o da hüznünden alır gücünü, kuvvetini.

Rezene topladığını sanmış, Asi gülümsüyor, 'rezene değil bunlar yenmez, sana bir gün otları tanıtıyım' diyor. Kabul ediyor Defne, aslında ona göre değil bu otları öğrenme fikri, ona yakışan bir mahcubiyetle gülümsüyor oracıkta.

Defne ve Asi… Çok iyi iki kardeşti. Gerçekten kardeşlerdi. Birbirlerinin arkasından iş çevirmemişlerdi hiç, bizim bildiğimiz, öğrendiğimiz ve yaşadığımız türden kardeşlerdi.

Sarı Kız'ın doğum vakti geliyor… Garip bir heyecan, mutluluk, bu küçücük olaydan büyük bir sevinç çıkarılıyor. İhsan, Ökkeş, Asi, Defne… Hayatın küçük bir ayrıntısından, nasıl bu kadar mutlu olabiliyorlardı ki. Mesela İhsan'ın merhametli bakışları vardır o hayvana, ‘dayan’ falan der hatta, ilk izlediğimde en azından bir inek için bu kadar endişelenen bu insanları izlediğimde garipsemiştim, onlara uzaylı muamelesi yapmıştım, neyse ki sonra alıştık bizlerde.

Asi      : Dayan kızım, hadi başlıyoruz…
Defne : Anlıyor mu dediklerini…
İhsan  : Hıhı…
Defne : Ah canım.

Defne'ye gülüvermiştim orada, gerçekten inanmıştı denilenleri anladığını… ya da belki gerçekten anlıyordu hayvancık.

TUBASİ, Sohbet Köşesi, 17 Eylül 2012

Avatarlar ve İmza YASECEY 'den alıntıdır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder