26 Eylül 2012 Çarşamba

Hayat dediğin...


Hayat dediğin öfkeli bir bulutun şarkısıdır ve en zoru da yangınların sardığı bir yürekte yeşermektir. Ne ara olmuştu. Ne ara Asi, yaşamının tek gayesi haline gelmişti Demir'in. İntikam sözleri bir kuru lakırdı oluvermişti dudaktan çıkan ama o gözler nasıl da hızla başkalaşmıştı. Melek demişti 'abi sen değişmişsin… bakışların bile değilmiş' diye, mahçup bir eğişle inkar etmişti de onu görür görmez koccaman olmuştu o kara gözler.
Aslında şu sıralar 10.bölüme geldim. Ama 7.bölümden bir sahneye değinmeye karar verdim burada.
Geçen 7 bölüm içinde Demir'in ve Asi'nin hayatlarının birbirlerine nasıl sıkı sıkaya bağlandığını izlemek, hem de o kısa süre kulağa olağan dışı gelse bile izlerken öyle gerçek gerçek görünüyor ki insan hayretlerin içine gömüyor. Birbirlerini ilk gördükleri zaman, göz göze geldiklerinde, yüzlerine baktıklarında yaşadıkları şey bir bilinmezlik. 'Kimsin' sorusu her bakışlarında çarpıp, un ufak oluyor. Asi, çitlerini toprağa indirdiği gibi Demir'in o kalın duvarlarını da yıkıyor. Demir, Asi'nin o gururlu korunuşunu elinden tutup, savuruyor bir köşeye. Birbirlerine rast gelişleri arttığı sırada, o yabancılaşmanın tanımamazlık olmadığını anlıyor insan. Sadece yıllar sonra karşılaşmış ve evvelsinde çözülmemiş sorunları olan iki aşık oluyorlar. Kavga ederken, hayranlıkla süzüyorlar birbirlerini aynı zamanda. Aralarındaki öfke ateşi harlandıkça tutku güçleniyor. Bir kavga anının doruklarını yaşıyor, hem de ta en başında.
Asi, Demir eniştesi Mahmut'un öldüğünü öğrendiği andaki çöküşünü, yüzündeki acıyı görmüş orada onu yalnız bırakıp çekip gitmemişti. Önce Demir Bey diye seslenmiş, sonra Demir demişti ona. Ailesini küçültmek için çiftliğinde çalışmaya zorlayan bir adamdı Demir, başta böyle sinsi bir plan kurmuştu, anlamıştı Asi. Aynı adamın bu fikirleri olduğunu unutup, onlarla beraber o cenazeye gidiyor işte… Sahipleniş oluyor bunun adı.
An geliyor… Demir'in o başı dik duruşu, o güçlü gözleri… Asi'nin adım atmaz kararlılığı, boyun eğmez isyankarlığı... bir cenaze evinin bahçesinde garip bir yumuşamaya sokuluyor. Aralarındaki anlaşmazlık nasıl ve ne ara oldu sorusunun cevabı çıkmadan ortaya, aralarındaki o naif duygu nasıl ve ne ara çıkıverdi soruları türüyor. Ve yabancılamıyor insan, garipsemiyor, bu soruların içine girmiyor, mantıksız da bulmayıveriyor. Demir 'Sadece burada ve şu anda, geçmişin sönmemiş küllerinden uzakta yüreklerimiz iyice ufalanıp dökülmeden kalabilsek. Zamanı burada ve şimdi durdurabilir miyiz?' diyor, ne sevdalı ne özlemle bakıyor ona. Asi bakışları o sırada… Ona tokat atmış, kolundan tutup sürüklemiş, senetler karşılığında çiftliğinde çalıştırmış adama değil… yüzünü ezberine almaya çalıştığı, hayranı olduğu bir adama karşı… İmkansız dilleniyor o sırada Demir'den… Asi bir kelimenin iç çekişiyle indiriyor omuzlarını…
İki yabancının birbirine olan nefreti, birbirini anlamamak için o direnişleri… önyargılarından sonra… gene o iki yabancı… üstü örtülü kelimeleri, bir süzülen bakışın ne anlama geldiğini anlayacak kadar tanıdık oluyor.
Demir ve Asi, birbirlerinin çevrelerine bir sınır çekiyorlar ama bu kalın duvarlar, dikenli teller değil. Toprak nasıl rengiyle ayrılırsa onlar da birbirlerine baktıklarında etrafa bunu yayıyorlar… Kimse o sınırı aşamıyor… Onlar birbirlerinin dillerinden anlıyorlar. Sanki daha öncesi yokmuş gibi, öbür türlüsünde eksik oluyorlar… Ve bir bakışın adı 'o benim ' oluyor mesela. Demir, Asi çiftliğe geç geldiğinde telaşa kapılıyor… öfkeleniyor… Çünkü, bir sabah da olsa onun salına salına gelişi görecek… onu etrafta dolaşırken, başka insanlarla konuşurken, gülerken izleyecek. Yeri gelecek sinirlendirecek onu, o ateş dolu gözlerinde kavrulacak keyifle… İntikam diye başlayan bir mesele, Asi'yi o çiftlikte zapt etme sebebi oluyor. Ah Asi'nin o gelişi yok mu… Toprak ezildikçe sertleşirdi ya, o da ezilmeye çalışıldıkça güçleniyordu. Bastığı yere, kaybolmayacak bir iz bırakıyordu… rüzgar üstünden geçip fırtına oluyordu. Her adımı savaşa giden bir isyankara ait gibiydi, gözleri de en büyük siperi.
Asi geç kalınca, onu çok beklediği için huysuzlanan Demir… fazla öfkelenmesin diye de hafif bir alttan almayla söylenmişti hani 'Böyle çalışmak nerde görülmüş. Naptığın belli değil, bir gün varsın bir gün yoksun. Kafana esince bırakıp gidiyorsun'  Asi'nin 'mecbur olmasam burada bir dakika durmam' deyişinde, Demir'in gözleri keyifle izler onu.
Ya da Asi, Mahmut'un cenazesinde… Leyla ve Demir sarıldıklarında nasıl da bakmıştı öyle, Leyla'yı süzmüştü de gözleriyle ikaz etmişti aslında onu. Sonra Defne'ye sormuştu Leyla'yı, memnuniyetsizce yüzü asılmıştı.
'Görünenin ardına bakmak'tan bahsetmişti Demir. Asi'nin eline, bir saç bağını bahane ederek dokunmuştu. Demir, onun yeşil denizine demir atmıştı. Ama sanki gidemeyen Asi olmuştu orada. Kısacık bir anın ortasını bölmüştü geçmişin acısına bürünmüş bir ses. Süheyla, yeni öğrendiği gerçeklerle daha da büyütmüştü kinini.
Asi sorular sormuştu. Demir, suskunlar koymuştu. Ve sonra Demir Köprü' de Asi'nin tersine akan yüzüne bakmışlardı. Demir tam orada durdurmuştu Asi'yi. Geçmişten bahsetmişti ona. Asi, ürperen gözleriyle dinlemişti onu. Ama asıl kısım İhsan'a bırakılmıştı.
Asi, babasının günahını sırtlayan bir evladın, çökmüş omuzlarına, buğulanan sesiyle Demir'in hikayesine kulak vermişti. O günah şimdide Asi'nin omuzlarına binmişti sanki. Güçlü bir yüreği olsa da Asi, günahların içinde büyümemişti, kaldıramadı.
Gök gürledi, adımları sağanak gibi düştü toprağa. Koştu Asi… o çiftlikten kaçmak istedi.
Demir, teyzesinden öğrendiği o yeni gerçekle, acıların ortasına gömüldü. Gururuna yediremedikleri çoğalıp birikiyordu.
Yağmurlar yağıyordu…
Sonra onu gördü… Asi, büyülü bir asillikle salınıp gidiyordu toprağın üstünde, yağmur sanki onun bir parçası gibi üstünden düşüp gidiyordu.
Peşine düştü telaşlı adımlarla…
Hikayelerinin sembolize ediyordu… Demir Köprü ve Asi Nehri. Hiç kavuşamaz gibi görünen bu iki olgu… sağanak bastırıp Asi nehri her taştığında birbirlerini bulurlardı aslında. Ama nehir, kendini durduramaz öyle bir taşardı ki o kavuşmayı herkes bilir olurdu mutlaka. Ama kavuşmanın adı, düşen yağmurlar olurdu.
'Babamla konuştum… Babam sonucun böyle olduğunu bilseydi eğer...'
Demir, Asi'nin babasını savunabiliyor olmasına öfkelenmişti o an. Onun düşündüğü, Asi'nin İhsan konusunda bir hayal kırıklığı uğraması ve belki de o çok övündüğü babasına kızması, ondan bir an olsun kötü bahsedebilmesiydi. İhsan'ın geçmişin sebebi olarak görüşünün yanında, belki de Asi'nin onu öyle sevmesini kıskanıyordu.
' ...Geçmişi unutman lazım, anladın mı... Seni anlamam yetmez. Bunun da farkındayım.'
Hayretle büyüyordu gözleri, Asi'nin sözlerini 'hakkı yok' gibi görüyordu belki de. Yaşadıklarını anlamaktan söz eden birine tahammül edemiyordu o noktada, anlayamazdı kimse… Dahası Asi'nin verdiği tepki, Demir için yeterli değildi.
'Neyi anlıyorsun? Çok sevdiğin birini kaybetmek, bunu anlıyo musun? Hiç başına geldi mi? Ailenin bize yaptıklarını asla affetmeyeceğim Asi. Bunun adı geçmişte yaşamaksa geçmişte yaşayacağım.'
'Demir, yapma. Ben babamla konuştum. Dedemin emrine uymuş. Babam, mecbur kalmasa bunu yapmazdı.'
Asi 'nin her 'babam' deyişinden sonra, ona gıpta eden cümlelerini işitecek gibi geliyor insan. Her 'babam' deyişinde, o kelime büyüyor ağzının içinde.
'Mecbur kalmasa? Babanın yaptıklarını anlıyorsun değil mi? Hiç şaşırmadım, çünkü sen onun kızısın!'
' O sandığın biri gibi değil. ...'
' Sen var gücünle babana inanmaya devam et. Ona hayranlığın gözlerini öyle bir karartmış ki olan bitenin farkında değilsin.'
Bu çaba niye? Demir neden babasının yaptığı kötülüğü Asi'ye ispatlamaya çalışıyor, anlamadı diye kızıyor ona. Niye ,Asi 'nin babasına hayranlığına kızıyor oracıkta, suçlar gibi hem de Asi'yi. Düşmanın kızı işte deyip çekip gitmiyor. Ya da Asi... Babasının suçsuzluğunu, en değer verdiği adamı Demir'e anlatmanın zorluğuna takılmıyor da… babasına bir şans vermesi için yalvarıyor gözleri. Kimse kendine yoluna gitmiyor… Demir, Asi'yi kendi tarafına… Asi, Demir'i kendi tarafına çekmeye çalışıyor.
'Ama sen farkındasın değil mi? Senin de öfken gözünü karartmış olmasın. Öfkeni ne yatıştırır Demir? Kozcuoğullarından birinin Asi'ye atlaması mı? O zaman ödeşir miyiz? Tamam, ödeşelim bakalım.'
Asi, çare yada çaresizlik gibi iki kavramın arasında değil o noktada. Demir'e yüzünü yaklaştırıp en büyük restini çekiyor hayata karşı, sonunda ölümün sahiciliği olsa bile cesareti uğruna kendini kurban etmeye hazır olacak kadar da güçlü. Oraya çıkıp nehre baktığında… belki korkuyor birazcık ama inadına da bir asilik var üstünde.
Demir, gözleri derin bir korkunun içinde şimdi. Asi o noktada gördüğüne inanamıyor öncesinde, sonra bedeni silkeleniyor da geçmişte yaşamaya hazır sözcükleri yere düşüyor.
'Asi napıyorsun… Ne yapmaya çalışıyorsun… Asi, dur! Asi, dur dedim… Asi!'
Asi kayıp gitmeye hazırdı oysa, o çamur deryasına dönmüş Asi'nin karanlık sularına. Demir, atılıp çekti onu kendine, sonra sarıldı sımsıkı… İlk kez orada kokladı saçlarını, o kokuya iyice yanaştırdı burunu, yüzünü oracığa gömecekti az daha. Asi, ona sarılmaya hazır değildi ama Demir bırakmamaya yeminli sarmalamıştı onu.
'Ne istiyorsun peki? Ne yapmamı istiyorsun' yılgındı sesi uzun zaman sonra. Birbirlerinin yüzlerine baktılar… Gözlerine… Dudaklarına…
Kendiyle yüzleşmiş bir Demir vardı orada.
'Seni kaybetmek istemiyorum… Ölmeni istemiyorum' diye sayıklayan Demir, kendi gerçeğini bulmuştu. Mutluluk ve yaşam kendi yoluna giden iki sevgili gibiydi… aşk ve gurur ise kavuşamayan iki sevdalı… Demir, gururuna kulak vermemişte 'seni kaybetmek istemiyorum' demişti. Asi ,bu sözün çıktığı dudaklarına bakmıştı… kapılacak olmuştu...' O zaman bizi rahat bırak' diye çınlatmıştı sesini, kaçmıştı.
Yüreğinin kasırga mevsimlerinden gelip geçen bir Asi ışığı olmuştu, o telaşlı sarılışın ardına burnuna yağmur dolu bir toprak kokusu bıraktı.
O anın hikayesi… bir masal bakışın sancısına tutunan, sonra da öfke bulutunu unutan bir yaşam sağanağıydı...
TUBASİ, dizifilm, Asi forum, 24 Eylül 2012

Avatarlar ve imza TUGCEKR'den alıntıdır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder