71 bölümlük bir dizi başlamış ve bitmiş. İki bin yılının ilk onunda. Ardında 71 bin iflah olmaz tutkun bırakarak. O tutkunlar ki bir tutunmuşlar o diziye, bir tutunmuşlar bırakmamacasına. Midyelerin iskele ayakların tutunması gibi. Sımsıkı.
Dizi bir defne ağacıysa Hatay bayırlarında akan Asi kenarında, tutkunları sarmaşık olmuş. Dolanıp durmuşlar ağaca. Dalı olmuşlar, yaprağı olmuşlar sanki defnenin. Öyle tutunup kalmışlar.
71 haftanın ardından anlatadurmuşlar 71 hafta boyunca izledikleri dağları, tepeleri, tarlaları. Ve o dağlardaki, tepelerdeki, tünellerdeki, tarlalardaki bir gizli saklı sevdayı. Gizliliği saklılığı kalmayınca da istenmeyen sevdayı. O hasım ailelerin birbirlerine sevgilerini söyleyemeyecek kadar gururlu sevdalılarının gözyaşlarını gözyaşlarıyla izlemişler. Ama sevda dalgasının kıyıdaki tüm nefretleri yıkayıp derin mavi sularda arındırdığını da anlatmışlar torunlarına onlar da torunlarının torunlarına.
Anlatmış tutkunlar, taş evli çiftliğin kızı ile yan çiftliğin oğlunun aşkın. Yetmemiş yazmışlar. Söyleyegelmişler. Sonraları da söylenegelmiş bu sevda. Artık anlattıkları sevdanın bir dizi sevdası olduğunu herkes unutmuş. Ferhat ile Şirin’den, Kerem ile Aslı’dan sonra hemen onlar akla gelmiş ilk. Bir de “Asi’ye ile Demir’in sevdası var” diye eklemişler destansı aşklardan bahsederken. “Onlar da Hatay’da yaşamışlar. Kız, çiftlik kızıymış. Büyüdüğü yerlerden hiç çıkmamışmış dışarılara. Belki yakınlara gitmiş ama başka yaşamlara yabancıymış. Lastik çizme giyermiş. Saçları upuzun ve maşalıymış. Gözleri Asi Nehri’nin yosunlarına boyanmış. Zengin kızıymış, ağa torunuymuş ama fakirliği de bilirmiş. Babasının borçlarını ödemek için yan çiftlikte işçi olarak bile çalışmış, sevdiği oğlanın yanında. Oğlan patron, kız işçi olmuş hatta. Ama oğlan hiç hissettirmemiş bunu. Oğlan da vaktiyle kızın babasının yanında çalışan bir işçi kızın oğluymuş. İftira atılmış annesine, hırsız tutmuşlar kadıncağızı. O da gururuna yedirememiş bu iftirayı. Canına kıymış Asi sularında. Çocuklarını da yanında götürmek istemiş ama oğlan kurtulmuş. Küçük kız kardeşini de kurtarmış. Sonra onları teyzeleri büyütmüş uzaklarda, ta İstanbul’da. Teyzesinin kocası pek tekin bir adam değilmiş. Nasıl işlere karıştıysa yaptıysa çok zengin olmuş adam. Sonra da tüm mirasını karısına bırakıp ölmüş. Teyze de kendine –öldü- denilse de öldüğüne inanmadığı oğlunu bulmak için yollara düşmüş Hatay’a doğru İstanbullardan. Aradığı oğlunun babası, çiftçi kızın babasıymış meğer. Oğlunu aramaya gelmiş. Oğlu bellediği ölen ablasının oğlu tutup hasım çiftliğin kızına gönlünü kaptırmış. Kız güzelmiş güzel olmasına hem de çok, iyi yürekliymiş de. Gel gör ki onun yaşadığı çiftlik düşman çiftlikmiş. İki çiftlik arasında aşk olmazmış. Dostluk bile olmazmış hatta. -Olmaz bu sevda- deyip, kestirip atmış teyze de kızın ailesi de. Ama ne oğlanın kalbi ne kızın kalbi dinlememiş hiç kimseyi. Hatay yeli onların başında esmiş. Akılları uçup gitmiş birbirine. Sonra oğlan alıp başını çekip gitmiş. Kız yol gözlemiş yıllarca. Hatta bir de kızları olmuş. Kız, izini bulmuş sonraları oğlanın ama gururu onu hep engellemiş. Derken oğlan çok hasta olmuş. Kız imdadına koşmuş. Kızın ve kızının sevgisi ile oğlan iyileşmiş” diye bir başka destan anlatılmaya başlanır dört yüz yıl sonra, 2400 yıllarında Hatay ovalarında, Ankara’da, İstanbul’da, Almanya’da, Arabistan’da, Güney Amerika’da.
Acemi Demirci,Sohbet Köşesi, 21.09.2011
zinednah
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder