Ankara kar altında. Dört gözle
beklemiştik kar yağışını. Grip salgınından kırılırken. “Kar gelse de salgın
malgın kalmasa” diye bekleyeduruyorduk kar tanelerini.
Hatay’a da yağar mı ki kar? Kozcuoğlu
çiftliği yolunu beyaza bulayarak. Yazın tozunu, pasını indirerek.
Bir saçı maşalı çoban kız, o karlı
yollarda mıdır ki acaba? Üşüdükçe ellerini koyunların yünlerine daldıracak.
Salgın varsa ağıllarda, o ağıllarda sabahlayacak?
Harbiye Şelaleleri nasıl ki bugünlerde?
Akıyor mu, defneler arasından. Ki defnelerden bir tanesi çok eski, anıt gibi.
Neredeyse tüm defnelerin anası. Yoksa dondu mu acaba şelale suları akar halde?
Çiftliğin terasında bahar yeli de
esecek, yaz yeli de güz yeli de günü gelince. Ama şimdi kış yeli vakti.
Uğultulu ve dondurucu. Kim bilir nasıl da savuruyordur, yosunlaşmış gözlerini
kısmış komşu çiftliği karış karış tarayan çiftçi kızın saçlarını.
Ankara’ya kar yağsa, Hatay’a kar
serpmese de bir rüzgar tanıdık biz, üç beş yıl önce güneyli bir rüzgar.
Ta Hatay yaylalarından, ovalarından
koptu geldi binbir çiçek kokusuyla. Kokusu burcu, kendi serinletici. İç açıcı.
Gönül okşayıcı. Bir rüzgar ki gönüllüce uçuştuk önünden her birimiz. Getirdi
bizi o Hatay yeli sonunda, bu sayfalara bıraktı.
O rüzgar mı? Ne mi oldu o yele? Hala
esiyor. Duyanlar burada.
Acemi Demirci, Sohbet Köşesi, 09.01.2012
özlem_özge / 1.10.09
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder