Ben
diziyi sadece bir sevda öyküsü olarak görmedim. Katiyen de öyle değil zaten.
Öyle olsaydı bana kupkuru gelirdi. Ama oradaki sevdanın naifliği, temizliği,
hiç başka yöne sapmadan dosdoğru yol almasından, kararlığından çok etkilendim.
Üstüne bir sevda öyküsü daha yok.
Hep
yazıyorum ya oyuncular dizilerin zenginliği. Hele de yan karakterler. Daha bir
kaç gün önce yan karakterler hakkında yazdım. Öyle yan karakterler var ki,
binanın onlarca temel kolonundan biri gibiler her biri. O kolonlardan biri
kesilse, yıkılsa; dizi binasında çökmeler olabilir hatta çökebilir.
Benim
için Asi dizisi, kavramlar harmanıydı. En beklediğim, en güzel kavramların en
bereketli ortamda harmanlanmasıydı. Bir de en özlemle beklediğimiz sevda ile
perçinlenince o kavramlar harmanı, hasat hiç beklenen gibi olmadı. Doldu taştı
silolar, depolar. Bire bir, hadi on hasat beklenirken; bire milyonlar,
milyarlar veren bir hasat çıktı ortaya.
Önce
bir doğa vurgunu olarak, ön tanıtımlarda mısır tarlasındaki koçanlar arasında
gezinen ürkek bakışlı, bir taş çiftlikte yaşayan, çiftlikvari giyinen, güneşin
alnında makyajla, manikürlü ellerle tarlanın ortasında gezmeyecek kadar doğal
bir kız çekti ilgimi. İşin içinde doğa ve doğallık varsa, aklım zaten
çelinmiştir.
Esintili
dağların yeşil çayırlarında otlayan bahar kuzulu koyun sürüleri, dağ eteklerindeki
yeşilin hasının salındığı maydanoz tarlaları, patikalarda gezintiler, çorak
toprağa düşen ilk yağmur damlası; baba kız bağı, aile bağı, kardeş bağı ki
ASİ’ye’nin tek bir arkadaşı dahi yoktu, varı yoğu çiftlikti onun; çiftlik
hayatı; taş yapılar, mimarinin görkemi; suniliğin henüz uğramadığı, ahşanın
hala masif, yemek kaplarının, tencerelerinin hala bakır, halıların hala el
dokuması, giysilerin hala elde dikme terzi işi, saçların maşalı, çizmelerin
lastik hatta çamurlu, çantaların, kemerlerin, çizmelerin has deriden, gönün en
doğal renginden olduğu; mimari, tarih, arkeoloji, doğanın koyusu; tarlanın
güneşten çatlamışı; ürünün sevinci; şenliğin buralarda yani metropollerde
unutulmuş tadı; geniş aileleri hatırladığımız koca masalardaki yemekler; hala
usulüne, göreneğine, adetine göre yapılan işler/yemekler/kahve ikramları/
esenlemeler. Öyle çok kavram benim için ASİ’yi ASİ yapan etmen ki, o
kavramlardan bir tekini çıkarsanız koskoca binayı taşıyan bir kolonu söküp
atmış olursunuz. ASİ demek, ASİ dizisindeki
tek tek her bir kavram demek. Sevdasından tarihine; tiril tiril çiçekli
elbiselerden sahilde at binmeye; koyunların kuzulamasından metropolde bloklar
arasında hem de nasıl özlem duyduğum kırların, ağılların, kuzu meleşmelerinin,
ağaç altındaki masada oturmaların, teras sefalarının tadına kadar her şey. Bu
onca kavramın kreması da ASİ ve Demir sevdası. Sevdanın hası. Kini, öfkeyi,
geçmişinin tünellerinde saklanan her türlü kötü duyguyu dize getiren sevda.
Şimdi
de ASİ dizisi için olmazsa olmazlarım,
-Tüm
bu kavramlar olsaydı da dizide ASİ’ye’yi bizim ASİ yani Tuba oynamasaydı:
Olmaz. Hem de hiç olmaz. O yılların Tubası demek, sadece, bir tek, her zaman,
yalnızca ve yalnızca ASİ demek.
Şimdilerde Tuba, Tuba olmakta özgür ama o yıllar için o sadece ve yalnızca
ASİ’ye.
-Demir
bir başkası olsaydı: Olmaz. Tuba’nın bakışlarıyla nüansı ancak Demir’in yani
Murat Yıldırm’ın bakışları yakalar. Bir başka bakış, ne o nüansı yakalar ne de
uyum olur. Bakışların anlamı olmaz çünkü anlam katan öte yarı yok olur.
-Dizide
sadece Asi’ye ve Demir olsaydı da diğer kavramlar ve Hatay ortamı olmasaydı:
Olmaz. Hiç olmaz. O dağlar, o ovalar, o koyun gezen patikalar, o şelaleler, o
taş yapılar, Asi Nehri, metropolün henüz gölgesinin düşmediği bir küçük kent ve
o kentin kendine özgü her şeyi. Yani onca yemeği. Yani sabun şenliği. Yani
çiftçilik ruhu. Yani çiftçi hayatı. Yani anlı şanlı çiftlik evleri, çiftlik
düzeni. Yani kır hayatı. Doğanın kucağında olabilme duygusu. Yağmurun düşüşünü,
tarlaların canlanışını bir doğum bekler gibi sabırla bazen çileyle, duayla
bekleme telaşı. Yani Hatay ipekleri, dokumaları. Olmazdı bunlar olmasaydı.
-Bir
küçük kentin özgünlüğü değil de bir metropülün keşmekeşi içinde geçseydi ASİ ve
Demir aşkı: Olmaz. ASİ’ye’nin ilk aşkı Demir değildi ki. Onun ilk aşkı
tarlalardı, koyunlardı, çiftlikti. O ortamın kızını sevdik biz. Asi’ye o
ortamda bizim Asi’ye idi. Tuba’nın her türlü katkısıyla. Saf bakışları, arı
duru güzelliği, içten gülüşü, daha önce birkaç kez yazdığım gibi ta derinlerden
çoook derinlere bakan gözleriyle, sakin ve içli sesiyle. Önce doğayı seviyordu
sonra büyümüş bir kız olarak bir de Demir sevdi ASİ. O sevda başka hiçbir
ortama, dekora, kente monte edilemez. Her şey yerli yerindeydi dizimizde.
Tarlası da, tepesi de; çiftliği de; kuzusu da, atı da, tavuğu, horozu, kazı da;
aile bağları da, geleneği göreneği de. Yani dizi yapısının kolonları sağlamdı.
Dizi yapısını taşıyacak güçteydi. Malzemeden çalınmamıştı.
Çok
sevgilerimle.
Acemi
Demirci, Sohbet Köşesi, 21.12.2011
ÖZLEM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder